Asırlardır evler şömine benzeri büyük ocaklarda odun veya tezek yakılarak ısıtılırdı. Sonra Anadolu kasabalarında ve hatta şehirlerinde teneke veya sacdan yapılmış soba denilen bir alet görülmeye başlanmış…
Sobayı, ilk olarak her akşam tanıdık ve hatta tanımadık (yolcu, gezici esnaf, pehlivan, şair gibi) misafirlerin geldiği mahalle odalarının ortasına kurup soba yakanları görenler “Abovv amma İngiliz ahıllı adamlarmış yoorum, evinin ortasında ataş yahıyor da dümanı bile görünmüyor…” diye şaşkınlıkla yüceltmişler, lakaplar takmışlar. Mesela Elbistan’da “İngilizler” demişler…
Mangal sobaya göre daha eski olmalı. Ocakta yakılan meşe közünün orada geçip gitmesini istemeyenler ve alıp başka türlü faydalanmak isteyenler muhakkak mangalı daha önce keşfetmişler, evlerine daha önce girdirmişlerdir.
Ocakta akşam yemeğini pişirmek için yakılan meşe odunu aynı zamanda yatsı namazına kadar odayı ısıtma görevini de yapardı. Bu görev daha sonraları sobaya verildi. Ocakta veya sobada yanıp köz olduktan sonra görevi bitmezdi. Yatmadan önce ısısından daha faydalanılmak isteniyorsa mangala çekilirdi. Önceden birikmiş kül varsa onun orta bölümü biraz eşelenir ve közler oraya konurdu. Köz çabuk geçmesin diye üzerine kenarlardan hafif kül atılırdı. Mangal o haliyle genellikle mahatta/divanda oturan babaların (birlikte yaşanıyorsa dedelerin) önüne götürülürdü.
Henüz uyumamış çocuklar da etrafında yere diz çöküp ellerini köze doğru uzatarak ısınmaya çalışırlardı. Eğer çayın sıcak kalması, su ısıtmak veya kahve pişirilmek isteniyorsa mangalın ortasına, közü altına alacak şekilde sacayağı yerleştirilirdi. Sacayağı; mangallar için on beş santim çapında demir çembere yine demirden eşit aralıklarla üç tane ayak eklenerek oluşturulurdu. Bu közde pişirilen kahvenin tadına doyum olmazdı…
Bir taraftan da köze en yakın küllere patates, kuru soğan, kestane, palamut, şeker patatesi gibi yiyeceklerden evde olanlar gömülerek pişirilirdi. Arada sırada küçük maşa ile karıştırılarak közünün harlanması ve daha çok ısı vermesi sağlanırdı.
Biraz daha eskiye gidelim; o evde henüz mangal devri başlamamışsa (olsa bile kışın en şiddetli (çat çatılı) zamanı yaşanıyorsa) köz, kürsüye çekilirdi. Kürsü; oturma odasının uygun köşesinde zemin tahtasında belirlenen yer elli santim çapında dairesel olarak kesilir, içi derinleştirilir ve oraya sacdan tencere gibi (yuvarlak mangalların ayaksız üst kısmı gibi) bir şey yerleştirilir. Köz buradaki küllerin üzerine çekilir. Bu tertibatın üzerine tam ortalı olarak eni boyu bir metre civarında, ayakları fazla yüksek olmayan bir masa yerleştirilir. Buna da müstakil olarak kürsü denir. Masanın bir de gözü vardır. Masanın da üzerine “Kürsü yorganı” denilen, çok büyük ve kare yorgan örtülür.
Yorganın dört taraftan taşan kısımları kenarlarına konmuş minderlere oturup arkalarındaki sap yastıklara yaslananların omuzlarını içeni alacak kadar geniştir.
Burada oturmanın, ninelerin veya dedelerin anlattığı masalları dinlemenin, okunan cönkleri akşamdan akşama “arkası yarın” gibi takip etmenin, masasının üzerine konan üzüm kurusu, leblebi, melengiçli şeker, sucuk, bastık/pestil karışımı çerezleri yemenin, sonra uyuya kalmanın tadına doyulmazdı.
Uyuyakalmak ve farkında olmadan uzatılan ayakta, annenin beş şişle/caa ile dokuduğu yün çorabı közde ütmek/tüylerini yakmak bile bir başka güzeldir. (Bıraksalar çorap ve ayak daha dayanacaktır, ama tüyleri ciyir ciyir yanmaya başlayınca ortalığı pis bir yün kokusu kaplayınca anne babalar birinin çorabının yanmaya başladığını anlayıp hemen çekip almasalar…)
Kışları aynı odada yatılırdı. Başka odada soba ya da ocak olmayınca olsa bile sabaha kadar yakacak odun olmayınca herkes aynı odada yatardı. Anne, baba ve iki, üç, dört, beş çocuk ile bir de babaanne (veya dede)… Böyle yaşanılan hayat -günün yorgunluğu bir tarafa- en çok anne babayı sıkıştırır, hafta sonları çaresiz bırakırdı. Ocağın bir köşesinde ısınıp kaynamış suya baka baka geçen dakikalar hadi neyse, geceleri seslerin kesilmesini beklemek, herkesin uyuduğuna kani oluncaya kadar beklemek…
Yaşanılamaz; şimdi kaloriferli, doğal gazlı ve hatta taş kömürlü kok kömürlü dahası linyit kömürlü kömür sobaların ısıttığı, akşamdan sabaha sabahtan akşama evlerde binlerce sayfa yazılacak kadar kültürel ve pürdoğal anılar biriktirilemez, dahası yaşanılamaz.
Arif BİLGİN
Son Yorumlar