Evet, bir Tristham Sandy değil ama doğumundan başlayarak yazdığı anılar, her insanın bir hikâyesi olduğunu ispatlıyor. Anlatılan bir kişi olsa da aslında Türkiye’nin hikâyesi eserin konusu. Üstelik Anadolu’dan her birimizin yaşadığı hayat bu. Anadolu irfanı derken işkenceye, gereksiz yüklere, çer çöpe maruz bırakılmış hayatlarımız.
Hepimizin arasından sıyrılıp kendisine bir kulübe inşa ediyor Serdar Tezcan. Bir köyde imamevinde yokluklar, çatlaklar, sıvasız korunaksız cam pencere tavan arasında. Hava soğuk, insanlar içe kapanık olsa da kendisiyle yüzleşirken Türkiye gerçeği ile yüzleşmiş cesur bir kalem. Tamam, konakta değil, iki göz odada, mütevazı apartmanın kuzeye bakan dairesinde. Anıları seslendirenin sıcak nefesi, kelimeleri cümleleri ısıtmıyor sadece, içimizi de ısıtıyor. İnsana, insanımıza dair umuda can suyu vererek.
Kalın, kaba, küt insanlar arasında duyarlı bir yürek çırpınıyor sürekli. Yaşamak için değil, anlatmak ve yazmak için misyon edinmiş bir kalemden akıyor sayfalar. Yüreğin bütün açıklığı ile samimiyet içinde ve nahoş gerçeklerimize tebessüm ederek. İşte bu yazarı ayrıcalıklı kılıyor. Biz bu hayata katlanıyoruz. Serdar Tezcan katlıyor üst üste hayatın bütün safhalarını.
Bir insan Türkiye’de doğumdan itibaren nasıl yaşar, nelerle karşılaşır? Çocukluk anıları nedir? Kreşe, ilkokula başlamak duygu dünyamızı nasıl etkiler. Anne-baba çalışıyor ve çocuk yalnız kalıyorsa hayali arkadaşlar edinmesi normal değil mi? Hayali arkadaşlar eskiz halde bırakılsa da hayatımız naif kelimelerle kalın kalın çiziliyor. Kalın kafamıza girsin ve incelikli bir toplum mümkün olsun diye. Bu ortamda büyürken çocuk psikolojisi, eğitim yöntemi satır aralarında baş gösteriyor. Yazar çocukluğunu anlatırken birçok farklı araştırma konusuna sunduğu pırlanta veriler sayfalar boyu sürer.
Ailemiz, sokağımız, okulumuz, toplumsal sorumluluklar bizi inşa ediyor. İznik çinisi ile kaplı değil hayatımız. Taş toprak çakıl arasında sürüyor. Beton kurallar harcına karışmış bir şekilde. Bir köşeden yazarın hayatı, geçmiş zamanların kadim mimari eseri gibi dikkat çekiyor. Gecekondu mahallesinde Sultan Ahmet Çeşmesi gibi. Her bir musluktan, çocuğu şekillendiren televizyon dizileri, Kreş öğretmenleri, okul aile anneleri, askerlik iş arkadaşları, hayat arkadaşı, köylüler şehirliler akıp geliyor. Buluştukları havuz bulanık, içilmez kirlilikte ama işte bir ara gözümüze albenili bir Japon balığı çarpıyor. O koca havuzun ortasındaki balık, nefes alabilmek için başını her sudan çıkardığında kitabın bir bölümüne kalem oynatıyor.
Yaşadığımız hayatta maruz kaldığımız anlayışsızlıkların çocuk kalbinde açtığı yaralar ancak bu kadar güzel anlatılır. İlk sigara içme denemesi. Yüzme dersleri almanın heyecanı ile havuzda takdir beklentisi ile kulaç atan, kurbalağama ve dalış numarası çeken çocukların kalbini kıran hoyrat tavırlar. Birbirimize hayatı zehir etmeyi nasıl da biliyoruz? İdeoloji, din, sınıf bakışı ile. Toplumsal yargı ve önyargıları ile. ‘Bir ülke ömür boyu hapisten başka nedir ki?’
Serdar Tezcan en sıradan hayatları içerden ve yetkin bir üslupla anlatıyor. Hatta mizah, hiciv ve ironi ile zenginleştirerek. Okul hayatı, İmam-Hatip lisesi, iş arama, askerlik, ilk görev yeri derken doğumundan baba olduğu sürece hep birlikte şahit oluyoruz.
İlk kitap olmasına rağmen gelecek için umut veriyor. Artık yazarın bu kadar çıplak gerçekten sonra, hayattan, eşyadan yansıyan algı ve etkilenmeleri, izlenimleri anlatabilecek yetkinliğe evrilmesi an meselesidir.
Türkiye’de çocuklarımızı kahraman olmaya yönlendiren ne kadar çok etkilenmeler var. Bunu aşmak, düşünce-sanat-edebiyata yönlendirmek ne kadar zor ve turnikelerle dolu. Belki Tolstoy gibi, Kazancakis gibi ırk, milliyet, cinsiyet, inanç ayrımı yapmadan insana yoğunlaşmak. Sanatçıyı kahramanla yer değiştirmek gerekir.
Her sıradan insanda kazı yapılırsa altından bir cevher çıkar. Serdar Tezcan gümüş madenini çıkarmış ortaya. Altın ve elmasa ulaşması da yakındır, bu arayışla sürdürürse yazı hayatını. Daha çok kitap ve insan okudukça anlatısı renklenecek.
Türkiye vatandaşlarının kişiliğini inşa eden sürecin kitabı denmeye layık bir eser Hikâyesini Arayanlar.
Ne demişti Ocean Vuong: ‘Yazıyorum, çünkü bana bir cümleye asla çünkü ile başlama dediler. Ama ben bir cümle kurmaya değil, özgürleşmeye çalışıyordum.’
Mustafa EVERDİ
Son Yorumlar