Bir Zülfü Livaneli Romanı: Balıkçı ve Oğlu

Mustafa bir deniz kasabasında yaşamaktadır. Sessiz, sakindir; fazla konuşmaz. Fiziki yapısıyla rahat yaşamdan hatları yuvarlaklaşmış bazı şehirli adamlara benzemez. Mustafa gibi adamların konforlu yaşamaları mümkün olmaz. O, her gün balığa çıkar, öğleye kadar Allah ne verdiyse yakalar ve daha sonra karaya çıkarak teknesini bağlar. Mustafa uzun boylu, zayıf ve yakışıklı bir adamdır, üstelik Tanrı tarafından hediye edilmiş bedenine çok da iyi davranmadan yaşamaktadır. Onun koşullarındaki her erkek için durum çok da farklı değildir. Yaşamları zordur ama severler bu yaşamı, başka türlüsünü de düşünemezler. Mustafa aslında derin ama anlaşılması güç insanlardandır. Sürekli düşünür ve yalnız kalmayı sever.

Tan atmadan uyanır, erkenden balıkçı kulübesine giderek kayığına atlar ve denize açılırdı. Konuşmayı sevmediği için yolda başka balıkçılarla karşılaşmıyor olması belki de onda bir rahatlık duygusu uyandırırdı. Deniz olmadan bir yaşam düşünemezdi. Denizle iç içe bir yerleşim yerinde doğan insanların zaman geçtikçe deniz bir parçaları olmuştu ya da belki insanlar denize ait bütünü oluşturan bir parçaydı. Mustafa denizi seviyordu, ama denize aynı zamanda kırgındı; nasıl geçecekti bu durum o da bilmiyordu. Deniz hem çok bereketli; şefkatli bir anne gibi evlatlarını doyuruyor hem de bazen hırçın bir sevgili gibi fırtınalar estiriyor, zaman zaman da ölümlere sebep oluyordu. Bu durum, denizin bazen uysal, bazen yorgun, bazen vurdumduymaz, bazen acımasız olması kimin suçuydu? Yoksa deniz sadece tabiat kanunlarına uygun olarak mı hareket ediyordu? Bunca mahlukatı içinde barındıran, onlara ev sahipliği yapan koskoca deniz hiç cansız olur muydu? Denizin bir ruhu olduğuna inanır mısınız bilmiyorum ama sanıyorum ben denizlerin ruhları olduğuna inanıyorum. Yüce bir gücün yarattığı denizler doğalarına uygun olarak hareket etmektedirler, bu koskoca âlemde çözülememiş pek çok sırrı taşımaktadırlar. Mustafa, henüz sekiz yaşındaki oğlunu denizde kaybetmiş, küçük çocuk alabora olan kayıktan düşmüş, yok olup gitmişti. Mustafa oğlunu çok aramıştı ama adı Deniz olan oğlunu deniz yutmuştu. Sonraları aramaları devam etti fakat çocuğun cansız bedenine ulaşamamış olmak karısı Mesude ile Mustafa’yı kahretti. Oğul Deniz’e mezar olan deniz kim bilir milyonlarca yıldır kimlere mezar olmuş, kimleri içinde eritip, tüketmişti. Mustafa oğlunun ölümünden sonra kendini daha fazla yalnızlığa hapsetmiş, giderek zorunlu olmadıkça konuşmadan günlerini geçirir olmuştur. En kötüsü de bir anneye oğlunun öldüğünü söylemektir. Mesude bilerek Mustafa’ya kızmamıştır ama kadının içinden ne düşündüğünü Mustafa’nın bilmesi olanaksızdır. Küçük denizin ölümünden sonra karı kocanın arası da artık eskisi gibi değildir. Aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi fazla konuşmazlar ve çok göz göze gelmemeye çalışırlar. Oysaki birbirlerini severek evlenmişlerdir. Şimdilerde ise sevişmeleri bile isteksiz ve sanki bir zaruretmiş gibi işlenmektedir. İnsan bu noktada düşünüyor. Bazı ayrılıklar niçin olur? Hiç kimsenin suçu olmadığı hâlde talihin oynadığı oyunlar yüzünden ilişkiler tükenebiliyor. Mesude ve Mustafa da ayrılmamak için belki de birbirlerinin yoluna fazla çıkmadan ama içlerinde hep acabalarla yaşamaktadır. Evladını emektar kayığında balık avlarken yitiren bir babanın bunu unutabilmesi mümkün müdür?

Kasabadaki insanlar önce Mustafa’nın insandan kaçar hâllerine içerlermiş, hatta kızmışlardır. Ama sonraları bu duruma da alışmışlar, olağan karşılamaya başlamışlardır. Mustafa arkadaşlarının yanında artık sohbetlere dahil olmaz. Oysaki kasabada zaman zaman deniz kenarında toplanan erkekler balık kızartırlar ve yanında rakı da içerler. Ama Mustafa oğlu öldüğünden beri kahveye, arkadaşlarının yanına uğramaz olmuş, balıktan dönünce hemen evine gider olmuştur. Mustafa çoğunlukla uyuyarak ya da düşünerek vakit geçirmektedir. Çok gerekmedikçe karısıyla bile konuşmaz.

