Michel Foucault, deliliğin tarihini incelerken kritik bir aşamadan söz eder. “Tecrit”… Önceleri deliler, toplumla birlikte yaşar, sorun çıkardıklarında uzak bir yere sürülür, orada başka bir toplumun içinde var olmaya devam ederler. Ancak, Ortaçağ boyunca zaman zaman alevlenen veba salgınlarında, hastalığı toplumdan uzak tutmak amacıyla kurulan tecrit yapıları, Yeni çağ ile beraber, deliler için kullanılmaya başlanır.
Bu tecritle birlikte delilik, tarihte ilk kez, onu çevreleyen sınırlar içinde “normalleşir”. Bu esasen bir “sağaltım” süreci değildir. Sınırları içinde “norm”un “delilik” olduğu (ve hatta içinde “deliliğin üretildiği”) bir başka dünyanın inşasıdır. (Bu farklı dünya, bir süre sonra tıpkı hayvanat bahçeleri gibi ücret mukabilinde teşhire de açılacaktır. Özellikle 17 ve 18. yüzyıllarda bu teşhirler batıda, aristokrasi için bir eğlence, pek de “akıl hastanesi” diyemeyeceğimiz bu yapılar için ise gelir kaynağıdır.)
Dış dünyayla ilişkisi kesilen her yapı, kendi “normallerine” hapsolur. Kendi normlarını dünya üzerinde sınama ve eleme şansını yitirir. Böylece, tıpkı bir havuzun içinde zamanla çürüyüp kokuşan su gibi, izole yapılar da kendi hastalıklarını çoğaltmaya, kendini çürütmeye, kendi deliliğini “üretmeye” başlar. Bir toplumu “canlı ve sağlıklı” kılan şey, yeni kültürel mekanizmaların eklenmesi kadar köhnemiş ve işlevini yitirmiş olanın ayıklanmasıdır da. Ancak tecrit, toplumların elinden bu imkânı alır. Kendi içine dönen toplumun kaderi, kendi deliliğinin çoğaltılıp normalleştirmesidir sadece. Bu yüzden sağlıklı toplumlar için güvenli ve geçişken sınırlar hayatidir.
Bir toplumun çocuklarını dünyayı gezmek için cesaretlendirmesi önemlidir. O çocuklara bir ya da birkaç yabancı dilin iyice öğretmesi önemlidir… Ve en elbette, yeni kuşağa aktarılan bilgi ve değerler sisteminin, yanlış, eksik, işlevsiz ya da hatalı olabileceğinin açık itirafı şarttır. Zira tecrit sadece duvarlarla olmaz.
İletişim ve bilgi eksikliğiyle, ya da tek taraflı bilgiyle de tecrit edilir toplumlar. Böyle toplumlar kendi normlarına hapsolur. Kendi içine döner, kendi deliliğini normalleştirir. Bu toplumlarda insanlığın en ölümcül toplumsal hastalığı Faşizm, er ya da geç çıkar ortaya. Bunun panzehiri ise çok basittir. “Dünyayla ve ötekiyle, samimiyetle tanışabilme, yüzleşebilme cesareti… ”
Kaan BAHADIR
Son Yorumlar