Bu sabah Martin Eden gibi uyandım.
Uzun zamandır hep böyle bir cümle kurmak istiyordum ve nihayet oldu işte.
Uyandım da ne oldu peki?
Şimdi etrafım başı ve sonu olmayan irili ufaklı hikâyelerle dolu ve hiçbirinin kuyruğu da birbirine değmiyor. İçlerinden en tuhafını yine önce kendim için seçip her şey yolundaymış gibi yapıyorum.
Anlaşılmak için çırpınmayı bırak. Martin Eden de böyle mi yapmıştı? Ne geçerken uğramıştı ne de bir izdihama sebep olmuştu. Hatta ve hatta hece hece kaçmıştı bütün cümlelerden, o kadar diyorum.
…
Son birkaç aydır çok tuhaf şeyler oluyor. Bedenimde bazı tuhaflıklar seziyorum: mesela daha az yemek yiyorum, gerçekten ilginç bir durum bu, bir şeyler oluyor bana diyorum hep içimden. Yine mesela aynalardan geçebiliyorum. Şaka ya… O kadar da değil; ama aklımızda dursun. Ya atalarım yapabildiyse? Hem neden olmasın diyorum.
Bunları düşünüverirken, o saniye ve o dakika, odayı neşeli ama sessiz bir rüzgârın doldurduğunu görüyorum. Odada dünden kalmış üstü açık bir neşe ve sonrasında biraz salep…
Tüm kapılar duvar, tüm duvarlar pencere oluyor birden sanki!
Ufaktan yıldızları da görmeye başlıyorum, gündüz gündüz hem de. Sanki boşluğun içinde pervasız çırpınıyorlar. Denemek için dokunuveriyorum boşluğa. Parmak uçlarımı delip geçiyorlar belki de diyorum ben. Onlar için sadece bir boşluğum. Bu düşünceye resmen üzülüyorum. Boşluk olma hissi, her koşulda huzursuz ediyor beni.
Davranıyorum!
Panikle evdeki bütün tavşan deliklerini kapatıyorum; çünkü ben kadim kafalı bir kadınım.
İyi şeyler daima gökyüzünden, kötü şeyler yeryüzünden gelir diyorum.
Biliyorum biliyorum da ben bunu nereden biliyorum, hiç bilmiyorum.
İşte bu yüzden, her aklıma geldikçe, “ ‘Alice Harikalar Diyarında’ değilsin.” diyorum. Bu bir illüzyon ya da bir hastalık… Seni, beni kandırıyorlar. Sanki asıl iyi olmayanı “Bak bu iyi, güzel, hoş olan.” diye sunuyorlar. Diyorlar işte, demeseler şüphelenmezdim. Başka birinin kâbusunu bize rüya diye yutturuyorlar. Şişelerin üzerine “Beni iç!” , keklerin üzerine “Beni ye!” yazıyorlar. Yahu diyorum, bu bir çocuk kitabı değil mi? Eğer öyle olsaydı, çoktan anlardım ben! İçimdeki çocuk anlardı. Evet evet! İlk önce o anlardı. Ben ona kefilim. Çünkü benim aklım çocuk, ruhum çocuk, kalbim çocuk.
Bir an…
Şimdi öylece bir an kalakalıyorum.
Parmağımı şaklatıp rüyayı durduruyorum.
…
Sen şimdi mi en iyisi önce biraz kelimelerini azarla!
Sonra yine önce kendi kapının önünü süpür
Ve sonra onları bir güzel kaybet ve bulduğunda bir anne edasıyla sarıl
Sonra evde tek başınayken tut kollarından sars, acıtmadan pırıl pırıl
Bir ninni patlat bırak hıçkırarak uyusun
Duasını oku, uyandığında hiçbir şey hatırlamasın
Rüyasını dinle başı göğe uzansın
Tavşan deliklerinden kaçır, hem söylesene sen şimdi yedi göğün hangi katındasın?
Sen en iyisi mi “beni uyu”, “seni uyut”, onu ise tam alnının ortasından “öp” ve “unut”
Ve bırak gözleri çam kozalaklarına açılsın.
O ne ya!
Sor bakalım! “Alice şimdi nerede, kiminle? O çocuk yaşta hangi kayıkta? Bir yabancıyla hangi çay bahçesinde?”
Sen en iyisi mi…
Hooopp! Hopp!
Ne diyordum ben? Hah, tavşan deliği işte!
Uzunca bir zamandır hep bunu düşünüyorum ben. Ben ve yüksek benliğim, alçak düşlerim iyi iş çıkarıyoruz. Elimde bir tavşan var. Kafesin içinde… Nehirde korkuyla süzülmüyor. Annesi, ona sıcak kurabiyeler yapmış. Sütle yudumluyor. Yo, hayır! Tedirgin değilim ve hayır, gayet ayığım ve kahvemi de içmedim. Uyanıklığım başka bir yerden geliyor benim. Kahvaltıyı biraz daha öteliyorum. Sabah uzadıkça uzuyor.
Çayı demleyip gözlerimi güneşe bırakıyorum; ama yine de görüyorum ha! Sakın korkmayın!
Bahçeden gelen seslere doğru koşuyorum. Gözlerim güneşte benim, öylece bir ışık şöleni başlıyor. Mor mor taneler süzülüyor. Allah’ım ne kadar da sıradan bir gün diyorum ve şimdi ölmek istemiyorum.
Sanki bir ayı tarafından kovalanıyorum, yoksa sadece kendi kendimi mi kovalıyorum?
Aynaları alın aradan, gücümü deniyorum.
Bir an durup bakıyorum. Burnumun tam ortasında bir kelebek… Okyanus mavisi bir kelebek…
Ne yapıyor orada? Kayboluyor. Seslere doğru koşuyorum. Arka bahçeden gelen seslere bakıyorum. Bir ağacın dallarında baş aşağı duran insanlar, hayvanlar, eşyalar, artistler… Hepsini hatırlıyorum. Onları yargılayıp bir bir asmıştım ben. Şimdi serbest bırakıyorum.
Toparlanıyorum.
Çay olmuştur. Bir bardak içeyim en iyisi. Sabah bitti, öğlen çoktan oldu bile. Şu ağacın altında biraz soluklanıyorum, gölgesini bir görseniz dostlarım! Ellerimle kulaklarımı yokluyorum. Çın çın çınlıyorlar. Yargıladıklarım sanırım… Onlar şimdi yoklar artık doğrulup hafifliyorum. Ağacın altında bir ayna var. Ona bakıp kendimi biraz daha seviyorum. “Çak dostum!” diyorum. “Bugün yine günündesin.”
Bu rüyayı da anlatmış mıydın diyorum kendi kendime.
Ne rüyaydı be! Dönüp dönüp uyanıyorum.
Çok şükür!
Hilal Yılmaz ARSLAN


Son Yorumlar