Bir gün yine Mustafa erkenden kalkar ve balıkçı kulübesine gider, bağlı duran kayığını çözerek balık avına çıkar. Bir müddet sonra denizde açığa çıkan kadın cesedi ile irkilir, yaklaşır ve kadının ölü olduğundan emin olduktan sonra zavallıyı kayığa almak için büyük bir mücadele verir. Öyle ki kadının yüzündeki ifade onda merhamet duygusu uyandırmıştır. Biraz sonra kayık başka bir cesede daha çarpar. Bu sefer ki bir erkek cesedidir, onu ne yapacağım diye düşünürken kayığa bağlamayı akıl edecektir ve sanki balık yakalar gibi yakaladığı adamı kayığa bağlar. Şaşkındır, ama biraz sonra görecekleri onu daha da şaşırtacak ve içinde bir umut ışığı belirmesine sebep olacaktır. Mustafa, yunusları her zaman çok sevmiştir, bu kutsal varlıkların uğurlarına inanır. Bugün kayığın etrafına gelen yunuslar insanların öldüklerini anlamış ve her günkü oyunlarını oynamamışlardır. Baba yunus balığı ise kırmızı küçük bir botun içinde bir bebek itelemektedir. Mustafa’nın yanına gelince görevini yerine getirmenin mutluluğu içinde yanındaki yunuslarla başka yöne ilerler. Mustafa bebeği görünce onu da öldü sanacaktır, kucağına aldığı yavrunun ölmediğini anlayınca sevinen Mustafa, bu işe hayret etmiş ama mutluluktan da içi içine sığmaz olmuştur.

Jandarmayı atlatan Mustafa daha sonra savcıya gidip ifade vereceğini söyleyerek sepetin içine sakladığı küçük bebekle evinin yolunu tutmuştur. Bu bebek bir umuttur, hayata yeniden bağlanış, küçük Deniz’ini alan deniz ona yeni bir Deniz hediye etmiştir. Bak şu kaderin işine, bir bebeği alan Allah bir başkasını veriyor. Evine gelen genç adam sepetten çıkardığı bebeği karısına gösterince karısı önce tedirgin oluyor ama yarı cansız olan yavruyu da bakıma çekmekten kendini alamıyor. Karnı doyan bebeğin, üstü de temizleniyor ve yavaş yavaş hayata dönüyor küçük bebek. Mesude ne söylerse söylesin Mustafa ikna olmayacaktır. Mustafa’ya göre bu bebek onlar için Tanrı’nın bir hediyesidir, ölen çocukları yerine gelmiş olan bir hediye. Savcıya giden Mustafa iki cesetten başka hiçbir cesede rastlamadığını söyleyerek kendisine uzatılan evrağı imzalar.

Artık daha iyidir Mustafa, daha çok çalışmalıdır, içinde yine o eski günlerdeki gibi kıpırtılar hissetmektedir. Karısına karşı da bir zamanlar duyduğu ama şimdi çok derinlere hapsettiği aşkını hatırlamaktadır. Mesude ve Mesude’nin annesi Raziye Giritli kadınların mağrur güzelliğine sahiptir; açık tenli ve çakır gözlü olan Mesude kocasının yanına daima yakışmış, onları sahilde gören herkesin imrenerek baktığı bir çift olmuşlardır. Mesude biraz asi tabiatlı, lafını söylemekten çekinmeyen bir kadın olagelmiştir. Mustafa onun bu hâllerine alışkındır karısına karşı bir gün kötü davranmamıştır. Zülfü Livaneli’nin insan sevgisi ve bunu işleyiş biçimine bir kez daha tanık oluyoruz bu eserle. Erkek kadına ağır sözler söylemez hatta kavga esnasında öfkeden kalkan el havada asılı kalır asla kadına inmez. Livaneli’nin insana verdiği değer gerçekten takdir edilesidir. Bebek artık Mesude ve Mustafa’yla birlikte yaşamaktadır. Esmer tenli, zeytin gözlü bebeğe Mustafa ölen oğlunun adını vermiştir; çocuğun adı Deniz olmuştur. Mesude, denizde bulunan çocuğun onlara ait olmadığını söylese de Mustafa bunu kabul etmez, annesinin çoktan öldüğünü, zavallıyı yetimhaneye vereceklerini söyleyerek bin bir çeşit çareler düşünür. Bebek bu, nasıl uzun zaman evde saklanır? Hem sonra bebeğin ağlamasını duyanlar olabilir. Komşular da her küçük yerde olduğu gibi sürekli dedikodu hâlindedir. Hem yakın dostun bile arkandan demediğini bırakmıyorken diğerleri ne yapacaktır? Bebeğin saklanması ve dedikodunun çıkmaması mümkün değildir. Bebeği birkaç gün saklayan, bakan karı kocanın evlerine bu sırada Mesude’nin annesi de gelir, arkadaşları da… Hayat olması gerektiği gibi akmakta, dünya dönmektedir, ama ya bebek onu nasıl saklayacaklardır? Mesude’nin annesi bebeğin varlığını öğrenir, o da Mesude gibi bebeğin geri götürülmesinden yanadır.

***

Mustafa bebeğe çok bağlanmıştır. Bebek ona göre Tanrı’nın bir armağanıdır. Uzun zamandan beri Tanrı’ya küsmüş, suçsuz günahsız yavrusunu aldığı için Onunla konuşmaz olmuştur. Mustafa’nın Allah ile konuşması da yine kendine özgü bir samimiyet içindedir. Elhamdülillah, hamdolsun gibi Arapça kelimelerle şükretmek yerine sağ ol Allah’ım diyenlerdendir. Onun sağ ol kelimesinin içindeki samimiyetin bir hamdolsun kelimesi içinde bulunmayabileceğini çoğu insan anlayabilir.

İnsanlar bu güzel köyde her zamanki gibi yaşamakta, erkekler balığa çıkmakta, kadınlar da erkekleriyle bazen işte bazen evde omuz omuza çalışmaktadır. Dağlar, ormanlar ve şu deniz hepsi Tanrı’ya aittir ve köylünün bahçelerle çevrilmiş olan evlerinden başkaca pek bir malları da yoktur. Herkes memnundur hâlinden hatta balıkçıların günübirlik insanlar oldukları ve zorlu hayat koşulları içinde yaşamak zorunda oldukları da çok koymaz onlara. Atadan, babadan öyle görmüşlerdir. Ama son yıllarda garip olaylar yaşanmaktadır; balık çiftlikleri denizi mahvetmektedir. O güzelim dağlarda altın aramak için uyguladıkları usullerle dağları delik deşik ediyorlar, otel yapmak için ormanları katlediyorlardır. Bir de şimdi havadan tehlike altındadırlar, termik santral yapılacaktır. Ya şu balık çiftliklerinin denize verdikleri zarara ne demeli? Tüm bunlar yetmiyormuş gibi denizde bulunan cesetler türemiştir son zamanlarda. Bu insanlar nereden gelir nereye giderlerdi? Esmer tenli insanlar şişme bir botun içine binerek yolculuk etmeyi nasıl göze alabiliyorlardı? Kim izin veriyordu ve tüm bunlar kimin suçuydu?   

Mustafa ile Mesude bir dizi serüven yaşadıktan sonra bebeğin annesinin ölmediği ortaya çıkacaktır. Mustafa’nın karşı çıkmalarına rağmen Mesude bebeği annesine götürüp verir. Kadının adı Zilha Şerif’tir; Taliban’dan kaçan genç bir kadındır. Burada Taliban’dan kaçan insanların Türkiye’ye getirilişlerini ve daha sonra bu insanların başından geçenleri okuyoruz. Savaştan kaçan insanlar başka ülkelerde yaşayan insanların hayatlarını geri dönülmez bir şekilde değiştiriyor. Deniz bebeğin adının Samir Şerif olduğunu da öğreneceklerdir. Mesude ve Mustafa’nın araları açılmıştır, Mesude Mustafa’yı terk etmiş ve boşanmayı da kafasına koymuştur. Bebeği baktıkları için iyi niyetli olduklarına karar verilen Mesude tutuksuz yargılanmak üzere salıverilirken, Mustafa tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. Baronun görevlendirdiği bir avukat yardım edecek Mustafa da kurtulacaktır cezaevinden ama hapisteyken savaştan ve Taliban’dan kaçan insanların Türkiye’ye basıl getirildiklerini öğrenecektir. Büyük çaplı organize olmuş bir iştir bu ve nice zamandır uygulanmaktadır.

***

Mustafa ve Mesude kendilerine gönderilen yazılı evraka istinaden kaçak göçmenlerin tutulduğu yere gelirler. Zilha Şerif geri gönderilecektir, ülkesinde Sağlık Ocağına Samir’i götürmek için evden ayrıldığından ailesini katleden Taliban’dan kurtulmuştur. Ama işte kadere bakın ki bir kez katliamdan kurtulan kadın yine o karanlık kuyuya girecektir. Zilha da muhtemelen öldürülecektir, bu yüzden bebeğini Afganistan’a götürmek istememektedir.

Karnı acıkan Samir’i doyurmak için koridora çıkan Zilha bebeğini kucağında sımsıkı tutmaktadır. Bir odaya gelir, orada bir yatağın üzerine oturur. Mesude de onu takip etmiştir. Zilha, Samir’i emzirirken Mesude’nin elini alarak Samir’in başına koyar.

Balıkçı ve Oğlu adlı kitabın okunması dileğiyle.

Burcu BOLAKAN

Kitabın Künyesi

Kitabın Adı       : Balıkçı ve Oğlu
Kitabın Yazarı : Zülfü Livaneli
Yayınevi             : İnkılap, İstanbul, 2021

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *