Kısa Devre

İdris beylerin bir elektrik arızası varmış, git bir bak, dedi usta. Hay hay dedim. Adres sormadım çünkü herkes onların evini bilirdi. Sadece evini mi? Çocuklarını, gelinlerini, damatlarını, hatta torunlarını. Kaç tane evlerinin, kaç dönüm tarlalarının, bahçelerinin… İnsan böyle şeyleri niye merak eder ki! Züğürdün çenesi mevzuundan farklı bir tarafı ve anlamı olsa gerek.

İdris beyi daha önce bir kere görmüştüm, uzaktan, nedense aklımda pehlivan yapılı, biraz kibirli, bastığı yerden ses çıkaran biri olarak kalmıştı. Kimine göre iyi yürekli, babacan, hayırsever biriydi, kimine göre gariban köylünün malına mülküne çökmüş, gazoz fiyatına binlerce dönüm arazi kapatmış bir haramzade. İyiliğini görenler için melek, kötülüğünü görenler için şeytanın ta kendisiydi. Dedikoduyu sevmeyenler bile İdris beyden söz açıldığında doğru yanlış bilgi paylaşmaktan zevk alırlardı. Gizli bir hayranlık, örtük bir nefret…

Bir bey evinin içi nasıldır merakıyla biraz heyecanlanmadım desem yalan olur. Evet, bizimkinden epey farklıydı. Ayrıntısına girmeyeceğim.

Arızanın olduğu odayı gösterdiler. İçeri girer girmez öyle ağır bir koku karşıladı ki,  kapıyı hemen kapatıp çıkasım geldi. Odada paslanmaya yüz tutmuş bir karyolanın üzerinde, kirli bir yatak ve cenkten çıkmış gibi duran bir yorgan, üç gün uykusuz kalınsa baş konmayacak bir yastık. Komodinin üstünde kutusundan çıkarılmış haplar, bez parçaları… Odayı gösteren (her halinden hizmetçi olduğu belli olan) kadın, hava soğuk, pencereleri açamıyoruz, odada biraz koku olabilir kusura bakmayın, dedi.

Kim bu adam dedim, İdris bey, dedi. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. İdris bey! İçim bir tuhaf oldu. Fakir, kimsesiz biri olsa anlarım da koca İdris beyin bu hallere düşmüş olmasını içim kaldırmadı. Siz olsanız eminim siz de benzer şeyler hissederdiniz. Birkaç yıldır bu halde, makineye bağlı yaşıyor, çoğunlukla kendinde değil, zamanlı zamansız, büyük küçük demeden altına kaçırıyor, ben bakıyorum, dedi kadın. Sık sık sigortalar atıyor, makine duruyor. On dakika farketmesek, ölür. Gerçi benden başka kimsenin umurunda değil, ölse de kurtulsak havasındalar.

Bazen dile gelip bir kaç kelime ediyor, insan evladı dayanamaz. Bir inlemesi var ki, duyma.  Onca mal mülk sahibi olacaksın, kimse dönüp yüzüne bakmayacak…

Kadın dışarı çıktı. Arızayı bulup, tamir ettim. Kısa devre yapıyormuş. Basit iş.

İdris beyin yüzüne baktım. Bir şey söylemeye çalışıyordu. Kokuyu mokuyu unuttum, ne diyeceğine odaklandım, yaklaştım. Fişi çek diyormuş. Çekemem dedim. Israr etti. Bu defa başımla olmaz dedim. Gözleri doldu, ağlamaya başladı. Ona bile mecali yoktu. Sessizliğe gömüldü.

Kafam allak bullak oldu. Ölüme terkedilmiş ve düzelme ihtimali olmayan bu adamı bu azaptan kurtarmak?! Cinayet mi işlemiş olurum, sevaba mı girmiş olurum… Adamın yalvaran gözlerini gördüm. Günahlarının kefareti diyecektim ama daha sevabı günahı olmayan kanser hastası çocuklar gördüm, onlar neyin kefaretini ödüyordu ki. Ben bu adamı kurtaracağım, dedim. Kısa devre yapacak şekilde yeniden ayarladım. Tam kapıdan çıkarken, yapamam dedim. Tekrar onardım ve çıktım.

Günlerce rüyama girdi. Sen de zalim çıktın, çekeceğin bir fişti, niye çekmedin diyordu. Niye, niye, niye?..

Hasan BOYNUKARA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir