Güneş batıya süzülürken Kasap Taşı Parkı, günün yorgunluğunu üstünden atmaya hazırlanıyordu. Taş yolun üzerinde yankılanan adımlarım, toprağın ve çam kokusunun karıştığı o tanıdık huzuru içime dolduruyordu.
Suyun şırıl şırıl sesi, sanki zamanın durduğunu değil, yumuşakça aktığını hatırlatıyordu. Bankta birbirine sarılmış iki genç, kendi küçük evrenlerinde kaybolmuşlardı; arada bir gülüşüyor, sonra sessizliğe bürünüyorlardı.
Bir köşede yaşlı bir çift el ele yürüyordu. Kadının kolu adamın kolunda… Her adımlarında yılların uyumu, bir ömrün alışkanlığı hissediliyordu.
Biraz ötede, elinde pazar arabasıyla telaşla yürüyen bir kadın vardı. Telefonla yüksek sesle konuşuyor, ama yüzündeki yorgunluk her kelimeden daha çok şey söylüyordu. Hayatın yükünü sırtlamış gibiydi, yine de adımlarında bir direnç, bir kararlılık vardı.
Parkın diğer ucunda, işten çıkan bir adam ağır adımlarla yürüyordu. Düşüncelerine gömülmüş, sanki her adımında günün değil, hayatın hesabını yapıyordu. Bekçi kulübesinin önünde duran park görevlisi ise sessizdi; yüzü, dünyanın ağırlığını taşır gibiydi.
Bir anda ayaklarıma bir şey sürtündü: Minik bir sokak kedisi… Ardından bir diğeri, sonra bir başkası. Gözlerinde ürkek ama umutlu bir bakış vardı. Sevilmeye, fark edilmeye ne kadar da açtılar. Eğilip birini sevdim; o an sanki parkın bütün sessizliği yumuşadı.
Yerde sararmış yapraklar, rüzgârın dokunuşunu bekler gibiydi. Arada bir esen meltem, onları dansa kaldırıyor, sonra yine yere bırakıyordu. Başımı kaldırıp kocaman çam ağaçlarının kokusunu içime çektim — çocukluğumdan beri en çok sevdiğim koku buydu.
Ve o anda anladım: Ne zaman daralsam, neden hep buraya geldiğimi. Kasap Taşı Parkı sadece bir park değildi. Her köşesinde bir hikâye, her sesinde bir huzur vardı.
Doğayla aramdaki bu bağ, tesadüf olamazdı.
Belki de burası, dünyanın karmaşasında insanın kendini unutmamak için sığındığı küçük bir sığınaktı.
Aysel ÖZDEMİR




Son Yorumlar