…
Başta bir noktaydım. Ortada bir nokta. Sonda üç/nokta.
Sana dayandıkça, yaslandıkça yüreğine, Endülüs gibi, Yesrib gibi, Kudüs düşü gibi düşmüyorsun çölümden. Bazı şehirler gökte kurulu, acılı, alımlı, göz alıcı ve öylesine güzel… Güzel ne kelime, güzelliğinin yanında… Hercai ve savruk, pas tutmuş satırları cilalayacak şiirler yazılı bazı şehirlerin alnında. Şiirdir ya bazı şehirler ve bazı gidişler…
Şiirle uçarmış kuşlar, kaderdenmiş, gidişin işte, keder…
Zaman kısalıyor, vakit hep firkatin eşiğinde, an be an büyüyorsun içimde. Pencereden dışarı taşıyorum. Şiir vadisini çoktan aşıyorum. Bu çöl, deli eder insanı, deli! Çölün başkentine gidiyorsun, Kudret kalemini bir başına bırakarak dağ başlarında. Zemheriyi yaşıyor ömrüm, yaz kurağında. Kalanlara artık ne bir ülke ne bir şehir ne bir kar izi ne de kum. Bütün zindanlar, bütün kuyular çağırıyor vahyin sağanağı altında, bakışlarını. Dağları omuzlayıp yüreğinde çölü taşıyacak takatı kalmadı artık illegal kelimelerin. Elif ile başlayan, be ile, ayn, şin, kaf ile mim’e uzanan sonsuz noktalar, sonsuz cümleler gerek bize, ‘bir’likte, ney nevada. Nokta, uzaktır. Üç nokta, selam, kelam… Dillere peleseng bir sükut… Derd makamında ikrar, dideden dile dökülenlerin sekr ile, sahv ile ilelebet suskunluğu. Hüznü ve kederi yaşamayan bilmez, bilen de susarmış.
Ey suskunluk, susuzluk gibi ebedi hayatsın sus pus satırlarıma…
Susuyorsun. Konuşmasını bilmeyen adam gibi. Süleyman mührünü takıp parmağına… Meydan okuyarak bütün mertliği bozanlara… Suskunluğunda yeni baştan yazar kalem, kuruyana dek. “Gözlerine kara su inene” dek… Konuşur asuman. Bulutlar tutar kalbimden. Gökyüzü tek mevzi. Nice ağıdım var okuyacak, yıldızlardan inşa edilmiş aşiyanımda. Şiirlerde, şarkılarda, gecelerde hep hece hece bulunca seni. Hira’da sesim yankılanır, sanki güneş de gitmiş gibi çöle. Çölü yakınca… Çöl yok olunca… Külüm, derim, gül anlaşılsın diye. Hangi çölün gülüyüm, bilinmesin diye. Ve cümle sözlerim ağyara bigâne, elbet yine az ve uz gidişim, gönlümdeki gönlüne.
Çöl, Mecnun’unu beklerdi üç/nokta ile. Dağ Ferhad’ını. Beklerken… Nil aktı içimde, okyanus taştı, şehre yağmurlar yağdı. Seninle bakamadım gökyüzüne, gözlerinle dalamadım ummana. Ağlasaydım eğer çölde bir yasemen açar mıydı? Küser miydi nar çiçeği, kaktüse? Pervaneler de güneşe göç eder miydi? Ağlar mıydı annem?
Çöl, ağlar mı? Ağlar mısın?…
Susunca konuşur mu Leyla suz-i nak makamında, Hüseyni ağıtlarla, hicaz şarkılarla… Sessiz nağmelerle, yağmur sesiyle eşlik eder mi bir gülümsemen güvercinlerin raksına, serçelerin şarkısına. Zeytin andını, zeytin yapraklarından dinler misin? Kutsal ve emin beldelere, Şehristan’a vardığında, tutar mı elinden satırlarım?Ah u figan ile yanıp tutuştuğun yar, kor halinde büyür mü içinde?…
Gelsen, gülsen, şaha kalkar mı atlar?…
Gel zaman, git zaman… Biter mi hikâyeler?.. Bu böyle sürüp gider mi?… Yol, iki kapılı bir han. Şairane çağrışım, zengin imge. Ya gurbet?… Gurbet, bütün sesler gibi sessizlikler gibi toplanır mı semada? Ve gurbet, Ayine-i İskender’de, baharda, bütün kuşları alıp götürür mü mahallene?…
Aşk’ın i hali, bir nokta. Be, elif’ten sonra, besmele, bereket hep birer nokta.
Gözü kör eden bir nokta. Nun’un karnı bir nokta ve Cim’in.
Aşkın… den halinden, leyla’yı bulmalardan, gönülden yazmalardan, çokça susmalardan.
Bir elif, üç/nokta. Şin, A-ş-k’ın tam ortası, üç/nokta.
“Her ne var ise âlemde,” Üç/Nokta. “Gerisi kıl u kal.” Ancak.
…
Yasemin KAPUSUZ
Son Yorumlar