Kurutma Kâğıdı Kitabı İzleğinde Sezai Sarıoğlu Şiirinin Kodları

Çağdaş Türk şiirinin kilometre taşlarından biri olan Sezai Sarıoğlu’nun şiiri; tarih, mitoloji, folklor ve siyasetle yoğrulmuş çok katmanlı bir şiirdir. Zengin ve köklü bir şiir dili kurmuş olan şairin şiirlerinde kullandığı imge, metafor, mazmunlar ve şiir biçimleri; onu bir anlamda, klasik şiirimize akraba kılar. Dilin alışıldık anlamlarını, yapısını tersyüz ederek onu yeni bir şiir diline evirmesi, kurulu düzene başkaldıran muhalif kişiliğiyle de örtüşür. Ona göre şiir, insanlar arasında en güçlü iletişim organıdır. Şairin, genel anlamda sanatın, özelde de şiirin, dolayısıyla da şairin doğasının devrimci bir duruş sergilemesinin sebebi, bu durumu, sanatın işlevine uygun bir davranış biçimi olarak tercih etmesinden kaynaklanıyor olmalı. O, bu haysiyetli duruşla şiirin, insanı yücelteceğine, insanlar arasında kutlu bir barış köprüsü kuracağına inanır. Yunus’un, “yaratılanı sevdik yaratandan ötürü…” dizelerinde anlamını bulan bir yüce erdemle, Sarıoğlu da şiir ve insan sevgisini birbirinden ayırmaz.  Şair, bu iki kavramın dal sarmaşıklar gibi birbirlerine sarılarak, Sait Faik’in, “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…” sözünün, ancak böyle hayata geçirilebileceğini düşünür.

Sezai Sarıoğlu’nun toplumcu-gerçekçi bir şair olması; bireysel mutlulukları, acıları ya da duygulanımları dile getirmesine engel teşkil etmez. Bu duyarlığın, bencillikle de ilgisi yoktur. Zira o, âdeta bir zamane dervişi gibi, gönlünü post yapıp sermiştir insanların önüne. Ondaki yaşama sevinci ve insan sevgisi gülen gözlerinden yansır önce, sonra tüm vücuduyla kucaklar canlıları.

Her ne kadar muhalif bir kalem olsa da aslında hayatından, hâlinden memnundur şair. Onun dert ettiği şeyler, çoğu zaman toplumsal sorunlardır. Örneğin, aşağıya bir kısmını aldığımız “Çay Bella” adlı şiirinde, neredeyse yüz yıldır çözümlenemeyen Doğu ve Güneydoğu sorununa korkusuzca parmak basıyor şair. “Kaçakçı” ve “terörist” kavramlarının iç içeliğinin getirdiği kaos, çoğu zaman masum “kaçakçı”nın katliyle son bulur, demeye getiriyor bu şiirde.

 “………..
mezralarımızın ve mezarlarımızın üzerinde
keşif uçuşlarınıza taciz atışlarımız
tarihen baki iftar yemeğinize
yeraltından şerhimiz
kaçak ölü ele geçirilince terörist,
canlı geçirilince kaçakçı
eşkanar çocuk fısıldarken kaçak dilden ağıtı
kulağınızı yere dayayıp kalbinizle dinleyin
çay suyun gülmesidir; kaçak çay kahkahası
………..”

Onun şiirlerinin hareket noktası; insani hâller, insanın iç-dış çatışmasıdır. Şair, nesneleri -özellikle doğayı izlek alarak oluşturduğu imgelerde bile- insanın özünü dile getirir. Divan şiirinden mülhem kimi şiir formlarına modern içerik harçları dökerek onlardan yeni bileşimler üretir. Hatta kimi şiirlerinde divan şiiri mazmunlarından, “anasır-ı erbaa”dan (dört asıl unsur: su, ateş, hava, toprak) faydalanarak divan macerasını, tasavvufi bir şiire doğru da evirir. Tabii onun sufiyane düşünceleri ve şiirlerindeki bu izdüşümü evrensel insan olma gayretiyle ilişkilendirmek gerekir. Zira o, gerek felsefi gerekse dini ilimlere, hatta mitolojiye ve folklorik verilere, bir şairin ihtiyaç duyabileceğinden fazlasına vakıftır.

Ör, “Neva kâr” adlı şiirinde:

“ben dışımdan duymuştum ıtri’ye çıraklık yıllarımda
içimdeki suyuma gizliden duyurmuştum

iki çalı parçasının sürtünmesinden mülhem hevesin
           nefes aslı, aşk çocuğuymuş ateş

küllendikçe dem, piştikçe yüzü kızaran söz
isyankâr bir serçeymiş konup da ötmek istediğim

hatırlamak için uçtuğum dünyanın ortasında
kırılgan kıyısında unutmanın, nazardan tarih saklasın ki su
en uslanmaz, en kirli yanımızmış

herkes için ayrı esip taksim geçen rüzgârda
varsın tersini bilsin herkes, ateşe söz
suya el basarak reddetsin tüm âşıklar

anladım ki suyun külliyen âşığıymış
ateş su ateşin külliyen şartı”

diyerek “anasır-ı erbaa”nın üç önemli parçası olan: (uçtuğum, diyerek hissettirdiği) hava, su ve ateş ilişkisini, insanı imleyerek anlatıyor. Bu düşünce, Herakleitos’un “zıtların birliği” anlayışına uygundur. Yine bu kullanım, tasavvuftaki “hayır ve şerrin Allah’tan gelmesi” inancına da bir göndermedir. Zira Sarıoğlu şiirinde bu nevi göndermelere sıkça rastlanır.

Sezai Sarıoğlu sözcüklerle oynamayı seven bir şair. Örneğin bir şiirinde kullandığı, “aynalı aynasızlar” söyleyişi çok hoş:

terennüm

korsan bir şiirde buluşalım; peki
çevremizi sarsın aynalı aynasızlar; illâ ki
ben senin şiirine açık görüşe gideyim; heves
sen benim şiirimi kapalı geçmişe say; kabul
alınlarımıza yazılamaya çıkalım
acelemiz var; haydi
bir dahaki sefere güzel yenilelim; söz
birlikte düşelim yere; ne güzel
bizi şiirlerimiz kaldırsın elbette
söz oynasın şiir patlasın; yakışır
alnımızda buluşsun izinsiz âşıklar;
her daim”

Dizedeki “aynalı” sözcüğü “yakışıklı” anlamında, “aynasız” da malum, argoda “polis” manasında özgün bir tamlama oluşturuyor.

Yine, “Çıplak soru” şiirinde, bir sınır bombardımanda ölen bir çocuk için kullandığı, “o gülfiroş çocuk” tamlamasındaki “gülfiroş” da dilimize kazandırılan oldukça fiyakalı bir sözcük.

Sarıoğlu şiirlerini temiz bir Türkçeyle yazıyor. Her ne kadar, şiirin içeriği gereği, kimi tarihsel göndermelerde dini jargon ve terimlerle -biraz da mecburiyetten- Doğu kökenli sözcükler kullansa da şairin dili oldukça sade. Fakat bu sadelik ve yalınlıkla felsefi boyutlara varan şiir dili kurmak da her şairin harcı değil tabii. Zira, güzel Türkçemizin öteden beri entelektüel şiirdeki en büyük sorunu, âdeta camdan bir kafes olup şairin aklının ve kalbinin en ücra noktalarını göstermesidir. Bugün herkesin atıp tuttuğu ve burnuyla ittiği divan şairlerinin o dönemlerde yaşadığı ikilem de buydu aslında: Dil sade olunca şiir kolay anlaşılıyor, esprisi kalmıyor; dil ağır olunca üstün sanatlar yapılabiliyor ama bu defa da o şiirleri ortalama okur anlayamıyordu. Ahmet Kutsi Tecer’le başlayan arı duru Türkçeyle felsefik şiirler yazma hareketi, Asaf Halet Çelebi ve Edip Cansever’le ivme kazanır, Hilmi Yavuz’la da doruklara tırmanır. Gerçi Hilmi Hoca yerine göre Arapça, Farsça, hatta Fransızca sözcükler bile kullanır şiirlerinde ama yine de o sözcükler şiirde çapak gibi durmaz. İşte Sezai Sarıoğlu da Hilmi Hoca’dan devraldığı bu bayrağı, Yücel Kayıran’a devredecek gibi görünüyor.

Genel anlamda İkinci Yenicilerin, özellikle de Ece Ayhan‘ın ve Cemal Süreya‘nın izleri görülür şairin şiirlerinde.

Sarıoğlu, devrimci ve yurtsever bir şair olarak, memleketin herhangi bir köşesinde, bir izbe yurtta istismar edilen masum çocukları ve onların hayatlarına bir karabasan gibi çöken sahneleri dile getirmekten de çekinmez.

Ör. “Yas Defteri” adlı şiirinde;

“Su gibi akan çırılyaprak kayıp beden su gibi
kara gazel okuyan çakıl çukul çocuklar
şiir kalır mânâsı akar diye okuyorum şairi
bedenin arzusudur aynaya dil uzatan şeyhine söyle”

İlk dizede okur “çırılçıplak” sözcüğünü beklerken şairin, korkudan yaprak gibi titreyen çocukları en etkili biçimde anlatabilmesi için bir kelime oyunuyla sözcüğü “çırılyaprak” durumuna getirerek literatüre hem yeni bir anlam, (İstismara ramak kala çocukların çırılçıplak bir hâlde korkudan titremesi.) hem de dilimize yeni bir sözcük ürettiğini görüyoruz.

Sarıoğlu, söz ve anlam sanatlarını şiirinde en isabetli şekilde uygulayan ender şairlerdendir:

Örneğin, “Yara Takası” adlı şiirinde;

“ağaç bana yaralarını gösterdi
ki ben budak sanıyordum
ben ağaca yaralarımı gösterdim
ki o yaprak sanıyordu”

“ağaç bana yaralarını gösterdi” derken, insana ait bir özelliklerden, “yarasını göstermek” ve “bu yaraları yaprak sanmak” kavramlarıyla ağacı ilişkilendirerek kişileştirme (teşhis) sanatına başvurmuş.

“Dil Teri” adlı şiirinde;

“kağıttan kalemden talim ettik bir kere
hangi dilde terlerse kağıt, hayalim perdesi aralanır
üçüncü hamur lekedir çarşının sükutu
hiç taklitle bir sahicilik takas etse gölgede
kalbi tüyle tartmak dilde tartılmak da var”

Şiirde geçen “kâğıdın terlemesi” tamlamasıyla kişileştirme,  “dil teri” tamlamasıyla somutlama yapılmıştır. Tabii burada aynı zamanda kişileştirme sanatının olduğunu söylemeye gerek yok.

“Çay Bella” adlı şiirinde;

“kaçakçı diyeni hakikat çarpar, sırt hamalıyız
hâlimiz çoktur; siyasi hâl, tütün hâli, çay hâli
tarihi sırtımızda taşımanın yoksul hâliyiz
kürtçe konuşmanın sürgün hâliyiz”

diyor şair. İtalyan halk şarkısı olan Çav Bella’yı harflerle oynayarak Çay Bella’ya dönüştürürken yeni bir sözcük sapması yapıyor.

Destansı ve masalsı ögelere de şiirlerinde yer veren Sarıoğlu Cüce Kuş adlı şiirinde;

 “………………

hayat bize yanlış bakarken
anlamlar birini deli ediyordu
çocukluğumdan bilirdim
her anlatıcının bazı sözleri kambur
bazıları cüceydi dili boyundan büyük”

Kambur ve cüce gibi metaforlarla toplumun aksayan yönlerine göndermeler yapıyor şair.

Bize böyle derinlikli şiirler okuttuğu için Sezai Sarıoğlu’nu kutluyor, nice kitaplarda buluşmayı diliyorum.

Samle ÇAĞLA

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *