Millet olarak çok konuşmayı, az iş yapmayı seviyoruz. Konuşurken bağırmayı, karşımızdakini susturmayı; çalışırken de kaytarmayı, işten yırtmayı… En küçük mahalledeki kahvehaneler bile siyaset teorisyenlerine taş çıkartacak teorilere, tartışmalara sahne olur. Tartışanlar bir sayfa kitap bile okumasalar da…
Ülke sınırları içerisinde kopartılan gürültüye, dünyanın en süper adamları biziz ezberine, dünyanın merkeziymişiz gibi davranmamıza rağmen ne yazık ki ülke sınırları dışında çok yalnız, örgütsüz, bilinçsiz, darmadağın bir haldeyiz. Dünyanın her yerinde vatandaşlarımız olmasına rağmen kendini hissettiren bir lobimiz, PR çalışmamız yok. İnsanımız sahipsiz, kimsesiz… Hep el yordamıyla bir şeyler yapılıyor. O bir şeyler düzelene, rayına oturana kadar da nice insan kaybımız oluyor.
Bir imparatorluk bakiyesi olarak modern zamanlara hazırlıksız yakalandık. Terekemiz zaten paramparça…
Hepimizin bildiği gibi 1960’lı yıllar insanımızın ekmek parası kazanmak için, daha iyi yaşam şartlarına kavuşabilmek için kitleler halinde Almanya’ya göçünün başladığı tarihler. İlk defa insanımız dilini, dinini, kültürünü, yaşamını, geleneğini bilmediği bir dünyaya açılıyordu. Burada önderi, kılavuzu ne yazık ki yoktu. Göçün getirdiği bütün sorunları kendi başına çözmek zorunda kaldı. Bu sorunların başında eğitim ve kültür geliyor. Bir de dil… Deneme yanılmayla bir şeyleri yoluna koymaya çalıştı. Başta söylediğimiz gibi örgütlü, düzenli bir hareket olmadı. İnsanımız kendini yanında hissedeceği bir kurum göremedi. Yanında kurum görmeyi bırakın birçok dernek, vakıf bu insanların bin bir zahmetle kazandığı paralara göz dikti.
Zeki Önsöz 1975 yılında uluslararası bir seminere katılmak için Almanya’ya gidiyor. Dört ay boyunca orada kalacaktır. Daha sonra ülkemize dönerek yurt dışındaki işçi çocuklarının eğitimiyle ilgilenen birimde müşavir olarak çalışıyor. 1976 yılında Almanya T.C Stuttgart Başkonsolosluğu’na eğitim müşaviri olarak atanıyor. 1979’da Almanya Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Neuss şehrinde 26 yıl Türkçe öğretmenliği yapıyor. 2005 yılında emekli olduktan yaşadıklarını, insanlarımızın sorunlarını, çözüm önerilerini, gezi yazılarını, tarihle ilgili makalelerini çeşitli yayın organlarında yayınlıyor. Aynı zamanda sitemizin de kıymetli yazarlarından.
“Almanya’da Türkçeye Adanan Bir Ömür” kitabında Zeki Önsöz Almanya’daki Türkler ve Türklerin eğitim, dil sorunlarına mercek tutuyor. Hatıralarından, yaşadıklarından yola çıkarak bir devrin röntgenini çekiyor. Kitap çok önemli. Çünkü olayları, süreçleri birebir yaşayan bir kalemin ürünü. Üçüncü şahsın anlattığı fantazyalar ya da yorumla değil. Bizzat gerçeğin kendisi…
Başta dile getirdiğimiz birçok olumsuzluk ilk defa Almanya’ya gittiğinde Zeki Bey’i karşılıyor. Dört aylık seminer döneminde çeşitli geziler yapıyor. Bunların başında Türklerin yoğun olarak yaşadığı Berlin geliyor. O zaman tabiî ki Berlin ikiye ayrılmış. Doğu Belin, Batı Berlin… Yazar Berlin’e “Türkiye’nin son vilayeti” diyor. Sokaklarda başörtülüler, çocuklar, Kur’an kursuna gidenler, Türk kasabı, Türk bakkalı, Türk berberi… Zeki Bey buradaki Türkleri evlerinde ziyaret ediyor. Onların acıklı, ağlamaklı gurbet öykülerini dinliyor. “Türkler adam yerine konmuyor”, “Dünyada yalnızız”, “Türkiye’de yaşadığımız olumsuzlukların daha fazlasını burada yaşıyoruz.” diyorlar. Bütün bu kötü şartlara rağmen, kimse Türkiye’ye dönmek istemiyor ne yazık ki! Çünkü ülkemiz kendi insanına sahip çıkabilecek ortamı oluşturamamış.
Zeki Önsöz bu ilk gezisinde Türklerin sayısı problemlerine tanık oluyor. Türkler içinde bulundukları şartlar dolayısıyla sevilmeyen, dışlanan, yabancı bir unsur olarak görülüyor. Bu da bizim insanımızı kendi dünyasında yaşayan, dışarıya kapalı bir hale getiriyor. İzole edilmişlik… Yazarın da belirttiği gibi İnsanlarımız Almanya’da temelli kalmayacağım psikolojisi içerisinde. Biraz para kazanıp, işleri yoluna koyup ülkeye dönme düşüncesindeler. Bu da Bizimkilerin Almanlarla kaynaşmasını engelliyor. Türk gettoları oluşuyor. Almanlar bizi tam tanımadıkları için doğal olarak önyargı kendini gösteriyor. 1970’li yıllarda Türk işçi aileleri en kötü evlerde oturuyorlar. İki odalı kimi evlerde iki aile beraber oturuyor. Bazı evlerde bir tuvaleti 50-60 kiracı Türk kullanıyor.
Almanya’ya giden insanlarımız problemlerini çözmede çok zorlanıyor. “Türk işçileri Almanya’da karşılaştıkları sorunları çözmekte büyük güçlükler çekti. Çünkü her sahada karşılarına çıkan sorunları çözmek için gerekli donanıma sahip değillerdi. Eğitimlerinin yetersiz oluşu, Almancayı bilmemeleri, içinde yaşadıkları toplumla ilişkilerinin az oluşu, Almanca radyo ve televizyon gibi kitle haberleşme araçlarını izleyememeleri bunda etken oldu. İşsiz kalınca ne yapacaklarını bilemediler, resmi belgeleri dolduramadılar, devletin sunduğu bazı fırsatlardan yararlanamadılar. Çocuklarının eğitimi konusunda ne yapacaklarını bilemediler. Ancak burada Türklerdeki dayanışma duygusunun çok kuvvetli olduğunu belirtmek gerekir. Yabancı bir ülkede Türkler güçlüklerin üstesinden bu sayede gelmeye çalıştılar.” (Sayfa 52)
“Almanya’da Türkçeye Adanan Bir Ömür” Türklerin Almanya’ya işçi olarak ilk gidişinden günümüze yaşananları bütün berraklığıyla anlatıyor. Almanya’daki Türk çocuklarının eğitim öğretimiyle ilgili bürokratik kurumların (Milli Eğitim Bakanlığı Öğrenci Müfettişliği ve Kültür Ateşeliği, Çalışma Bakanlığı İşçi Ateşelikleri, Dışişleri Bakanlığı Büyükelçilik ve Konsolosluklar) işbirliği ve koordinasyon açısından yetersiz olduğunu, görev ve sorumluluk alanlarının belirsiz olduğunu, hizmetlerin görülmesinde karmaşıklıkların meydana geldiğini öğreniyoruz. Ne Türkiye’de ne de Almanya’da işçilerimizle ilgili hiçbir derli toplu bilgi yok, istatistik yok, el yordamıyla ilerliyor her şey.
Zeki Önsöz hem idari görev hem de öğretmenliği döneminde bu dağınıklığı toparlamak için mücadele ediyor. Öğrencilerin sorunlarını yakından görmek için çalışıyor. Toplantılar, geziler, iftarlar tertip edilmesinde ön ayak oluyor… Yazarın eşi Günay Hanım Almanca bilmeyen Türk kadınlarına dil kursu veriyor. Önsöz, 1975’ten 2005’e kadar eğitimdeki değişimi bizzat gözlemliyor ve içinde oluyor.
1960’larda Almanya’ya gidenlerin işleri hazırdı. Eğitim seviyeleri ona göreydi. İkinci, üçüncü nesil ise iş konusunda bu kadar şanslı değildi. Niteliksiz kişilerin iş bulması zordu. İyi bir eğitim gerekiyordu. Bunu başarabilenler ayakta kaldı. Bugün tabiî ki birçok iyileşme söz konusu ama zamanında büyük sıkıntılar çekildi.
Zeki Önsöz kitabında Almanya’daki işçilerin Türkiye’den giden çeşitli dernek ve vakıflar tarafından dini duyguların kullanılarak nasıl kandırıldıklarını ve soyulduklarını da anlatıyor.
Almanya’ya işçi olarak giden Türklerin içinden geçtikleri süreçleri öğrenmek ve anlamak için “Almanya’da Türkçeye Adanmış Bir Ömür” kitabının dikkatle okunması gerekir. Ayrıca kitap görsel malzemelerle de zenginleştirilmiş.
Muaz ERGÜ
Son Yorumlar