Antik Dönemde Müstesnâ Bir Bilim Merkezi: İskenderiye Kütüphanesi

Antik Dönemde İskenderiye gerek coğrafî konumu gerekse de kütüphânesi sayesinde dönemin ünlü bilim adamlarının merkezi hâline gelmiştir.  Kütüphâne olarak adlandırılan komplekste yer alan bilim evleri farklı branşlardan birçok bilim adamını ağırlamış ve bilimin gelişiminde önemli rol oynamıştır.

M.Ö. 356-323 döneminde yaşamış olan Büyük İskender M.Ö. 336-323 döneminde de Makedonya İmparatoruydu. Döneminde Akdeniz’de güçlü bir dönem başlamış, onun Mısır’ı fethettikten sonra emriyle kurulan İskenderiye de önemli bir liman kenti olmuştur. Kent her ne kadar Büyük İskender’in emriyle kurulmuş ise de kentin gelişimine yönelik inşâ faaliyeti Onun ölümünden sonra birkaç yüzyıl sürmüştür. Bu yeni kentin sâkinleri eski Mısır halkı olan Kobtlardan (Kıptîlerden) çok, buraya yerleşen Yunanlılar, artık Filistin’i terk etmeye başlayan Yahudiler, doğunun Lübnanlı, Suriyeli çeşitli diller konuşan halklarıdır. Kentin kurulmasından itibaren başat kültürü Yunan kültürü iken kentin M.Ö. 47 yılında Roma egemenliğine girmesiyle kentin çok kültürlü kimliğine Roma kültürü, üçüncü yüzyılın ikinci yarısında da Mısır’ın Bizans egemenliğine geçmesiyle de kentin çok kültürlü kimliğine Bizans kültürü dâhil olmuştur.

İskenderiye Kütüphânesi ve Müzesine İlişkin Temsilî Bir Resim

Büyük İskender’in ölümü üzerine siyasî mirası üzerinde generalleri arasında başlayan taht mücadelesi sonucu Mısır’da yönetimi ele geçiren ve Ptoleme Krallığını kuran Büyük İskender’in komutanlarından Ptolemaios I. Soter  (M.Ö. 367-283)’in ilk olarak İskenderiye’de bir kütüphâne ve müze kurması bu liman kentini aynı zamanda bir bilim kenti hâline getirmiştir. Tarihe baktığımızda bilimsel gelişmelerin ortaya çıkışı büyük ölçüde toplumların bilime olan yaklaşımları ve yöneticilerin bilimi desteklenmelerine bağlı olduğu görülecektir. Potolemaios I’in İskenderiye’de bilimin gelişimini destekleyici olarak kütüphâne ve müze kurması bu noktada hayli ilgi çekicidir.

İskenderiye’nin kütüphâne ve müzesi o dönemin en ünlü bilim merkezi hâline gelmiştir. Bu kütüphâne ve ona bağlı müzede o dönem bilinen tüm ülkelerdeki hayvan ve bitkilerin bir örneği, kurulan rasathâne ve botanik bahçesinde ve içerisinde farklı bilim dallarının öğretildiği evler mevcuttu. Bu nedenle kütüphâne ve müze büyük bir kompleks yapı oluşturmuştu. Müzenin işlevi ise ülke içinden ve dışından gelen araştırmacı ve bilim insanlarının bilimsel araştırma ve çalışma yapabileceği bir mekân olması idi. Mısır’da Helenistik kültürün temelinin atıldığı bir kent olan İskenderiye’nin o dönem gözde olmasını sağlayan şey; bu kütüphâne ve müze olmuştur.

İskenderiye Kütüphânesi ve Müzesine İlişkin Temsilî Bir Resim

İskenderiye Kütüphânesi, Antik Çağ’ın en büyük derlemesine sahip kütüphânesi olmuştur. Yaklaşık 900.000 el yazmasına sahip olduğu belirtilen kütüphânede geniş bir çalışan kadrosu da yer almıştır. Eserlerin papirüslere yazılarak rulo şeklinde saklandığı belirtilmektedir.

Ptoleme Kralı tarafından desteklenen kütüphânenin yayınevi görevi de görmüş olduğu rivâyet edilmektedir. Yunan, Akdeniz, Ortadoğu, İran gibi medeniyetlere ait pek çok el yazması eserin Yunanca çeviri ve kopyaları burada hazırlanmıştır. İskenderiye Kütüphânesinin derlemesini geliştirmeye büyük önem verilmiş, gerektiğinde uzak bir yerden bir el yazması eser alabilmek için büyük meblağlar ödenmiştir.

İskenderiye gerek coğrafî konumu gerekse kütüphânesi sayesinde dönemin ünlü bilim adamlarının merkezi hâline gelmiştir. Kütüphâne olarak adlandırılan komplekste yer alan bilim evleri farklı branşlardan birçok bilim adamını ağırlamış ve bilimin gelişiminde önemli rol oynamıştır.

İskenderiye Kütüphânesinin İç Görünmüne İlişkin Temsilî Bir Resim

Bu bilim insanlarından bazılarına örnek verecek olursak; ilk söz edilmesi gereken isim; Öklit (M.Ö. 330-270)’tir. Öklit kütüphâne içerisinde en büyük matematik okulunu kuran, Batı’da geometri eğitiminin temelini oluşturan “Öğeler” (Stoikheia) adlı eseri hazırlayan isimdir.

Öklit

Apollonios (M.Ö. 262-200) da matematik okulunun önemli bir üyesi olmuştur. “Konikler Hakkında” isimli kitabında elips ve parabolleri inceleyen Apollonios bu eseriyle sonraki dönemler için önemli bir yere sahiptir. Bunun yanı sıra irrasyonel sayılarla da ilgilenmiş, astronomiye de ilgi duymuş ve özellikle ay üzerinde çalışmalar yapmıştır.

Arşimet; Mekanik Okulunu kurmuş ve (tüm hidrolik makinelerin en eski formlarından biri olup suyu düşük seviyeden yüksek seviyeye çıkarmak için bir pompa işlevi gören) “Arşimet Burgusu”nu bulmuştur. Arşimet Burgusu; su çekmeye yarayan, içinde helezon şeklinde silindirler olan bir alettir. Mekanik dâhisi olarak anılan Arşimet bir rivâyete göre gök cisimlerini resmetmek için gökküreler, bir cins planataryum inşâ ettiği söylenmektedir. Matematik alanında da dehâ olan Arşimet dairenin alanını hesaplamada kullanılan “pi” sayısını da bulan kişidir. Yine su saatlerini bulan Ktesibios ve daha çok mekanik oyuncaklarla ilgilenen Hero da mekanik okulunun önemli temsilcileri arasında yer almıştır. Bu okulda yol uzunluğunu ölçmeye yarayan “Odometre”, yer ölçümü için kullanılan “Dioptra” gibi âletlerin bulunması oldukça önemlidir.

İskenderiye Kütüphânesi tıp alanında da önemli isimlere ev sahipliği yapmıştır. Bu isimlerin başında Herofilos (M.Ö. 335-280) gelmektedir. Herofilos pratisyen hekim ve hoca olarak büyük ün kazanmış bir isimdir. İskenderiye içerisinde yaptığı kadavra incelemelerinin yanı sıra beyin, sinir sistemi, nabız, perhiz gibi alanlarda yaptığı incelemeler de önemlidir. Herofilos’tan sonra şüpheli ölümlerden sonra ölüm nedeninin bulunması için otopsi yapılması gerektiğini öne süren ve solunum üzerine araştırmalar yapan Erasistratos, (M.Ö. 304-258). tıp alanındaki bir diğer önemli isim olmuştur.

İskenderiye Kütüphânesi bünyesinde astronomi ve bu alanda çalışmalar yapan bilim adamlarına da değinilecek olunursa; bu isimlerin başında Baş Kütüphâneci Eratosthenes’in (M.Ö. 276-194) olduğunu söylenebilir. Eratosthenes’in yer yuvarlağına dair yaptığı gözlemler, güneş üzerine yaptığı çalışmalar önemlidir. Yazdığı “Coğrafya” isimli eseri uzun süre temel eser olarak kullanılmıştır. Batlamyus’un optik üzerine yaptığı incelemeler, Yunan astronomisinin geniş bir özeti niteliğinde de olan eseri “Almagest” bilim tarihi açısından önemlidir. Yine geometri alanında da önemli çalışmalara imza atmıştır.

İskenderiye Kütüphânesine İlişkin Temsilî Bir Resim

Kütüphâne içerisinde bulunan okullar aynı zamanda dışarıdan gelenlere ders verilen kurumlar olmuştur.

(Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi anlamına gelen) Eklektik düşünceye sahip İskenderiye Okulunda 3. ve 4. yüzyıllarda da (dogmatik bilgilere saplanmadan, araştırmayı ve öğrenmeyi temel alan bir öğreti olan) Yeni Plâtoncu geleneği hâkimdi. Bu okul, hangi inanca, felsefî tarza sahip olursa olsun, herkese açtı. Farklılıkları bir çatışma unsuru olarak algılamayı değil, çeşitli görünümlerde olan temellerini aldıkları tek ve aynı kaynağa yönelterek, insanlık tarihinin belleğindeki kadim bilgiyi (bireyin, ruhsal gelişimi için ruhsal etkiyi alıp aktarabilen bir üstadın kontrolü altında, bir disiplin içinde, sınavlara ve uygulamalara dayalı tarzda düzenli eğitimi ve bir tekânül yolu olan) inisiyelerden filozoflara ve topluma aktarma çabası gösteren bir felsefe okuluydu. Kütüphânenin yakılmasına ilişkin çeşitli iddialar öne sürülmektedir. Bunlardan en bilineni; İskenderiye’nin M.Ö. 47 yılında Roma İmparatoru Sezar (M.Ö. 102-44) tarafından kuşatıldığı sırada kütüphâne zarar görmüş, eserlerin birçoğu yok olmuş, kalan eserler de (Kurucu kral Ptolemaios I. Soter döneminde krallığın ihdas ettiği ve tanrısının adı da Serapis olan Yunan-Mısır dininin tapınakları arasında en büyüğü olan İskenderiye’deki) Serapeum’a taşınmıştır.

Roma Tarafından İşgâli Esnasında İskenderiye Kütüphânesi ve Müzesinin İlk Büyük Yıkıma Mâruz Kalmasına İlişkin Bir Temsilî Resi

Ptoleme Krallığı M.Ö. 30 yılında yıkılınca bu ülkenin topraklarının tamamı Roma’nın egemenliğine girmiştir. Roma egemenliği döneminde de İskenderiye Okulu zaman zaman tahribata mâruz kalsa da dört asra varan uzun bir zaman diliminde varlığını sürdürmüştür.

İmparator Caeser zamanında vukubulan bu tahribat neticesinde, artık evrensel şöhrete sahip Büyük İskenderiye Kütüphânesi’nden bahsetmek mümkün değildir. Bu tarihten itibaren sadece Serapis Tapınağı’nda bir kitaplık kalmıştı. İmparator Traianıus dönemi (M.S. 98-117) ne gelince, İskenderiye’deki Yahudilerin buradaki Makedon ve Yunanlılarla çekişmesi: daha sonra bir iç isyana dönüşmüştünce Roma İmparatoru Trajan (98-117) bu isyanı çok kanlı bir şekilde bastırmış, şehir tamamen tahrip olmuştur. Ancak çağdaş yazarlar bu isyan ve tahribattan bahsederken, kütüphânelerle ilgili bilgi vermemektedir. Bunun sebebi ise, tüm şehrin tahribatı içerisinde, evrensel özelliğini kaybeden kütüphânenin artık küçük bir teferruat olarak algılanması olsa gerek.

Serapis Tapınağı’nda az sayıdaki kitapla varlığını sürdüren İskenderiye Kütüphânesi 217 yılında Roma İmparatoru Caracalla (188-217) zamanında kentte yaşanan şiddet hareketleri, Aemillianus’un isyanı (M.S. 269); (Roma’ya bağlı olan Palmira’nın kralı yapılan Septimus Odaenatus’un, damadı tarafından öldürülmesi üzerine kentin yönetimini devralan karısı) Palmira kraliçesi Zenobia’nın (240-275) Roma’ya isyan etmesinin ardından İskenderiye’yi (M.S. 272) de ele geçirmesi ve daha sonra İskenderiye’nin İmparator Domitius Aurelianus (270-275) tarafından geri alması sırasındaki karışıklıklarda da önemli ölçüde tahrip olmuştur. İmparator Diocletianus (284-305) dönemi, Roma imparatorluk tarihinde yapılan önemli reformlarla anılır. Mısır Eyâleti, yapısı ve (gerek ekonomik ve gerekse stratejik) önemi itibarıyla, devamlı surette karışıklıkların eksik olmadığı bir yerdi. Diocletianus, Mısır’da. yaptığı idari ve mâli reformlarla karışıklıkları önleyebileceğini düşünmüş ise de bunlar çeşitli isyanların çıkmasını önleyememişti. İskenderiye’de 296 yılında çıkan isyan üzerine İmparator şehri yerle bir etmiş, bu yıkım esnasında tüm binalarla beraber, kütüphâne de bundan nasibini almıştır. İmparator I. Valentianus (364-375) zamanında kütüphâne yağma edilip yakılmış, oradaki filozoflar da sihirbazlık ve büyücülükle itham edilerek takibe uğratılmışlardır.

M.S. 2. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık, kamu düzenini tehdit etmeye başlayınca Kilise ile Devlet arasında iki yüzyıl süren bir ölüm-kalım mücadelesi neticesinde, Hırıstiyanlık çok kan kaybetmesine rağmen neticede devletle barışmıştı. Devlet, Büyük Konstantin (306-337) ile birlikte, Kiliseyi pasif bir besleme hâline getirmiş: çeşitli ırklardan ve dinlerden oluşan imparatorluğu da Hıristiyanlık vasıtasıyla tek dinin etrafında şekillendirmeyi hedeflemişti. Hedef “Tek devlet ve Tek Kilise” idi. Bunun için İmparator, 325 yılında İznik’te ilk ökümenik konsili toplayarak, bu hedefini gerçekleştirmek istemiştir. Bu, ilk başlarda başarılı gibi göründüyse de devlet asırlardan beri gelişen gnostik düşüncelerin bataklığına saplanmıştı. İmparatorun da desteğiyle Kilisenin inancı, putperest kaynaklı Helenistik kültürün oluşturduğu İskenderiye felsefesiyle irtibatlandırılmış, ancak bu irtibat bundan sonra aklî spekülasyonların da önünü açmıştır. Bu konsille beraber Kilise, kendi temellerini sarsan büyük dogmatik münakaşaların frenlenemez boyutlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Arius’un liderliğini yaptığı ve tarihte Aryanizm diye bilinen hareket, devletin birliğini alt-üst etmiştir. Ülke, baştan başa kaynıyordu. Sürgün edilen piskoposların cemaatleri ve taraftarları boş durmuyorlardı. İmparator Konstantin Doğunun dinî durumunu iyi bilmediğini ve İznik Konsili’nde Ariusçulara cephe almakla devletin birliğini daha da tehlikeye düşürdüğünü görmüş olmalı ki, tutumunda gayet açık bir şekilde Arianistler lehine bir değişiklik görülmeye başlandı. İmparatorun desteğini yanlarına alan Ariusçular, önce Antakya Patriğini sonra da İskenderiye Patriğini azlettirerek, sürgüne gönderdiler. Böylece ülke dinî çalkantılara kendini kaptırdı. Bu çalkantılar I. Theodosius’ın tahta geçişine kadar (379) devam etmiştir. İmparator Büyük Konstantin (306-337) ile başlayan süreçle, İmparator I. Theodosius döneminde (379-395) ise Hıristiyanlık devletin resmî dini hâline gelmiştir. Ülke genelinde başta Aryanizm olmak üzere Sabellianizm, Marcellianizm, Futianizm, Makdonyanizm, Apollinarizm, Onimiyanizm v.s. çeşitli fikir akımları yayılmaya başlamıştır. Kiliseyi tekrar bir dinî düşünce etrafında birleştirmeyi düşünen İmparator I. Theodosius, 381 yılında İstanbul’da yeniden ökümenik bir konsil toplamış, ancak bu konsilde alınan kararlar yeterli görülmediğinden bazı ek önlemlere ihtiyaç duyulmuştur. İmparator I. Theodosius bu birliği tehdit eden unsurun İskenderiye Kilisesinin beslendiği putperest kaynaklardan doğduğunu fark etmiş, bunun için sert önlemlere başvurmuş, tüm ülkede putperestliğin kökünü kazımak için 392 yılında bir ferman yayınlamış ise de yine de İskenderiye Kilisesi’nde yayılan putpetest kökenli Hristiyan kimlikli fikirlere engel olunamamıştır.

Kütüphâne Sezar’ın kenti ele geçirmesi esnasındaki yıkımdan sonra ikinci büyük tahribata 379 yılında İmparator olan ve 381 yılında da Roma İmparatorluğunun resmî dini olarak Hıristiyanlığı kabul eden İmparator Teodosius zamanında (391 yılında) uğramıştır.

Roma İmparatoru Teodosyus Zamanında M.S. 392 Yılında İskenderiye’nin İkinci Büyük Yıkıma Mâruz Kalmasına İlişkin Bir Temsilî Resim

İskenderiye Okulunun fikirleri Roma İmparatorluğu ve onun resmî dini olan Hıristiyanlık tarafından yayılmaya çalışılan dogmatik düşünce biçimi ile çatışıyordu. Bu dönemde İmparator, pagan tapınaklarının kapatılması konusunda bir emir yayımlamış, emir doğrultusunda İskenderiye’de pagan Mısırlıların inanç merkezi olan İskenderiye’deki ünlü Serapis Tapınağı (Serapeum) ve İskenderiye Kütüphânesindeki kitaplar tahrip edilmiştir. Bu yıkımda başrolü İskenderiye Patriği Theophilos (385-412) oynamıştır. Bu süreçte ayrıca Patrik Theophilos, İmparatorun onayıyla şehirdeki tüm pagan tapınaklarını kapattırmış, birkaç pagan bilgini ve filozofu da kenti terk etmeye zorlanmıştır.

Roma İmparatoru Teodosyus Zamanında M.S. 392 Yılında İskenderiye’nin İkinci Büyük Yıkıma Mâruz Kalmasına İlişkin Bir Temsilî Resim

İmparator II. Theodosius döneminde (408-450), imparatorlukta dinî birliği sağlamak için Efes’te 431 ve 449 yıllarında iki defa Ökümenik toplantılar yapılmıştır. Bu konsillerde İskenderiye Kilisesi zaferle çıkınca artık tüm Hıristiyan âleminin lideri durumuna gelmişti. Başkent patriğinin statüsünü ve onurunu korumak için 451 yılında Kadıköy’de yine bir ökümenik konsil toplanmış ve bu konsilde İmparator Marcian (450-453), İskenderiye Kilisesinin bu etkisini kırmıştır. Tüm ülkedeki huzursuzluğun başı olarak gösterilen İskenderiye Patriği Dioscorus, İmparator Marcian tarafından sürgüne gönderimiş, 451 yılındaki Kadıköy Konsili’nin neticeleri, tüm ülkede kargaşa çıkmasına sebep olmuştur. Mısır’lı ruhanilerin Kadıköy’den döndükten sonra Başkent’te baskı altında kararları zorla imzaladıklarını söylemeleri ve devamlı surette halkı Kadıköy Konsili aleyhinde tahrik etmeleri bu olumsuz olan havayı daha da gerginleştirmişti. Dioscorus’un yerine patrik olarak atanan Proterius, İskenderiye’ye askeri birlikler nezaretinde gelmiş, şehirde olağanüstü hâl ilan  edilmiş, şehre gelişinin ikinci günü yeni patrik makamına giderken, şehirde gergin bir hava esmeye başlamış, kısa sürede tahriklere kapılan İskenderiye halkı, sokaklarda nümayişlere başlamış, daha sonra tüm kiliseler işgal edilmiş, kiliselerin boşaltılması için askeri birliklerin kullanılması, çatışmalara sebep olmuş, halk ile askerin bu çatışması kısa bir süre sonra isyana dönüşmüş, kiliseleri terk etmemek için direnen halk ile askerin karşı karşıya gelmesi oluk gibi kan akmasına sebep olmuştur. Kaynaklar, kiliselerde üst üste yığılan cesetlerin tavanlara ulaştığını ve ölü sayısının sadece İskenderiye şehir merkezinde 24.000’e ulaştığını kaydetmektedir. Nihayet bu ayaklanma çok kanlı da olsa bastırılmış, alınan tedbirlerle şehirde sükûnet sağlanmış, muhalif tüm ruhaniler sürgün edilmiştir. Ancak bunun geçici bir sessizlik olduğu herkesçe tahmin edilebiliyordu. 453 yılına girildiğinde Kadıköy Konsilinin baş kahramanlarından birisinin ölümü İmparatoriçe Pulharya’nın ölümü Doğuda ve özellikle İskenderiye’de büyük sevinç yaratmış, Konsil aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmış, hükûmet güçlerinin isyana dönüşme ihtimali olan bu gösterileri sert şekilde bastırmaya çalışması, yine çok kanın akmasına ve binlerce kişinin hayatını kaybetmesine sebep olmuş, dünyanın en büyük soykırımlarındaın birisi daha din adına Antakya, Filistin ve Mısırda gerçekleştirilmiş, yüzbinlerce insan katledilmiştir. İmparator Marcian yaklaşık bir buçuk asırdır ülkenin bütünlüğünü altüst eden bu heretik (ayrımcı, zındık, dinde ana akımdan sapan) yorumlu dinî düşüncelerin kaynağının İskenderiye olduğunu biliyordu. Bu korkunç katliamlardan sonra, bir daha bu fikirlerin yeşermemesi için 1 Ağustos 455 tarihinde imparator, Mısır Valisine gönderdiği fermanda tüm kitap ve kütüphânelerin yakılmasını emretmiştir. İmparatorun fermanı çok sert şekilde uygulanmıştır. Böylece 455 yılında İskenderiye’de bulunan İskenderiye Kütüphânesi ile beraber Helenistik kültürün ürünleri olan tüm kitaplar da tarihe karışmışmıştır.

641 yılında Halife Ömer zamanında, Mısır fatihi Amr İbn As tarafından Kütüphâne’nin yakıldığı iddiası “M.Ö. 1. Yüzyıldan itibaren başlayan Kütüphânedeki tahribat asırlardır devam ettiikten sonra M.S. 6. Yüzyıl ortasında İmparator Marcian’ın emri gereği Mısır’daki tüm kütüphâne ve kitapların yakılması uygulamasına rağmen Kütüphâne yahut bu olmayan Kütüphânede acaba yakacak bir şey kalmış mıydı?”  sualini akla getirmektedir…

Acaba İmparator Marcian’ın 455 yılındaki emri gereği İskenderiye Kütüphânesi de dâhil olmak üzere Mısır’daki tüm kütüphâne ve kitapların yakılması uygulamasının ardından İskenderiye’nin Müslümanlar tarafından fethi (642) arasında geçen 187 yıllık zamana rağmen, 641 yılında Halife Ömer zamanında, Mısır fatihi Amr İbn As tarafından Kütüphâne’nin yakıldığı iddiası nasıl ortaya atılabildi, şimdi onu izaha çalışalım.

Rivâyete göre, 642 yılında İskenderiye fethedildikten sonra, Hâlife Ömer şehir kütüphânesindeki kitapların yakılmasını şehrin fatihi Amr bin As’a emretmiş. o da Yahudi dil bilgini, teolog ve Aristo şârihi Yahya en-Nahvî’nin (Ioannis Philoponos) itirazlarına rağmen, kitapları şehirdeki dört bin hamam külhanında yaktırmış ve hamamlar da altı ay bu kitaplarla ısıtılmış. Bunu (Mısır’ın fethinden altı asır sonra) Ebu’l-Ferec diye bilinen Suriyeli Hıristiyan yazar Barhebraeus (1226-1289) söylüyor. Bunun meşhur tarihi, 1663 yılında Latince’ye çevrilip yayınlanmıştır. Efsâne ilk kez o zaman Avrupa’da duyulmuştur. Bazı somut bilgiler nedeniyle bu iddiaların ihtiyatla karşılanması gerekmektedir. Bu çerçevede öncelikle Arapların Mısır’ı fethinden sonraki asırlara kadar kağıt henüz Mısır’a girmemiş olup o dönemdeki kitapların hepsi olmasa da çoğu yanmayan parşömen üzerine yazılmıştı. Ayrıca hamamların ocaklarını altı ay yanık tutmak için en az 14 milyon kitabın bulunması gerekliydi. Üstelik kimi kaynaklarda 6. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan kimi kaynaklar Yahya en Nahvî’nin Mısır’ın Müslümanlar tarafından fethinden önce ölmüş olduğu gibi, Yahya en-Nahvî’nin iddiaları kitabın İbranice ve kısaltılmış Süryanice ve Arapça asıl nüshalarında da bulunmamaktadır. Kitabında bu iddiayı zikreden Ebu’l-Ferec bunu Yahya en-Nahvî’nin hayatını anlatan tarihçi İbnü’l-Kıftî‘den okumuştur. O da bunu 1203 yılında Mısır’ı gezen Bağdatlı tabip Abdüllatif‘ten rivâyet etmektedir. O da “İskenderiye Feneri’nin yıkıntıları yanında birtakım direkler gördüm. Hazret-i Ömer’in yaktırdığı kütüphâne burası olsa gerek!” demiş. Abdüllatif’in bu ziyareti Fâtımî Devleti’nin sonuna isabet eder. Hazreti Ömer’e karşı önyargılı Fatimîler’in, Abdüllatif’in, Hz. Ömer’i onu câhil ve barbar olarak tanıtmaya mâtuf bu ifadelerine itibar etmeleri anlaşılabilir bir durumdur. Salâhaddin-i Eyyûbî, Mısır’ı ele geçirince Fâtımîlerin sapkın inançlarına dair propaganda kitaplarını yaktırmıştı. İbnü’l-Kıftî’nin babası da bu sırada Mısır’da kadı idi. Bu şahıs muhtemelen babasından işittiklerini anlatırken; hâdise bambaşka bir renge büründürülmüştür. İbnü‘l-Kıftî hamam sayısını vermemektedir. Bu nedenle bunu Ebu’l-Ferec’in uydurmuş olması kuvvetle muhtemel. Amr bin As, Mısır’ın fethini takiben ele geçen bazı Yunanca kitapları ne yapacağını güyâ Hâlife Ömer’e sormuş. O da “içinde işe yarar bir şey varsa sakla, değilse yak!” demiş. Bu hâdise ile de yangın arasında irtibat kurulduğu açık. İddia edilen böylesi önemli bir olaydan ne zengin Orta Çağ İslam, ne kilise, ne Bizans ve ne de Yahudi literatüründe bahsedilir. İznik piskoposu tarihçi Yuhanna, 7. yüzyılın sonlarında yaşadığı hâlde ve koyu İslâm düşmanlığına rağmen bu hâdiseden bir kelime olsun söz etmez. Bu gibi iddialar ya efsanelerden doğar ya da kasıtlı olarak uydurulur. Bir kişinin, bir düşüncenin propagandasına yarar. Propagandacı için doğrular değil, etkileyici ve ikna edici olmak önem taşır. Papalar, 8. yüzyıldan beri bütün Avrupa’nın ilk Hıristiyan Roma İmparatoru Konstantin tarafından bir fermanla kendilerine bahşedildiğini söyler; buna dayanarak bütün Avrupa’daki Hristiyan krallar üzerinde dinî ve dünyevî tek otorite olmak isterlerdi. 4. yüzyıla ait olduğu iddia edilen ve Konstantin Hibesi denilen bu vesikanın sahteliği 15. yüzyıla ortaya çıkmasının ardından krallar birer ikişer Papanın dünyevî otoritesini reddetmişlerdir. İskenderiye Kütüphânesinin M.Ö. 47 yılından M.S. 455 yılına dek olan sürede Roma ve sonrasında da Bizans hâkimiyetindeki yaklaşık altı asırlık süre zarfında ne şekilde tahrip edildiği apaçık iken, Kütüphânenin Müslümanlar tarafından yakıldığı propagandacıların favorisi olarak kalmış, bilgi ile efsâne yan yana yürümeye devam etmiştir.

Başta Corci Zeydan olmak üzere, son zamanlarda Batı ve Doğu’da yazılan eserlerde nakledilen bu iddianın temeli 13. Yüzyılda yaşamış üç yazara dayanmaktadır. Bunlar: Abdüllatif el-Bağdadî (1162-1231), İbnü’l-Kıftî (1173-1248) ve Malatya Süryânî Metropoliti Gregory Bar Obroyo (Ebu’l-Ferec 1225-1286) dur. Bu üç yazar da iddialarını hiçbir kaynağa dayandırmamışlardır. İskenderiye’nin 641 yılında Müslümanlar tarafından fethi ile, bu yazarların yaşadığı dönem arasında altı yüzyıla yakın bir süre vardır. Bu altı yüz yıl içerisinde yazılmış hiçbir eserde bu iddiadan ne bahsedilmekte ne de buna dâir en ufak bir imâ vardır. İddia, tamamen dayanaksız ve hayal mahsulüdür. Şimdi bilimsel hiçbir kıymeti olmayan bu iddiaları sırasıyla ele alalım:

Abdüllatif el-Bağdadi konu ile ilgili şunları rivayet etmektedir:

“…Amud Süvari civarında bir takım sütun kalıntılarına rastladım… Muhtemelen bu sütunların üzerinde zamanla bir tavan mevcud idi… Bu yerini Aristotales’in ve kendisinden sonra şakirtlerinin ilim ve fen tahsili için tahsis olunan Daru’l-Ulum olduğunu zannediyorum. Muhtemelen Hz. Ömer’in emri ile Amr b. As’ın yaktığı kütüphâne, buranın içinde idi.”

Bağdadî’yye nazaran, İbnü’l-Kıftî’nin verdiği bilgi ise daha uzun ve adeta senaryo mahiyetindedir. İbnü’l-Kıftî Teracimü’l-Hükemâ adlı eserinde şunları rivâyet etmektedir:

“Amr b. As Mısır’ı fethettiğinde, Gramerci John hayatta idi. Amr b. As, John’un ilim ve irfandaki mevkiini, Hristiyanlar ile vukûbulan sergüzeştini bildiğinden, kendisine bir mevki-i mümtaz tahsis etti. … John, Amr’ın yanındaki itibarından cesaret alarak bir gün O’na şöyle dedi: “İskenderiye’yi herşeyi ile ele geçirdiniz. Bunlardan size faydası olan şeye karışmam. Fakat bir şey var ki, size faydası yoktur… Bunları bize veriniz”. Amr, ne istediğini sorunca, John şu cevabı verir: “Kraliyet Kütüphânesinde mevcut olan kitapları istiyorum. Sizin bunlarda faydanız yoktur. Biz ise onlara muhtacız!” der. Amr, bu kitapları kim topladı, hikayesi nedir? diye sorar. John da şunları anlatır: “İskenderiye hükümdarlarından Batlamyus Fladelfus (M.Ö. 285), ilme ve âlimlere rağbet ederek, her taraftan ilmi kitaplar toplanmasını emretti.  Böylece birçok kitap toplandı. Bunlara özel bir yer tahsis etti. Bu kitaplara bakma memuriyetini ise İbn-i Merre (Zemire) namıyla mâruf (bilinen) bir adama havâle etti. Bunların toplanıp getirilmesi her ne fiyatla olursa olsun satın alınması, satan kimselere teşvikât icrâsı hususlarında da bir adama mezuniyet (yetki) verdi…” Amr, John’dan bu bilgileri aldıktan sonra konuyu Halife Ömer’e yazar. Hz. Ömerden gelen cevapta ise şöyle denir: “… beyan ettiğin kitaplara gelince, bunlar Kitabullah’a uygun şeyleri hâvi ise, Allah’ın Kitabı bizi onlardan müstağnî kılmıştır. Kitabullah’a aykırı şeyler ise onlara ihtiyaç yoktur. Bunları yak!” Amr b. As, bu kitapları İskenderiye hamamlarına dağıtmaya başladı. O sırada İskenderiye’de bulunan hamamların sayısı hâfızamdan çıktı.”

Rivâyete göre bu kitaplar o suretle ocaklara atılıp altı ay zarfında tüketilmiştir. Bunu işitip de hayrete düşmemek imkansızdır.

Bu konudaki üçüncü iddia ise Malatya Süryânî Metropoliti Gregory Bar Obroyo’ya aittir. Yazarın Süryanice orijinal eserlerinin hiçbirisinde bu iddia mevcut değildir. Ancak, yazara atfedilen ve çok sonraları Arapça’ya çevrilen ‘Muhtasar ed -Düvel’ adlı eserinde İbnü’l Kiftî’deki rivayet yer almaktadır. Hz. Ömer’den yaklaşık altı asır sonra yaşamış bu üç yazarda yer alan iddia, yakın zamanlardaki bazı Müslüman ve Batılı yazarların eserlerinde de hiçbir tahlile tabi tutulmadan nakledilmiştir. Özellikle Hıristiyan yazarların ön yargıyla ele aldıkları; duygusal ve çelişkili ifadelerin bolca yer aldığı yoruma dayalı bu iddia, bilimsel gerçeklerden uzaktır.  Şöyle ki:

a) Her şeyden önce Müslümanların Mısır’ın fethi ile bu yazarların yaşadığı dönem arasında altı asırlık bir zaman dilimi vardır. Bu altı asırlık süre içerisinde yazılan hiçbir eserde bu iddiayla ilgili en küçük bir imâ dahi yoktur.

b) Bu üç yazar, iddialarını hiçbir kaynağa dayandırmadıkları gibi, iddia tek kalemden çıkmış gibidir. Bu da birbirlerinden naklettiklerini göstermektedir.

c) Her üç yazar da ilmi tahlilden yoksundur. Eserlerinde (hatta rivâyet ettikleri konuda dahi), bilimsel tarihî gerçeklere aykırı, cehâlet ürünü bilgiler (!) vardır. Örneğin; Abdullatif el- Bağdadî’nin, Aristoteles’i İskenderiye’de yaşamış gibi göstermesi, Musion’un Büyük İskender tarafından kurulmuş olmasını yazması gibi… Hele hele İbnü’l-Kiftî’nin, Gramerci John’u, Amr b. As ile çağdaş göstermesi ve aralarında geçen konuşmaları tiyatro metni gibi kaleme alması hoş görülecek bir hata değildir.

d) Konuyu bir başka açıdan tahlil edecek olursak: Müslümanlar Mısır’ı fethettikten 11 ay sonra İskenderiye’ye girebilmişlerdir. Ayrıca 11 ay önce İskenderiye halkıyla yapılan anlaşma gereği, istedikleri yere gidebilecekleri ve istedikleri şeyleri götürebilecekleri garantisi verilmiştir. Deniz yolu da açık olduğuna göre, şayet kitap var idi isie bunların sağlayacağı maddî imkân göz önüne alınarak, bu kitaplar mutlaka götürülürdü (Özellikle İstanbul’a ve Roma’ya).

e) Mısır’ın ve İskenderiye’nin fethini en ince ayrıntılarına kadar işleyen Müslüman ve gayr-i müslim hiçbir tarihçinin, Kütüphâneden bahsetmemeleri de buranın son olarak İmparator Marcian’ın emriyle (M.S. 455) tarihe karıştığını doğrulamaktadır.

f) Yine İbnü’l-Kiftî’nin iddiasında yeralan Hz.Ömer ile Amr b. As arasındaki mektup vakası, bu üç yazarı da nakzetmektedir. Bu mektubun büyük bir bölümü elde mevcut olup, kütüphâne ile ilgili en ufak bir ibâre mektupta yer almamaktadır.

İskenderiye Kütüphânesi’nin yakılması; çok net bir bilgi olmasa da sonraki yüzyıllarda, farklı kültürlerde bilginin yayılmasını engellemek amacıyla yapılanlarla önemli bir benzerlik göstermektedir. Bilginin yayılması; bilgi kaynaklarının ortadan kaldırılmasıyla engellenmeye çalışılmıştır.

5. yüzyılın ortasına gelindiğinde İskenderiye Kütüphânesinin de ortadan kalktığını düşünen uzmanlar, bu görüşlerini, Hıristiyan edebiyatında İskenderiye’de ayakta kalan hiçbir kütüphâneden bahsedilmemesine dayandırırlar.

Yunan edebiyatını ve özet hâlinde de olsa yabancı el yazması eserleri bir araya toplamak için yapılan ve bilinen ilk girişim olan İskenderiye Kütüphânesi’nin farkı hem Helen hem de Mezopotamya geleneklerinin anlaşılmasını sağlamamasıydı. Kapsam açısından emsalsiz olduğu düşünülen bu kütüphânenin başından beri amacı, dünya üzerinde yazılmış her şeyi kapsamaktı. Bu kütüphâne Babil ve Mısır uygarlıklarının kadim bilgilerine ulaşma konusunda da rakipsizdi.

Herhangi bir felsefî okula ya da öğretiye bağlı olmayan İskenderiye Kütüphânesi ve Müzesi, Krala karşı sorumlu olmakla birlikte liberal eleştirel bilimin temelinin burada atıldığına inanılmaktadır.

İnsan bedeninin bilimsel araştırmaya açılması Ptolemaios Hanedânı döneminde gerçekleşmiş, Helence (eski Yunanca) de son şeklini İskenderiye Okulu’nda almıştır. Nitekim Hollandalı klasik filolog Erasmus (1469-1536) eski Yunancayı İskenderiye Okulu’nun belirlediği kurallara uygun olarak kullanmıştır. Bu nedenle Avrupa’daki klasik liselerde eski Yunancada İskenderiye ve Erasmus Okullarının ilkeleri uygulanmaktadır.

Mısır’ın coğrafi konumu sayesinde pek çok kitabın Araplar tarafından okunabildiği, Arapçaya ve İbraniceye çevrildiği; özgün kopyaların çoğu sonradan kaybolan bu kitapların, bu çeviriler sayesinde korunmuş ve günümüze ulaşmış olduğu değerlendirilmektedir.

Felsefe, bilim ve müzik kuramcısı, bilginin de erdem olduğuna inanan Farabi (872-950), İskenderiye’de hayat bulan düşünce geleneğinin bir devamıdır. İskenderiye düşünce geleneği büyük ölçüde Aristoculuğun Yakın Doğu’ya uyarlanması suretiyle oluşturulmuş ve geliştirilmiştir. Bu gelenekte dinsel içeriği belirgin şekilde ön plana çıkmış olan Yeni Platonculuk başat konumdadır ve Aristoculuk büyük ölçüde bu akımla harmanlanarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Farabî’nin özellikle metafizik, psikoloji ve siyâsal düşüncelerinde gözlemlenen mistik eğilimler, Yeni Platoncu olduğunun açık belirtileridir. Yeni Platoncu öğreti, Tanrı’yı bütün varlığın merkezi kabul eden öğretidir.

12.yüzyılda Toledo (İspanya)’daki bilginler, Aristo’yu Latince’ye tercüme ettiklerinde, Aristo’nun eserlerinin Yunanca orijinallerini değil, Yunanca’dan Süryanice’ye çevrilmiş kopyaların Arapça çevirilerini kullanmışlardı. Dolayısıyla, Bağdat, Şam ve İskenderiye İslami dönemin öğrenim merkezleri ve klasik Yunan eğitiminin mirasçıları oldular.

İskenderiye Kütüphânesi, eski kütüphânenin olduğuna inanılan alanda tekrar inşa edilmiş ve 2002 yılında hizmete açılmıştır. Eski kütüphâneye benzer büyüklükte inşa edilen kütüphâne görkemiyle göz kamaştırsa da yitirilen değerli el yazmalarının bir benzerine sahip olmaması sebebiyle maalesef eski kütüphânenin yerini asla tutamayacaktır.

İskenderiye’de İnşâ Edilen ve 2002 Yılında Hizmete Açılan İskenderiye Kütüphânesi

İrfan PAKSOY

KAYNAKLAR

-, “Eklektizm nedir?”, http:// www. felsefe.gen.tr/eklektizm-nedir-eklektisizm-nedir-ne-demektir, Erişim Tarihi: 07.09.2018.

-, “Ptolemy I, Soter – The First King of Ancient Egypt’s Ptolemaic Dynasty”, http://www.global dialoguefoundation. org/files/ptolemydynasty.pdf, Erişim Tarihi: 15.02.2020.

Çelik, Mehmet; “Süryani Kaynaklarına Göre İmpararyor Marcian’ın İskenderiye Kütüphânesini Yakması”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, Elazığ, s. 54-56.

Ekinci, Ekrem Buğra; “İskenderiye Kütüphânesini Kim Yaktı”, Türkiye, 18.02.2009;

Ortaylı, İlber; “İskenderiye Kütüphânesi”, Milliyet, 12.03. 2006.

Öklit, Öğelerin 13 Kitabından Birinci Kitap, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, İstanbul 2013.

Sinanoğlu, Mustafa; “Yahya en-Nahvî”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 43, İSAM, İstanbul 2013.

Şenel, Cahid; “Yeni Platonculuk”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 43, İSAM, İstanbul 2013.

Üstün, Emrah ve diğerleri, “Arşimet Burgu Türbini ile Çalışan Hidroelektrik Santralin Nümerik Analizleri ile Deneysel Verilerinin Karşılaştırılması”, Kocaeli Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 1 (1): 2018.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir