Yazmanın da Doğal Bir Akışı Var

Bazen bir konuyu yazmak üzere masaya otururum. Ne yazsam içime sinen akıcılığı yakalayamam. Cümleler doğal güzelliğine kavuşamaz. Konu tam kıvama gelmez. O vakit yazmayı bırakırım. Hiç beklemediğim bir zamanda yazma coşkusu başlar. Yazı kafamda düzene girmiş, yazılmış, sadece kâğıda dökülmesi kalmış gibi hissederim. Sonra bir şiir gibi yazmaya başlarım.

Dostum Hasan Yücel’le edebiyat sohbetlerimiz olur. Konu bazen öyle derinleşir ki daha önce hiç düşünmediğimiz mecralarda düşünce ve duygularımız zenginleşmeye başlar. Yazılsa çok özgün bir deneme yazısı ortaya çıkacak. Ben “Bu konuyu kaleme alırsın artık” derim. “Bakarız” diyerek cevap verir. Çünkü bana göre sipariş üzerine bir yazı algısı zihni baskılamakta, yazı yazmanın doğal akışını zorlaştırmaktır. Bazen doğal akışı yakalayınca o konu hiç umulmayan bir zaman yazılmakta, doğal akış olmayınca da yazılmamaktadır.

Bazen kendi çevremden kitap tanıtımı için ricalar veya beklentiler oluşur. Övgü beklentisi beni sınırlar. İçimdeki doğal yazı yazma akışını zora sokar. Zorunlu bir görev gibi yazı yazınca yazının iç enerjisini hissedemezsiniz.

Bir Zen hikâyesi vardır.

“Bir Zen ustası resim yapıyordu. Ve baş müridini yanına oturtup, resim mükemmel olduğunda kendisine söylemesini istedi. Mürit endişeliydi ve usta da endişeliydi. Çünkü mürit ustasının mükemmel olmayan bir şey yaptığını hiç görmemişti. Ancak o gün her şey ters gitmeye başladı. Usta çabaladı ve çabaladıkça daha da kötü oldu. Japonya’da ya da Çin’de hat sanatı, pirinç kâğıdı üzerinde yapılır. Çok hassas, çok narin, bir çeşit kâğıdın üzerinde. Eğer bir an kararsız kalırsan hemen anlaşılır. Yüzyıllar boyunca hat sanatçısının ne zaman kararsızlığa düştüğü her zaman anlaşılmıştır. Çünkü mürekkep pirinç kağıdına yayılır ve yazıyı bozar. Pirinç kâğıt üzerinde aldatmak çok zordur. Akıcı olman gerekir. Asla kararsız kalamazsın. Bir an için bile durduğun an, kararsız kaldığın an, yapacak bir şey yoktur. Kaçırdın. Çoktan kaçırdın. Keskin göze sahip olan biri hemen, “Bu bir Zen resmi değil” der.

Zen resminin anlık ve akıcı olması gerekir. Usta çabaladı ve çabalamaya devam ettikçe terledi. Yanındaki müridi oturmuş, başını olumsuzca sallıyor; hayır bu mükemmel olmadı diyordu. Bunun sonucunda usta giderek daha fazla hata yapıyordu. Mürekkep bitmek üzereydi. O yüzden usta müridini yeni mürekkep hazırlamaya yolladı. Mürit dışarıda mürekkebi hazırlarken, usta sanat eserini yarattı. Mürit geri döndüğü zaman, “Usta, ama bu mükemmel! Ne oldu?” diye sordu. Usta güldü. “Bir şeyin farkına vardım. Senin varlığın, birinin takdiri ya da olumsuz eleştiri getirmesi fikri, evet ya da hayır deme durumu, benim iç dinginliğimi rahatsız etti. Artık bir daha asla rahatsız olmayacağım. Daha öncekilerin mükemmel olmamasının tek nedeninin, onları mükemmel yapmaya çalışmam olduğunu anladım.”

Diyelim ki bir yazım çok beğeni aldı. İkinci yazıyı yazmam zorlaşır. Farkında olmadan o yazıdan daha alt seviyede bir yazı yazmamam gerektiği bilakis daha üst seviyede bir yazı yazmam duygusu bana bir sınır çizer. Bu durum beni baskılar. Doğal akışımı sekteye uğratır. Bunun bilincinde olmak bile yazı yazmanın doğal akış kanunlarını değiştirmez. Şimdi adını hatırlamadığım bir kitapta, Nobel edebiyat ödülü alanların ödül sonrasında bir daha o seviyede eser veremediklerini, kendilerini taklit ederek seviyelerini aşağı çektiklerini okumuştum. Ödülü alanlar zirveye ulaştıklarını düşünüyorlar. Sonra o zirveyi taklit etmeye başlıyorlar. Bu bir sınır ve baskılama aracı oluyor. Yazı yazmadaki doğal akış bozuluyor.

Yazmanın da doğal bir akışı var. İçimizde o akışı yakalamadan güzel bir yazı ortaya koymak oldukça zordur.

Durdu GÜNEŞ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *