“Yurda Feda Üç Paşa” Romanında Enver Paşa ve Türk Birliği

Tarihimizdeki önemli olayları ve kahramanlık destanı yazan şahsiyetleri anlatmak, yazmak onurlu olduğu kadar zordur da. Özellikle yakın dönem Türk siyasi tarihinin üç büyük şövalyesi ve şehidi Enver, Talat ve Cemal Paşa gibi, adları tarihe altın harflerle yazılmış şahsiyetler hakkında roman yazmak hiç kolay değil. Bizzat bu isimlerin hakkında yazılan romanların kendisi bir tarihtir. Yazar Hüseynbala Miralamov, bu görkemli şahsiyetleri ve tarihi edebiyata getirme misyonunu sürdürmek için yeni bir roman kaleme aldı: “Enver Paşa”!

Yazar, romanına önderimiz Haydar Aliyev’in “Biz bir milletiz, iki devletiz”, İlham Aliyev’in “21. yüzyıl Türk dünyasının yüzyılı olacak” sözleriyle ve Recep Tayyip Erdoğan’ın şanlı Türk bayrağı hakkındaki düşünceleriyle başlıyor. Türk tarihinin sayfalarına şanlı kahramanlık öyküsü yazan üç Türk Paşasının asıl amacı Erdoğan’ın açıklamasındaki “Hep  bu şanlı bayrak dalgalanmaya devam edecek” cümlesiyle dile getiriliyor. Bu ibare her zaman hayat buluyor. Uzun yıllar birliğimiz, eşitliğimiz ve özgürlüğümüz uğrunda canlarını feda eden Türk erkekleri, bugün mücadelemizin temellerini atmış ve zaferimize doğru yürümüştür. Yazar, üç paşayı birleştiren müşterek sebepleri şöyle yazıyor: “Onları birleştiren müşterek sebepler sadece vatan, millet, Turan davası ve vatan sevgisi değil, ölüm sebebleriydi de. İkisi Taşnaksutyun’un sözde “kararı” gereğince Ermeni milliyetçileri tarafından vahşice katledildi. Enver Paşa ise asıl adı Hagop Melkumyan, Rusça adı Yakov Arkadiyeviç Melkumov olan aslen Ermeni bir kızılordu komutanın emrindeki müfreze birliği tarafından şehit edildi. Yaşarken yurtlarına kavuşma hayaliyle yabancı topraklarda yaşayan üç paşa da yabancı ülkelerde gömülecek ve ancak uzun yıllar sonra memleketleri Türkiye’ye tabutlarda dönebileceklerdi”…

Yazarın her üç paşayı da şerh etmesi, fikrin romanda derinleşmesine ve bütünleşmesine katkıda bulunuyor. Her üç paşanın da eylemlerini ve kutsallığını dile getiren yazar, tek bir düşünceye odaklanıyor – üç paşa da Ermeni entrikalarının, Ermeni vahşetinin kurbanı, Ermeniler tarih boyunca bu zulmü, halkımızın yok edilmesi için uyguladılar.

Hüseyinbala Miralamov’un ilk kitabındaki asıl amaç Enver Paşa’yı hak ettiği sanatsal düzeyde anlatmaktır. Romanın ana fikri, Azerbaycan ile ilgili faaliyeti, şehit komutanın yaşam öyküsü ve şehidin tam görüntüsünün Türk dünyasına – geleceğe teslim edilmesidir. Enver Paşa’nın kahramanlığının romanda şiir olarak anlatılması, Enver Paşa’nın yıllar önce yazılan şiirlerde anlatılması da eserin etkisini artıran unsurlardan.

Yaşa ey qaziyi-ezem, yaşa, ey möhteşen  Enver!
Seninle fexr edir indi böyük sultan, ulu qeyser
Ki, sensen dahiyi-devran, sensen fatihi kişver!
Doğarmı anneler  bir de senin tek bir ner er,
Xüyalı ay gibi aydın, meramı gün gibi Enver!
Tamamen Kafkazın ehli könükdendir sana esger!

Yazar, yıllar önce yazılmış bu şiiri hatırlatarak, Enver Paşa’nın büyük kişiliğini, rüyasının ay gibi berraklığını ifade eden bu mısraların günümüze de denk düştüğünü kabul etmektedir. Türk tarihinde unutulmayan ve hatırlanan Enver Paşa, Azerbaycan halkının çağrısına büyük bir sevgiyle karşılık vermiş ve Türk birliğini gerçekleştirmek için elinden geleni yapmıştır. Bu nedenle Bakü, özellikle petrolü gözüne kestiren büyük güçlerin baskısı altına girmiştir. Hüseynbala Miralamov, Enver Paşa’nın gururla savaşma kararlılığından söz ediyor. Bu, yazarın Türk halkına olan sevgisinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Miralamov’un bugüne kadar yazdığı tüm eserler bunu kanıtlıyor. Tarihsel hafızanın, tarihi şahsiyetlerin yaşamlarının sanatsal bir perspektiften aydınlatılması yazarın çalışmalarının öncelikli alanları olduğu tereddütsüz söylenebilir.

Roman, Enver Paşa’nın hayatını ve faaliyetlerini yansıtır. Yazar, Enver Paşa’nın Azerbaycan sevgisini, halkımızın aydın ve yazarlarıyla olan yakın dostluğunu ve kardeşliğini, Turan İmparatorluğu’nun kurulması için verdiği mücadeleyi, özel hayatını, ailesini ve akrabalarını, Paşa’nın Tacikistan Balcivan’da şehadete yükselişini anlatmaktadır. Kitap tek bir dilde, kişisel hayal gücünün zengin bir sanatsal genelleme ile yazıldı. Eser kırk bir bölümden oluşmaktadır. Yazarın olayları kırk bir bölümde yansıtması da anlamlıdır. Çünkü Enver Paşa sadece kırk bir yıl yaşadı, eşsiz mücadelesi kırk bir yıl sürdü.

Her şeyden önce, işin konusuna odaklanalım. Romanın ilk bölümü, Kurban Bayramı’nın ikinci günü olan 5 Ağustos 1922 trajedisinin yansımasıyla başlıyor. Turan’ın büyük kurtuluş elçisinin kutsal tanıklığı önceki gün gerçekleşti. Buhara hanlığına bağlı Belçivan yerleşiminden yirmi beş kilometre uzaktaki Abuderya köyünün tuzlu bozkırında, hep bahara hasretle yapılan muharebe, Enver Paşa’nın son muharebesiydi. Şiddetli savaştan önce Enver Paşa’nın grubu – Devletmend Bey, Gazak Murad, Kazanlı Kerim Bey, Muslimankul, Çerkez Hüseyin Nafiz, Danyal Bey ve diğerleri bayram namazı kıldı. Büyük Turan seyyahlarının fetvadan sonra Allah’a duaları eserdeki fikri tamamlar. Enver Paşa’nın duasında özellikle iki büyük nokta göze çarpmaktadır: “Ey cenabı Hakk! Sadece önünde diz çökeceğiz, yalnız sana itaat edeceğiz! Biz sadece senin emrine itaat ederiz! Büyük Turan’dan gelen ezan sesinin ve Allah sevgisinin kalbimizde eksik olmaması dileğiyle! Ya Rabbi, yarattığın bu topraklara bizi muzaffer eyle ve Onun huzurunda şahitlik et.”

Böylece Enver Paşa’nın ölmeden önce şehit olma arzusu, Allah’a olan koşulsuz sevgisinin bir ilahisi olarak dualarında sunulmaktadır. Paşa’nın ölümü yeğeni Suphi Bey’in diline de yansır. Bu haberin aktarımındaki şüpheli ifadeler, karanlığın daha sonra ortaya çıktığına da dikkat çekiyor. Suphi Bey, Paşa’nın kalbine isabet eden kurşunun çok yakından sıkıldığını söylüyor: “Nasıl oldu; Hedefine bu kadar yakından ve tam isabet eden bir merminin görülmesi nadirdir.”

Bu düşüncelerle okuyucuyu bir sırlar labirentine hapsederek ilginç bir yolculuğa hazırlayan yazar, daha sonra Grigory Agabekyan’ın anılarında bu sırrı ortaya çıkarıyor. Beklenmedik bir şekilde, Enver Paşa’nın karargâhının yerini, satın alan bir  yerlisinden alınan bilgiler sayesinde öğrenildiği anlaşılıyor. Enver Paşa’nın ölümü Ermeni Melkumyan’ın Kızıl Bayrak Nişanı almasıyla sonuçlandı. Birinci bölümde Enver Paşa’nın şehadete yükseliş anları etkileyici olduğu kadar akılda kalıcı olarak anlatılıyor. Romanın ana sahnelerinden biri, kalbinden yaralanan Enver Paşa’nın tüm gücünü toplayıp ölümün eşiğinde kıble ile yüzleşmek için çırpınmasıdır. Eserde atı Derviş’in yarası, sahibine olan sevgisi ve bağlılığı da dikkat çekici.

Yazar, nesrimizde en az anlatılan konulardan biri olan bir paşanın mücadele hayatını okuyucuya sunmak ve sonraki bölümlere bir köprü kurmak için yaralanan Enver Paşa’nın anılarından bizzat yararlanır.

İkinci bölümde okuyucu, Enver Paşa’nın hayatıyla tanışır, aile üyeleri ve çevresi hakkında bilgilenir.  Paşa’nın dedelerinin Kırım’dan buralara taşındığı, dedelerinin aslen Gagavuz Türkü olduğu ve Kırım hanlığının sarayının yakınında yaşadıklarını belirtilmektedir. Üçüncü bölümde İsmail Enver’in çocukluğunu görüyoruz Onun ve dikkati, zekası ve aklı ile yaşıtlarından farklı olduğunu görüyoruz. Çelik kılıç yapan bir demircinin sözleri ve gözlemleri, Enver Paşanın tam bir resmini oluşturuyor. Yazarın Enver’i bir demirci deyimiyle sunumu, geleceği için büyük umutlar veriyor: “Çocuğun gözleri Anadolu’dan Kafkasya’ya yerli, mavi ve yeşil bir yol açabilir…

Fiziksel olarak zayıf olan Enver, sınav sırasında ilk görüşte (küçük olduğu için) öğretmenlerin dikkatini çekmez. Enver’e biraz büyüyüp gelecek yıl gelmesini tavsiye etmelerine rağmen, küçük Enver’in zekası, cesareti ve arzusuyla üç öğretmenini geri çevirmesi, gelecekteki sonuçlarına köprü görevi görüyor. Bu sunumda okuyucunun, kahramanının gelecekte birçok savaşı kazanacağına dikkati çekiliyor.

Enver Paşa imajını romana entegre eden ve onun tarihi bir savaşçı ve şahsiyet olarak sunulmasında rol oynayan yönlerden biri de yazarın her bölümden önce Türk dünyası şahsiyetlerinin onun hakkındaki görüşlerine atıfta bulunmasıdır. Böyle bir açılım, yazar Hüseynbala Miralamov’un konuyla ilgili kapsamlı araştırmasının bir göstergesidir. Not: “Enver, su gibi akan kanın, sayısız canın ölmesinin, bitmeyen yiğitliğin destanıdır” (Hakan Boz), “Enver, güneş gibi doğup bir gün batımının görkemiyle battı” (Mustafa Kemal Atataurk), “Enver Hz. kanlı muharebelerin timsali, yürek burkan okların, yürek parçalayan kamışların, uçan kılıçların hikâyesidir” (Hakan Boz).

Askeri nazır olmamasına rağmen Bakü, Karabağ ve Derbent’i özgürleştiren Nuri Paşa ile sık sık görüşmeleri, Azerbaycanlı aydın ve sanatçıların birlik ve kararlılığına yaptığı vurgu, metni okunabilir kılan başlıca noktalar arasındadır. Romanın bazı bölümlerinde Enver Paşa’nın iç dünyasını, siyasetini ve kişiliğini ortaya koymasında büyük rol oynadığını düşündüğümüz Enver Paşa’nın amaçları, mücadeleleri ve planları görüntüye yansır: Örneğin, ölümsüz bir komutanda büyük bir değer vardır. bir Türk askerinin neler yapabileceğini vurgular. Ya da “bizim kayamız Turan, Turan olmazsa şehit olur” düşüncesi onun ne kadar Türk olduğunu belirler. Bu tür ifadeler eserin sonuna kadar bölümlerin ana fikri olarak okuyucuya aktarılmaktadır. Bu tür karşılamalarla – bazı bölümlerin başında veya sonunda yazar, Türk ve Azeri şairlerin şiirlerinden seçme örnekler sunar, kendi deyimiyle “Enver Paşa’yı Türk dünyasına tanıtır.”

Çok yaşa büyük gazi, çok yaşa büyük Enver!
Kafkas halkı sana tamamen aşık, asker!
(Salman Mümtaz)

Hüsenbala Miralamov’un “Enver Paşa” romanı çok önemli noktalar içermektedir. Hala nesrimize dahil olmayan o anlar. Bununla birlikte, geçen yüzyılda, bu tema uzun zamandır ulusal nesir konusu olmuştur. Türk kahramanlarının Azerbaycan halkına desteği, Azerbaycan için verdiği mücadele, Bakü, Enver Paşa’nın kardeşi Nuru Paşa ile Azerbaycan’da temas halinde Azerbaycan halkına yönelik kaygıları ilk kez bu romana yansır, tarihin hafızasını uyandırır. Adalet hissi yaratır.

Yazar önemli olayları hatırlatmakta ve Azerbaycan halkının Türk komutanlarına olan sevgisini dile getirmektedir. 10 Kasım’da Bakü’nün yaz kulübünün salonunda Bakü, Karabağ ve Derbent’i özgürleştiren Başkomutan Nuri Paşa’nın Zaferi ve Azerbaycan’dan ayrılması anısına büyük bir kutlama yapıldı. Türk halkı için büyük bir değer ve sevgi kutlamasıdır. Ünlü oyuncu Abbas Mirza Sharifzadeh salona girdi ve ziyafette Enver Paşa kılığında bir monolog seslendirdi. Enver Paşa’nın dilinde söylenenler, ona ve tüm Türk dünyasına olan sevgi ve saygısını ifade etmektedir: “Ey kahraman genç Türkler! Bakü’nün kurtuluşunu sağlayarak Türklerin şanlı oğulları olduğunuzu kanıtladınız…”

Pek çok gerçek olayı bugünkü zaferimize bağlayan yazar, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İlham Aliyev’in kardeşlik ve birliğinin karşılaştırmalı bir karakterini vererek geçmişimiz ile bugünümüz arasında bir paralellik kuruyor. Bununla da yetinmeyen Hüseynbala Miralamov, Ahmed Cevad’ın Enver Paşa, Nuri Paşa ve diğer büyük komutanların anısına yazdığı şiirlerinin şiirlerindeki izlerini unutmaz. Ahmed Cevad’ın 1914’te yazdığı, 1918’de Üzeyir Bey’in bestelediği, Enver Paşa ve Kafkas İslam Ordusu’na adadığı “Karadeniz Titriyor” şarkısı da eserde yer alıyor.

Çırpınırdı kara deniz, bakıb Türkün bayrağına!
Ah deyerdin, heç ölmezdim kapansaydım ayakına.
Ayrı düşmüz dost elinden, iller varkı çarpar sinem!
Vefalı Türk geldi yene, yol ver, Türkün bayrağına!

Yazar romanın kırk birinci ve son bölümlerinde paşanın şehit olduğu yeri yeniden canlandırmaktadır. Enver Paşa’nın son düşünceleri dikkat çeker. Bir asker olarak zorlu yaşamıyla ve özgürlük mücadelesiyle gurur duyan Paşa, ölümünden sonra da çocuklarının, sevgili eşi Naciye’nin, akrabalarının, sevenlerinin ve onu sevmeyenlerin onu her zaman hatırlayacağını düşünüyor. Son nefesinde Naciye’ye yazacağı mektubu düşünür. Henüz yüzünü görmemiş olan oğlu Ali’ye askeri alanda başarı olmasını, özgürlük ve Türk birliği için savaşmasını vasiyet etti. Najciye’ye yazdığı mektupta şunları yazdı: “Mustafa Kemal’in başarısı için her türlü yardımı esirgemeyin. Yüce Allah onu bu ülkeyi düşmanlardan kurtarmak ve korumak için seçti.”

Evet, Enver Paşa’nın son nefesinde düşündüğü konu Türk birliği, hür Türk halkları ve göğsünde taşıdığı Kuran-ı Kerim idi. Ve gelecek için umut ettiği çocukları… Son bölümde ise çocukların gelecek yazgıları hakkında detaylı bilgiler veren yazar, Enver Paşa’nın fikirlerinin Türk dünyasında yaşadığını ve ebedi bir iz bıraktığını yansıtıyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün fikri hâlâ değerini koruyor. “Enver bir güneş gibi doğdu, bir gün batımının görkemiyle battı, tarihe bırakalım”…

Bugün tarih, Enver Paşa’nın vatan şehidi olarak Türk dünyasında yaşadığını kanıtlamaktadır. Ülkede hâlâ fedakarlık yapan bu şahsiyetlerin imajı muhtemelen Türk halklarının edebiyatında hayat bulacaktır. Bu anlamda Hüseynbala Miralamov, ilgili konuya değinerek zorlu çalışmanın önsözüne imza attı. Daha fazlası elbette yazılacaktır. Kendimize dönmek, geçmişimizi tanımak, birbirimizle yüzleşmek için bir üçleme olarak tasarlanan iki kitabı daha okuma şansımız olacak. Bu anlamda Enver Paşa bir başlangıçtır. Aynı zamanda günün sözüdür, nabzı atan. Bugün dünyada Turan Birliği kuruluyorsa edebiyatın da söz sahibi olması ve katkı sağlaması gerekir.

Eserin sonunun bozkurdun korkunç hırlaması ile bitmesi, Turan ve Türkistan vilayetlerinin birliğine ve ebedi varlığına bir çağrıdır. Bu yaşayan ve gerçekleşen fikre göre vatan için feda edilmeye değer!

Merziyye NECEFOVA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir