Son dönemin başarılı öykücülerinden Abdullah Ataşçı’nın toplu öykülerinin bir araya getirildiği “Kimse Bilmesin” adlı kitap, Şubat 2017’de Everest Yayınlarından çıkmış.
Kitabın ilk öyküsü olan, “Seni Sevdiğimi Kimse Bilmesin.” adlı metinde yazar, ölüm temasından yola çıkıp bir kentsel dönüşüm hikâyesiyle birlikte bu dönüşümün yarattığı kişisel ve toplumsal hüznü, artık uzak hatıralarda kalan büyülü nostaljik görüntülerle harmanlayarak güncelin sancılı süzgecinden geçiriyor.
Yazar, insanımızın son yıllarda yaşadığı toplumsal değişim süreçlerini irdelerken, salt hayatımızdan giden insanların değil; tanıdık nesnelerin de artık yavaş yavaş kullanımdan kalkmasıyla yaşamımızda oluşan tanımsız hiçlikler gibi, ölümün de insanın içinde bıraktığı derin boşluktan yola çıkarak kahramanını tılsımlı bir hayal âlemine çekiyor; dahası o hayal içinde en uzun ve en tatlı uykusunu uyutuyor ona…
Ataşçı’da dikkat çeken bir konu da devrimci öyküler yazması: Okuma-yazma, cehaletten kurtulma, kısacası çağdaş eğitim üzerine okunası hikâyeler kuruyor yazar. Örneğin, “Ali’nin Suçu” adlı öyküde, okumayı hiç sevmeyen küçük kardeş Ali’yle, onunla taban tabana zıt bir karakter olan, okuyan, aydın ve devrimci ağabeyinin çatışmalarını anlatıyor. Bir tarafta okumayı sökmek istemeyen Ali, diğer tarafta okuyan ağabeyinin evinin basılarak kitaplarınin aranması, akabinde cezaevine girmesi gibi tezatlıklar işleniyor bu öyküde.
Ataşçı’nın öyküleri âdeta bir romanın bölümleri gibi: Hikâyenin bittiğini düşündüğümüz bir anda, yazar geçmişe dönüp daha tüm macerayı daha heyecanlı olarak devam ettiriyor. Örneğin, “Yücebaba Çorbacısı” adlı öyküde geçmişi âdeta süpürerek bugüne getiriyor.
Ataşçı’nın kahramanları; sesi duyulmayanlar ezilmişler, işçiler mağluplar… Yazar, “Paslı Zamanın Resmi” adlı öyküsünde, fırında alın teriyle üç kuruşa çalışan Hasan’ın, mahallenin en alımlı kızı Fatma’ya âşık olmasıyla, patrondan isteyeceği zammı, sigortayı bu mutluluk karşısında unutup, sevdiği kızdan aynı karşılığı da alamayınca mutluluğunun bir balon gibi sönüp gitmesiyle Hasan’ın da kaybedenler kulübüne dahil olması gibi, yazarın neredeyse tüm kahramanları feleğin sillesini yemiş bağrı yanıklardan oluşuyor.
Bana göre Ataşçı, toplumcu-gerçekçi olduğu kadar post-modernist de bir öykücü… Zira “Külüstür Dünya” adlı öyküsünde iç içe “matruşka öyküler” diyebileceğimiz bir çok metin var. Yazar bu ilginç öyküde metni, “Öyküden Önceki Öykü, Öykü, Kavak Ağacı Gölgesi ve Öyküden Sonraki Öykü” olmak üzere dört bölüme ayırarak ele alıp işliyor. Bu öykünün kahramanı bir deli. Bir delinin bakış açısıyla dünyaya ve hayata dair muazzam ve ironik eleştireler var metinde.
Ataşçı’nın dili, anamızın ak sütü gibi arı duru, tertemiz Türkçe. Yazar, yabancı sözcüklere çok yüz vermiyor metinlerinde. Öyküde dil işçiliğinin hakkını veren yazarlardan biri aynı zamanda.
Öykülerde diyaloglar kararında, betimlemeler ve zarf-sıfat takımları yerli yerinde. Bu anlamda da gerçekçiliği ağır basıyor, hatta “büyülü-gerçekçiliği diyelim.
Ataşçı öyküde üslubu tekdüzelikten kurtarmak için bazen anlatıcı kişileri değiştirebiliyor: Örneğin, “Zeynep” adlı oyküsünü hem birinci tekil hem de üçüncü tekil kişi ağzından kaleme almış. Doğal olarak bu durum da öyküyü farklı kılmış.
Şiirsel tümceleri var yazarın, bu öyküleri gözleri kapalı dinleyen biri, okunan metnin öykü değil de şiir sanısına kapılabilir.
Uzun sözün kısası, Abdullah Ataşçı’nın her öyküsü bizi alıp başka âlemlere götürecek karatta özgün ve düzeyli öyküler. Böylesi seçkin metinlerin bir kitapta toplanmış olması okur için bulunmaz nimet olsa gerek. Ben okumalara doyamadım bu güzel öyküleri, herkese de öneriyorum ve Abdullah Ataşçı’nın yeni öykülerini heyecanla bekliyorum…
Samle ÇAĞLA

Son Yorumlar