Bazı metinleri anlamak için adeta kazı yapmanız gerekir, bazıları ise kendi kendilerini anlatırlar. Bir çığlığı anlamak için o çığlığa kulak kabartmanız yeterlidir. Her çığlık yürekten kopan ve kontrol edemediğiniz bir acının dışavurumudur; ne alt metni, ne üst metni, ne satır araları vardır. Yapacağınız şey ya bu acıya ortak olmak veya arkanızı dönüp gitmektir.
Muaz Ergü’nün “Bir Büyük Rüyanın Çocuklarıydık Biz” kitabını okuyunca duyduğum böylesi bir çığlık oldu. Okuyanı derinden kavrayan bir çığlık… Bu çığlık bir yenilmişlik, vazgeçmişlik, umutsuzluk değildir. Yalnızca yazarın değil hepimizin yitirdiği rüyayı yeniden görmeye bir çağrıdır. Kitapta yer alan başlıkların her biri bir öfkeyi ve bir duruşu temsil ediyor. Yazar bizi farklı zamanlarda ve coğrafyalarda, zihin ve duygu dünyamızda bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk unuttuklarımızı hatırlatıyor, bugünü de içine alan küllenmiş yitiklerimizi önümüze seriyor. Etkilenmemek, hayıflanmamak elde değil. Çünkü “idrak etmek, bilinçlenmektir”. Çünkü körleştiğimiz bir mazinin sonucu olarak, her geçen gün daha ağır “yok oluşlarla” yüz yüze kalıyoruz; dil, tarih, kültür, coğrafya…
Orhan Aras’ın ifadesiyle “rüyasız çocuklara, dinle aldatanlara, dili yozlaştıranlara, kavramlarını içini boşaltanlara, hüznü tanımayanlara, aşkı bilmeyenlere söylemek istediği şudur; Uyanmak ve bir türkü söylemek”. Ergü, Habil ve Kabil’den başlayan kısa, özlü bir tarihi, yaşadığımız travmaları, kırılmaları, acıları son derece şiirsel bir dille anlatıyor ve hepimizi bu tarihin bir parçası kılıyor: “Habil ve Kabil’le ağlamıştık hazin hazin göçmen kuşlarla. Büyük tufanlar, yıkılışlar yaşamıştık Nuh tufanında. Yusuf’u, Kenan ile edebi ve utanmayı öğretmiştik Mısır’ın Züleyha’sına. İbrahim’le putları devirmiştik bütün Nemrutlara inat. Atıldığı ateşi bir cennet bahçesine dönüştürüyorduk. Musa rüya kırıcı Firavundan kaçıp asasıyla Kızıldeniz’i ikiye ayırdığında rüyamızın yolunu açıyordu aslında.” En kahredicisi ise Ortadoğu’da, Balkanlarda, Kafkaslarda yitirilenlerin ardından duyulan “zafer sarhoşu Avrupa’nın sevinç çığlıkları”dır. Yazar yaşanan bu trajedinin ağırlığını “Yeniden çocuk olsak, kapanır mı yaralar, diner mi sızı” diyerek hafifletmeye çalışıyor.
Daha sonra yenilgilerimizi sıralıyor bir bir, tarihin hafızasında kalan. Her şeye rağmen ümitvardır çünkü “biz kaybettikçe kazanırız, kazandıklarımız kaybettiklerimizdir. Kanımız aktıkça sulanır insanlığın has bahçesi… Bir yenilmişlikle başlar aşklarımız, yandıkça yol oluruz, yolda oluruz”. Tarihi yazanlar galipler olsa da, yapanlar mağluplardır, bir tek onların adı kalır. Onların hatıralarıyla büyür çocuklar, biz yenildiğimizde hatırlanır dünyanın faniliği!
Yazar şehirleri saran kibir abideleri lüks rezidanslardan, garibanların emeğini sömürenlerden, gösterişten ve şatafattan rahatsızlığını da dile getiriyor, milyarlık rezidans inşaatlarındaki iş kazalarında ölüp sessizliğe gömülen işçileri anarken… Yoksulları dile getiriyor, kavşaklarda dilenirken dev ciplerden görülmeyen çıplak ayaklı çocukları… İsyanını dillendiriyor… Öfkesini gizlemeden, tevazuu, inceliği, alçak gönüllülüğü yok eden, tepeden bakan her türlü davranışa, yapıya, uygulamaya isyanını…
Hasan BOYNUKARA
Son Yorumlar