Adı Süveyda

“Aşk imiş her ne var ise âlemde/İlim bir kıyl u kâl imiş ancak” der Fuzûlî, yeryüzünde anlamlı tek hakikatin aşk olduğunu, onun dışındaki cümle uğraş ve malumatın bir “kıyl û kâl”dan  (laf û güzaf) ibaret olduğunu belirtir  bir gazelinde bu veciz beytiyle. Aşk; bütün zamanların en temel anlatı konusu olduğu gibi günümüzün de en çok bahsi edilen mevzuudur. Lakin ‘derinliğine bir aşk’ mevzuunun dünyadan göç eyleyip masal ve hikâyelere sığındığı hakikati de apaçık önümüzde durmaktadır.

“Her insan dünyaya geldiğinde kalbinde siyah bir lekeyle doğarmış. Hayattaki amacını bulunca insan, o leke de kendiliğinden kaybolup gidermiş.  O siyah lekeye Süveyda denir Divan Edebiyatında. Şairler aşkın burada tecelli ettiğine inanır.” Gürhan Gürses, Adı Süveyda’ymış isimli romanında böyle izah etmekte romanın konusunu ve aşkın menbaını. Yazar, aşkın girmediği gönlü çöl olarak görüyor ve aşkın konuşulmadığı dili de lalüebkem olarak vasfediyor. (*)

Kendine has zengin ve farklı üslubuyla yüzlerce yazısını, hikâyesini, şiirini değişik mecralarda okuduğumuz yazın dünyasının güçlü kalemi eğitimci yazar Gürhan Gürses’in Kaptan’ın Defteri ve Sidoma’dan sonra roman türündeki üçüncü eseri Adı Süveyda’ymış. Diğer iki romanı gibi Adı Süveyda’ymış romanı da en temel hakikati yani aşkı konu alıyor iç içe geçmiş hikayeler etrafında. Bütüncül bir bakışla ve birbiriyle bağlantılı öykücülüğünü göz önüne aldığımızda bir roman olarak kurgulanmasının yanında her bölümü müstakil bir öykü gibi de değerlendirebileceğimiz bir yapıda bir roman. Gürses’in güçlü kalemiyle klasik edebiyatımızın bütün mazmunları bir bir satırlar arasında görünürken İslam ve Doğu Edebiyatının ve kültürünün bütün belli başlı hikâyeleri ve evrensel kültür hazinesi de kitabın sayfaları arasında kendine genişçe yer bulmaktadır.

Roman iç içe geçmiş ve bağlantılı iki farklı öykü ile aşkın halleri ve vuslat arayışı ekseninde ilerlemekte ve temelde sözlü kültürümüzdeki hikayecilik/tahkiye geleneğini modern bir formda önümüze koyarak insanın insanı, kalbin kalbi arayışını konu almaktadır. Zaten hayat bir ‘arayıştan’, bireysel hikayelerimizdeki bir başlangıç ve bir bitişten öte nedir ki? Bütün yapıp ettiklerimiz ‘arayışlarımıza’ bahane kıldıklarımız değil mi? Yazmak da bu anlamda bir bahanedir ve ne güzel bir bahanedir. Bahanemiz daim olsun ve çeşitlensin cümle zaman ve zeminlerde.

“Yazınca iyileşiyorum her türlü hastalıktan.” diyen yazar aşkın karşılıklı olarak ‘değiştiren ve dönüştüren’  yönüne özel bir  vurgu yapmakta, ‘anlatıcılarını kaybeden bu topluma’  aşkın sihirli gücüyle her yaraya merhem olacak  ilgi çekici ve merak uyandırıcı bir hikaye sunmaktadır. Bir yanı tahkiyecilik geleneğine dayanan bir yanı şimdide yaşanan iki farklı öykünün birbirini tamamladığı roman, günlük formatına uygun serimi ile de farklı bir örneklik teşkil etmektedir.

Sosyal hayatın dar sınırlar içinde olduğu çok uzak olmayan  zaman ve zeminlerde birbirlerinin hikayelerine muhtaçtı insanlar. O yüzden bulunduğu mekanların dışına çıkıp dönen insanların başına  ‘yediğin içtiğin senin olsun da gördüklerini, duyduklarını anlat bizlere’ diye toplaşırdı kalabalıklar. Bu hakikatin bilinciyle daha bir dikkatli, daha bir ilgili yaşardı insanlar yaşadıklarını. Uzun otobüs yolculuklarında daha bir ilgili olurdu  yol arkadaşları ile. Birbirlerini taşıya taşıya yakın ederlerdi uzakları.  Sonra televizyonlu otobüsler girdi insanların hayatına, her yolcuya özel içerik sunan seçenekler, tekli koltuklar, kulaklıklar uzaklaştırabildiği kadar uzaklaştırdı insanları birbirinden. Modern zaman insanların birbirlerine açılan pencerelerini bir bir kapatmaktadır artık. Teknoloji her birimizi kendi öznel dünyasına hapsedip her şeyden ve herkesten soyutlamaktadır. Başkalarının hikayelerine ilgimiz ya tamamen yitmiş yada yüzeysel ve yapay bir ilgiden ötesi kalmamıştır. Bu biraz da toplumun anlatıcılarını kaybetmesi ile alakalı bir durumdur. Devir artık anlatım devri değil gösteri devridir.

Romanın ve genelde Gürhan Gürses’in dili üzerinde de ayrıca birkaç kelam etmek gerekir. Rahat ve akıcı  bir dile sahip Gürhan Gürses. Sözcük tekrarları, güçlü kelime oyunları ile zaman zaman mecrasından taşsa da büyülü bir dil oluşturulmaya çalışılmaktadır romanda. Düzyazıya hakim zengin bir kafiye sistemi (secî) dilin anlam kadar fonetik yönünü de es geçmeyen bir ustalıkla arzı endam etmektedir roman boyunca. Romandaki dil işçiliği çoğu yerde anlamın ve kurgunun önüne geçerek kendine yüksek bir taht kurmakta, büyülü bir atmosfer oluşturmaktadır.  Değil mi ki her şeyi anlamlı kılan kelamdır. Bu yönüyle kelamın gücünü ortaya koyan bir eserdir aynı zamanda Adı Süveyda’ymış romanı.

“Herkesin yetiştirmesi gereken bir hikayesi illaki vardır. Bazen bir şehre yetişmeye çalışırsınız , bazen de bir insana… Bazen bir hikayeyi yetiştirmeye çalışırsınız bazen de bir ömrü…”  diyen yazar yüreğe dokunan öykü ve romanları ile bir anlamda kendi hikâyesini yetiştirmeye çalışmaktadır yazdıklarıyla. Kendi hikâyesinin kahramanıdır her insan. Eksiği fazlası, iyisi kötüsü , artısı eksisiyle bir maceranın bazen ortasında bazen kıyısında dolanıp durmaktadır insanoğlu. Bu biteviye döngü anlam katar yaşamımıza, dünümüze, bu günümüze ve yarınımıza. Umulur ki aşk ola bu anlam, kalbe dola bu güzellik…

Fadıl KARLIDAĞ

*Adı Süveyda’ymış, Gürhan GÜRSES, Telmih Yayınları, Ekim 2023

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir