Byung-Chul Han‘ın hangi kitabını okursanız okuyun, bunların etkisi her zaman aynıdır: Günlük hayatınıza yeni bir bakış getirirler. Elbette her zaman yazarla aynı fikirde olmak zorunda değilsiniz. Aksine, Byung-Chul Han’ın yazıları birçok yönden iyi bilinen yaklaşımlara kışkırtıcı indirgemelerdir. Örneğin, günlük hayatımızı süsleyen dokunmatik ekranlara atıfta bulunarak, “Modern insanlar artık hareket etmiyorlar, parmaklarını kımıldatıyorlar” der.Byung-Chul Han son kitabı “Vita contemplativa” ise hedef tahtasına Hannah Arendt‘i koymuş görünüyor. Yazarımız, Arendt’in etkin eylem söylemini hem hatalı buluyor hem de olumsuz gelişmeleri ona bağlıyor. Yanlış anlaşılmasın Byung-Chul Han, eylemliliği inkar etmiyor, onun kaybettiğimiz yaratıcı bir yeti olduğunu, aslında hayatın gerçek anlamını yansıttığını iddia ediyor. Günlük yaşamlarımızı aydınlatmak, dünyayı kurtarmak ve küresel krizlerin üstesinden gelmek için insanın tefekkür kapasitesi yeniden etkinleştirilmelidir. İnsan yaşamına bir tefekkür unsuru eklemeyi öneriyor. Ona göre doğanın yok edilmesini durdurmanın tek yolu bu!Peki, birey olarak biz ne yapabiliriz? Dinî ritüeller ve bayramların cemaat oluşturma etkisi, Tanrı’nın dünyayı yarattıktan sonra – Hristiyanlık teolojisine göre – yedinci günde dinlendiği ve hiçbir şey yapmadığı, Musevilik açısından Şabat’ta her faaliyetin durdurulması gerektiği ancak kimsenin dinlenmesine izin verilmediği gerçeği üzerinde durabiliriz; ömür bitiyor, iş bitmiyor çünkü. Kendimizi sürekli iyileştirmeyi ve her şeyi metalara indirgemeyi bırakmalıyız, diyor Han. Ancak kapitalist ekonomide her etkinlik bir gösteriye ve her tüketici yalıtılmış bir kişiye dönüşmüş, dijital iletişim, topluluk yaratmayan bir iletişim haline gelmiş durumdadır. Oruç bile tefekkür ve ibadet boyutunu kaybeder ve bedeni yenilemeye değil, yenilenmeye hizmet eder ki kişi tekrar işe hazır olsun.Byung-Chul Han, “Modern hayatı sadece iş ve başarı açısından algıladığımız için, eylemsizliği mümkün olduğunca çabuk düzeltilmesi gereken bir eksiklik olarak görmekteyiz” diyor.Ama gerçek mutluluğu ancak eylemsizlik eyleminde buluruz; gezdiğimizde, düş gördüğümüzde, uyuduğumuzda, düşündüğümüzde, sıkıldığımızda, hiçbir şey ummadığımızda, sadece sustuğumuzda, çabalarımızın hiçbir sonuca yol açmadığını gördüğümüzde mutlu olabiliriz! “Can sıkıntısı” der Walter Benjamin, “büyük işlerin eşiğidir” ve Han bunun tam olarak can sıkıntısını “henüz ortada olmayanı ortaya çıkarmamızı sağlayan, bir şeyin tamamen başka bir şey olmasını mümkün kılan muğlaklık” olduğunu öne sürer.”Arendt, insanın benzersizliğinin sadece eylemde kendini gösterdiğine inanırken “Vita contemplativa”yı dünyadan kaçış olarak yorumluyor. Han ise, Arendt’in aksine, “insanlığın geleceği, insan failliğinin gücüne değil, tefekkür yetisinin yeniden canlanmasına bağlı” olduğunu savunuyor. Çünkü “vita activa” tükenmişlikle sonuçlandı – modernleşme sürecinde sadece ruhlarımız değil, tüm gezegenimiz yoruldu.
Byung-Chul Han, yeni çalışmasında meritokrasiyi de eleştirmekte ve Martin Heidegger‘in “Gelassenheit” kavramından yararlanmaktadır. Ancak insanlık krizler ve savaşlar içinden geçerken “eylemsizlik” talimatı pek akılcı ve yapıcı gözükmüyor!İsterseniz meseleyi kavramak için son kitabından bir kaç örnek verelim:1.
“Kalp, anı ve bellek organıysa, kalpsiz dijital bir çağda yaşadığımız kesin. Çok miktarda veri ve bilgiyi kayıt altına alırız ama anıların peşine takılmadan. Bol bol sadakat, sorumluluk, güven ve bağlılık yeminleri ederiz. Ancak kısa vadeli ve kalıcı olmayan kurallar/ölçüler hayatımızı belirler.”Kısaca, Byung-Chul Han, retoriğini iyice düşünülmeyen antitezlerden inşa ediyor. Çünkü “anıların” kayıt altına aldığımız veya tuttuğumuz bilgilerle hiç mi ilgisi yoktur?2.
“Bugün tüm gücümüzü hayatı uzatmak için kullanıyoruz. Gerçekte hayat, hayatta kalmak için kısalıyor. Kısaca, hayatta kalmak için yaşıyoruz. Sağlık histerisi ve optimizasyon takıntısı, mevcut varlık eksikliğinin refleksleridir.”Ancak, bir şeyin yokluğunu iddia etmek, ölçmekten daha kolaydır. Bu arada, Han için günümüzdeki boş zaman anlayışı, huzursuzluk ve verimlilik düşüncesiyle bulaşıyor. Bu, kendini iyileştirmeye hizmet etmekte, insanları gündelik kapitalist yaşama uygun hale getirmektedir. Bu yaklaşım kısmen doğru. Ama bu yaklaşım büsbütün doğru değil. Kendini sürekli geliştirmeye adamayan, hatta umursamayan yeterince insan var bu dünyada. Aslında bir spor dalında yada bir müzik aleti öğrenirken neden daha iyi olmayı denemeyelim ki? Belki güzel bir roman okuyarak da akıllanabilir insan.Varlığın uyumu ve bütünlüğü ancak ‘vita contemplativa’, yani eylemsiz yaşam biçiminde deneyimlenebilir. Anlıyoruz ki, Byung-Chul Han, Alman romantizmini tatlı bir özlemle takip etmeyi sürdürüyor. Tüm canlıların gizeminin ve bağlamının korunduğu yeni bir dünya hayal ediyor. Örneğin, Cezanne tablolarında müşahede ettiği eşsiz uyumu övüyor.Onun için bunlar değişken değerlerden ve aydınlanmış estetik anlardan daha fazlasıdır. İşaya’nın kehanetinde öngördüğü gibi, her şey ve her varlık birbirleriyle dost olur, ve gün gelir aslan ile kuzu barış içinde yaşar. Han’a ipucu veren Adorno, kendisini yalnızca eleştiriyle sınırlı tutarken yada ‘uzlaşma’ yoluna seçerken, Han, dinlerin kurtuluş tasvirini kullanmaktan çekinmiyor. Ama muhtemelen teolojiye duyduğu ilgi pek ciddi değil. Onun için asıl önemli nokta; dinlerin doğasında var olan şiirsel imgelere başvurmak veya dinlere özgü dil oyunlarını yeniden canlandırmak.Eğlence veya eylemsizlik ya da cennetteki ismiyle tefekkür ancak yeryüzündeki sosyal hizmetler ve toplumun altyapısı tam güvence altına alınırsa gerçekleşebilir. Bu alanda Batı medeniyeti oldukça başarılı sayılabilir:“Eylemsizlik” ‘beşeri’ oluşturur… Gerçekten atıl olan kimse, kendini ileri sürmez. Gerekirse adını atar ve hiç kimse olur. İsimsiz ve isteksiz biçimde kendini olan bitenin akışına bırakır. Roland Barthes, bir haiku’da ‘tembellik’ hayalini şöyle açıklıyor:“Hiçbir şey yapmadan sakince oturBahar gelirVe çiçek yine kendi kendine açar.”3.
“Huzur olmazsa barbarlık olur, dinginlik olmazsa müzik olmaz.”Kitaptan alıntıladığım bu satır bize “hayatı sadece iş ve başarı açısından algıladığımızı” ve “eylemsizliği bir eksiklik olarak” anladığımızı, tüm varlığımızın tamamen faaliyetler tarafından emildiğini ve eylemsizliğin kendi mantığı ve ihtişamı olduğunu unuttuğumuzu hatırlatıyor.Sürekli bir şeyler üretmek ve tüketmek zorunda olduğumuz için, sakinlik ve huzur duygusunu yitirdik, can sıkıntısı bizi bazen dehşete düşürüyor: “Yalnızca uyaran ve tepki, ihtiyaç ve tatmin, sorun ve çözüm, amaç ve eylem kalıbının hâkim olduğu yerde, yaşam hayatta kalmaya doğru azalır. Gerçek yaşam,” diye yazar, “o anda başlar, hayatta kalma, saf yaşamın sefaleti sona erer. Beşeri çabanın nihai amacı eylemsizliktir.” Evet, modern insana cazip gelebilecek bir fikir bu!
Yine kitabın bir bölümünü Taoizm’in ana temsilcilerinden birine ayırmış Han: Zhuangzi, “Usta Zhuang” (MÖ 365 ila 290). Heidegger’in “Varlık”ına benzer şekilde, Dao da var olan her şeyin altında yatan o esrarengiz ilkedir. Taoist, hayatını onunla uyumlu hale getirmeye çalışarak Tao’nun işleyişine mümkün olduğunca az müdahale eder. Kısaca, bir tefekkür tavrı geliştirir.Han’ın bu tavrı örneklerken seçtiği metin komik biraz. Bir öküzü kesen bir aşçının hikâyesi anlatılır: “Zhuangzi, kasaplığı sınırsız ve kasıtsız bir olay olarak tasvir ediyor. Aşçısı aslında boştur. O, sadece olan bitene tanıklık eder. Öküz kendi kendini parçaladıktan sonra, hiçbir şey yapmadan gerçekleşen mucizevi olaya hayret eder.” Ve bu eylem bir sır olarak kalır. Ama muhtemelen bunların hiçbiri tam anlamıyla olmasa bile kitlesel gıda tedarikine yönelik bir eleştiri sayılabilir.Han, “gıda endüstrisi” aracılığıyla milyonlarca insanın açlığına ciddi bir şekilde hitap etmek yerine, bir öküzün kesilmesini, bolluk ve refahtan şımarmış vatandaşları tiksinti hissetmesini amaçlıyor olabilir.Ne yazık ki, siyaset kazanı yine kaynıyor, insanlık savaş ve salgınlarla boğuşuyor – ve filozofumuz Byung-Chul Han, bize “hiçbir şey yapmamayı” tavsiye ediyor. Hannah Arendt hayatta olsaydı, ya susar ya da söverdi bence. Ya sizce?…
Alaattin DİKER

Son Yorumlar