Her Yazı Yazan, Yazar Mıdır?

Günümüzde sosyal medya; herkesin kendini ifade etmesi, yazı yazması, bilgi paylaşması konusunda imkân sağladı. Kişiler hiçbir denetime tabi olmadan yazılarını, şiirlerini sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar.

Kitap basımının hem kolay hem de düşük maliyetli ve az miktarda basılabilmesi nedeniyle eli kalem tutan herkesin kitap aynı zamanda kitap sahibi olmasını doğurdu.

Artık yazar olmak, şair olmak, kitap çıkarmak sıradan bir hobi haline geldi. Ancak burada sorulması gereken bir soru var. Her şiir yazan şair olur mu ya da her yazı yazan yazar olur mu? Gerçek şairle sahte şairi, gerçek yazarla sahte yazarı birbirinden ayıran ölçütlerimiz var mı? Acaba niceliğin egemen olduğu çağımızda fazla tıklanmak, beğeni almak, takipçiye sahip olmak, çok satmak, çok okuyucuya ulaşmak gerçek bir ölçüt müdür? Yoksa bunlar niteliğin ve kalitenin üstünü örten yanıltıcılar mı? Gerçek anlamında bir şairlik ve yazarlık ölçütü var mı?

Her resim yapanı ressam saymıyorsak her şiir yazanı şair, her yazı yazanı da yazar sayamayız. Şair ya da yazar olmanın derinliklerinde birtakım özellikler olması gerekir diye düşünüyorum.

Şair ya da yazarın; söyleyebileceği yeni, farklı, özgün bir düşüncesi ve duygusu var mı? Eğer varsa bunu estetik ve güzel bir şekilde ortaya koyabiliyor mu, buna bakmak gerekir.

Peki kişinin yeni bir duygu ve düşünceye ulaşması için ne yapması gerekir? Yazacağı alandaki eserleri okuması, kuramsal bilgilere sahip olması ve bunun üstünde yoğunlaşarak kendi deneyimleriyle yeni sentezlere ulaşması gerekir. Eserin bize bir önermesi olmalı. Eğer yazar, şair felsefi bir bakış açısına sahip olmazsa bunu başaramaz. Şekli anlamda tekemmül etmiş, ancak özü olmayan eserler ortaya çıkar. Bunlar vasat zekalar tarafından takdir görebilir, popüler olabilir ama zamana yenik düşer. Zaman özü olmayan o şekli buharlaştırır.

Yazmak hayatı anlama ve anlatma çabasıdır. Eğer yazarın hayatı anlam verecek kendine özgü bir görüşü yoksa bunu eserinde nasıl yansıtacaktır? Kitap, dünyayı, hayatı güzel ve derin bir şekilde anlamımıza yardım eden araçlardır. Eğer yazar ve şair de bu anlam derinliği ve güzelliği varsa eserine aktarabilir. Roma hukukundaki bir kuralda denildiği gibi, “Kimse sahip olduğundan fazlasını bir başkasına veremez.”

Benim “Ben Hakimim Masum Bey” isimli mizah kitabım var. Bu kitabın yeni baskısı için bir yayınevine vermiştim. Yayıncı kitabı yeniden basamayacağını çünkü bir hukuk fakültesi öğrencisine okuttuğunu, öğrencinin ise “kitapta gülünecek bir şey bulamadığını belirttiğini” söylemişti.

Yine bir ortamda ceza mahkemesinde mübaşir olarak çalıştığını söyleyen bir kişi kitabımı okumuş kendisinin de böyle bir kitap yazmayı düşündüğünü çok komik olaylarla karşılaştığını söylemişti. “Çok komik bulduğu bir olayı anlatmasını” istedim. Bir hakaret davasında hakarete maruz kalan kişinin kendisine “Duluğunu sinkaf (argosunu yazamıyorum) ederim” dediğini bayan hâkimin bunu anlamadığını söyledi.

Geçenlerde 41 yıllık hakimlik yapmış ve emekli olmuş birine kitabı verdim. Kitabı ilgiyle okuduğunu, fıkra ve espri aracılığı ile adalet psikolojisi, hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisinin çok güzel şekilde anlatıldığını belirterek takdirlerini bildirdi.

Kitabımı okuyan öğrenci ile mübaşir kitabın oluşmasındaki kuramsal bilgiyi, felsefi bakış açısını, entelektüel derinliği kavrayamadığı için benim sadece gülünsün gevezelik olsun kabilinden kitabı kaleme aldığımı sanıyorlar. Bu nedenle öğrenci, kitaptaki göndermeleri ve mizahi kurguyu algılamadığı için gülemiyor, mübaşir ise şekli anlamda gülünecek sözler olarak görüp aynı kitaptan yazabileceğini düşünüyor. Ancak işin erbabı olan; hukuku, psikolojiyi, felsefeyi edebiyatı bildiği için mizahın şifrelerini çözerek, komiğin arkasındaki felsefeyi görerek, göndermeleri algılayarak takdir edebiliyor. Anlayabilmek ve gülebilmek için de bilgi, kültür ve zekâ gerekiyor.

Yazımızı bir anekdotla bitirelim:

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın (1914-2008) imza günü ve söyleşisinde genç bir adam şiir dosyasını şaire uzatmış:

“Ben şiir yazıyorum, okuyup fikrinizi söyler misiniz?”

Dağlarca: “Sen hiç aruzla şiir yazdın mı?”

Genç adam: “Hayır efendim.”

Dağlarca, “Heceyle yazdın mı?”

Genç adam; “Hayır, heceyle de yazmadım.”

Dağlarca: “Şiirlerinden bir tanesini oku bakalım…”

Genç adam: “Ben ezbere bilmiyorum şiirlerimi.”

Dağlarca: “O zaman defol!”

Durdu GÜNEŞ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir