Güzel bayan, yemek saatiniz yaklaşıyor; aceleniz var biliyorum.
Güzel bayan, size neden durup öylece baktığımı anlatacağım elbette. Hayat bağışlar gibi bir lütufla şöyle bir bakmanız bile gönendirmiş, başımı göğe erdirmişti. Bir zamanlar ben lütuflarda bulunurdum. Artık böyle nazarlardan şeref payı çıkaracak hale geldimse bu benim suçum veya yetersizliğim değil. Önce Eretna beyi Şerafüddin iskânından sonra yol üstüne yerleştirildiğimizi söylememe izin verin.
Osmanlı Belgrad’ı bile zaptettiğinde daha Niğde, Osmanlı değildi. Memluk ve Osmanlı arasında hüküm süren ve dengeleri gözeten bir beylikti. Ben o beyliğin Beybeldesi olan Bor’da doğmuştum. Âl-i Selçuk neslinin müslümanlaşarak son demlerini sürdüğü küçük bir toprağın kıraç arazileri doyurmayınca karnımızı, bir mesleğimiz olsun bari diye okuyalım istedim. Ancak zeki olmayınca, okusan da iş bulmak aslanın ağzında olunca uzman çavuş oldum. Askerlikte yiğitliğimi gören komutan çok ısrar etmişti. İş bulmak mesele bu ülkede. Asker olmam Âl-i Selçuktan sonra Cengiz k(h)an soyuna yakışır, Eretna Beyliğinin tarihi rolüne uygun ve Türkmen beldesi olan Bor’un gerçekçiliğine. Bir an önce iş ve maaş. Ardından eş. Avradı olmayanın aklı olmaz, demişler. Her ne kadar asıl azmaz, bal kokmaz olsa da. İnsan bu meylediyor güzelliğe.
İşte sizi gördüğümde ben o bir anlık gafletin eşiğindeydim. Tedbirli adımlar atmama, robocop gibi giyinmeme bakmayın. Allah bir boy vermiş, kapmış koyvermiş, dediler yıllar sonra beni görenler. Ölüm en kesin gerçektir. Ardımda stratejik ve lojistik destek olmasına rağmen bu ihtimal hep vardır. Emredilmiş; ilerlemek zorundaydım.
Moğolistan’ın bozkırlarında engin yaylalar boyunca yüzlerce kilometre gözü kapalı yürüyebilirdim. Dünya genişti ve ben her adımı bir yere ulaşmak veya bir tehlikeden kaçmak için atmazdım. Şu an yeryüzünü havaya uçuracak bombalarla, el-ayak yapımı tuzaklarla ve kaderimle baş başa idim. Güzel bir kadının elini tutmamıştım daha, bir kıza sevdiğimi söylememiş ve tenin ılık ve hayat bahşeden temasını yaşamamıştım.
Çevremde kumrular vardı ama ötmüyor, çiçekler kokusunu yaymıyor, rüzgâr bile esmemekte inat ediyordu. Ganj’ın Nilin Tuna’nın serinliği ulaşamazdı elbet buraya ama Fırat ve Dicle de zalimdi, hiçbir esintiye imkân verecek nemli bir hava göndermek isteği duymuyordu. Ölü toprağı serilmişti üzerine. Barajlar denize dönse de her damlasına karışan gözyaşı, tatlısuları bile tuzlu, acı ve kanlı bir cerahate çevirmişti.
Kalın ağır robocop başlığı içinde terliyorum. 50 derece sıcaktan oluşan buğu görüşümü zorluyordu. Bulanıklaşmıştı dünya, çevre, tehlike ve gelecek. Bir çocuğun anasının memesine yapıştığı gibi hayata sarılmak istiyordum. Çok sebebim vardı yaşamak için.
İşte o ara sizi gördüm. İnsanların şehirlere doluştuğu o anda. Akşam yemeğini beklerken sizler. Harelenmiş saçlarınız dalgalanırken, oluşan esinti bile ferahlık veriyordu bana. Ela gözleriniz baharda cömertçe açan leylakları saklıyordu demet demet. Güzel Bayan, Karacoğlan”ı bilirsiniz onun şu şiirini de;
Ecel eli ömür ipin düğümler
Kıyamettir bana bu gün düğünler
Karac’oğlan döğüş günü bu günler
Kirpikler var gönül ile ceng ider.
Gerçek mi bilmiyorum, ok gibi işlese de. Asıl oklar, anamın, kardeşlerimin babamın bağrını deliyor. Kumlar dolmuş saçlarımı okşamadan, solgun yüzüme bakamadan sararmış dudaklarımı öpemeden, kanlı kaputumu koklamadan tahta bir kutu üstünden sarılabilecekler bana.
O kadar dağıldım ki, bakışlarınızın dünyayı düşürdüğü durumdan bile beter haldeyim. Ben şimdi ayağınızdaki o küçük nasır değilim, Eretna Beyinin serenine taktığı tuğlar gibi rüzgârda dalgalanmaktayım. Turna kuşları gibi kınalı kuzuyum artık, karga gibi kardeşini gömsün diye Kabilin rehberiyim.
Bakışınızda beni kaba saba kavruk bulduğunuzu belirten bir ima yakaladım. Gönlümde erguvanlar açıyor hâlbuki dilimde bülbüller şakıyor. Sizin için istiridyeden inci çıkarayım diye daldıkça deniz dibinin albenisine kapıldım. Onun için vurgun yedim ve başım hep eğiktir bir yana. Laleler de öyle değil mi? Lale deyince bu topraklarda onlar bile utancından ters duruyor, yarasalar gibi baş aşağı sarkıyorlar.
Hüzünlü bir sesle ellerinde kopuz, türküler çağıran atalarımın sesi sinmiş üzerlerine. Malazgirt yakın buraya, Otlukbeli, Akkoyunlu savaşı. Her bir köşeden çıkagelen ruhlar, şamanlar gibi sıçrayışla dansediyorlar çevremde. Sizi gördüğüm o anda.
Çevremde ağıtlar var ama Alper Tunga sagusu gibi bu dünyada yapıp ettiklerimi anlatan bir destan değil çığlıkları. Çaresizliğin kıvranışındalar. Hayat vermek yerine ölüme göndermek tercihi, yakalarını bırakmadı. Sonunda sıvasız evlerin çatlaklarından sızan gözyaşlarının sesine yöneldiler. Bu sesin bir anlık iniltisi bile nice aşk romanlarından uzundur.
Hayır bayan, Moğolistan’da doğmadım, yanımda yöremde Moğol orduları yok. Hasan Dağı eteklerinde bir bağ evinde doğdum. Üzümleri sıkıştırıp insanı delirten bir içki yapıyorlar. Ondan içip sarhoş olmadım bir kez bile. O zaman belki bana cesaret gelir size bir kelime de olsa, bakışımdaki ısrarın sebebini anlatabilirdim.
Eğer göğsümde dağları yerinden oynatacak bir iman olsaydı, Hasan Dağını taşırdım buralara. Benim konuşurken yüreğimin göründüğü gibi her yeri açık ve sinek konsa bunu göstermekten çekinmez. Burada güzel bayan, baktığında gördüğün yokluk sadece. O yokluğun içinde ne ölümler var, ne hüzünler. Dağların, şehirlerin iç çekişini, ahını, ağlama sesini duyarsınız da güzel bayan, size yönelmiş öldürücü bakışları göremezsiniz. Ondandır size ısrarlı bakışım. Belki sizin bakışlarınızdaki ölümcül tehditte hayat vardır. O zaman buradaki tehditler, gülümseyen, el uzatan dostluklar; rüzgârlardan esinlenen ilham gibi, insanlığın çocuk hastalıklarının belirtisi gibi gelip bende buhar olacak.
Burası ne güzel memlekettir. Suyu bir başka soğuk, balı bir başka lezzetli, yemekleri kervan doyuran. Irmakları bile hudut tanımaz gider Basraya dökülür. Bade harabül Basra bundan doğar. Bendinden taşmaz ama bir kıyıdan diğerine geçişe izin vermeyen bir çılgınlığa tutulmuştur. Köprüler kuramadık onun için Zapta boğuluruz bir karşıdan bir bizden.
Siz bayan bunları dert etmeyin lütfen, otobüsün geç geldiğinden, suların bazen akmadığından, bu bayram tatile çıkamadığınızdan, saçlarınıza parlaklık verecek şampuanların kireçli sularda işlevini yerine getiremediğinden; ne kadar şikâyet etseniz haklısınız.
Bunları anlatırken bile o kadar güzelsiniz ki şiir gibi konuşmanız sürsün hiç durmasın istiyor insan. Gözleriniz öyle içten bakıyor ki güzel bayan, gaflet anıma geldi işte size seslenmek istedim. İnsan en çok yaşama isteğini ölümle yüzyüze gelince duyuyor. Damarlarda kan akıyor coşkuyla. Adrenalin zaptedilmez bir küheylan yapıyor beni. Süvarisi ardında kalan deli taylar gibi kaçıyor, her bir köşede, mazgallarda, tünellerde, tuzaklarda gözden kayboluyor.
İşte yine gözlerinizi kaçıramadığınız için annelerle, kardeşlerle birlikte içinize derin bir hüzün çöktüğü, gözyaşının gönül sularından sızıp geldiği o ana, ajans başına çöreklenmek istemiyorsunuz.
Dur kapatmayın güzel bayan, asıl trajedi şimdi başlıyor.
Size bir cenaze merasimi şevketi içinde, bir namazlık saltanatımın o anında selam verecektim. Sizin bir anlık bakışınızı lütuf bildiğim.
Aceleniz var; sofra hazırlıklarınız.
Güzel bayan, size neden durup ısrarla baktığımı anlatacağım elbette.
Bir an kulak verebilseydiniz bana. Ne şiirler, hüzünler, sevinçler yağacaktı hanenize.
Mustafa EVERDİ
Son Yorumlar