“Benzerlerinizle ve kendinizle çatışma içinde yaşayın!”
Nietzsche, Şen Bilim
İnsan görüştüğü beş-on arkadaşının ortalamasıdır. Çevremize mahkûmuz yani. Hele aynı düşünce ve inanç ortamında karşılaşıyorsanız “ortak kanaatleriniz” birbirini besler. Bu ortak paydalar okuduğunuz üstat ve kanaat önderleri tarafından inşa edilir. Başlangıçta kendinize ait özgün bakışınızın olması ne mümkündür? Taşradan gelmişsiniz ve aileniz bir meslek sahibi, okumuş adam olsun diye sizi beklentilerle kuşatmıştır.
İlk farklılığınız kitap okuma şevki ile başlar. Sonrasında hayatınız boş bir çuval gibi okumalarla doldurulan ambara dönüşür. Bu alışkanlık doyma bilmeyen bir açlığın pençesine alır sizi. Yolunuza çıkanların size önerdiği kitaplarla rüşte erdiğinizi sanırsınız. Hâlbuki konserve kanaatleri tekrar eden, taraf olduğunuz görüşlerin yırtıklarını yamayan bir sürece sokmuştur, belki de. Aklını çalıştırmanın değirmen taşını kıpırdatmaktan daha zor olduğunu göremezsin bile.
Kişinin çevresinden eleştirel bir uzaklık edinmesi, şimdiye dek inandığı bütün değerlerin önyargılarla beslendiğini kabul etmesi kolay değildir. Zihnindeki ölçülerin kurgulanmış yapaylığına dair şüpheye ulaşması, tereddüde düşmesine yol açar. İlk çatışma bu tereddüt ve şüpheyle başlar.
Bütün dünyaya yönelen ilgi çoğulculuk ruhu aşılar size. Başkaları da haklıdır belki. Ben bir başkasıdır, diyen Rimbaud gibi. Sendeki ben öteki; öteki sendeki bendir. Artık taraftarı olduğun görüşlerin dünya tasarısına yönelik inanç kaybı gelir ardından. Aslında zihin açıklığından çok anlam zenginliği arayan bir insana dönüşmektesindir.
Düşman gördüğün, şeytaniliğinden emin olduğun “öteki”nin yekvücut bir toplam olmadığını, geçmişte senin içine düştüğün şüphelere, karşı çıkışlara o taraftan da “kader arkadaşı” bulabildiğini görürsün.
Avrupa üstanlatılarının evrenselliğinin tersine dönmesi, öznenin merkezsizleşmesi, oryantalin nitelik ve yön değiştirmesi, kimliklerin radikal anlamda yeniden sorgulanmasını getiren “postmodern” bir akımın varlığından haberdarsın her nasılsa. Çünkü ait olduğun mazlum ve zayıflar “postmodernizm”e kendilerine alan açmak için can simidi gibi sarılmışlardır.
Modernitenin İslamî özün kaybına üzülmek yerine, daha köktenci İslam versiyonlarının ortaya çıkmasına izin verecek bir tetikleme olduğuna dair kanaatin de istikrar bulmak üzeredir. Öyle ki ”Avrupa’da Hıristiyanlığın derin ve aşağılık yalancılığı – sahiden de Arapların, Hinduların ve Çinlilerin nefreti”ni haketmektedir. Üstelik moderniteye ruh veren “Hıristiyanlık bizi (Avrupa’yı) antik dünyanın kültür ürünlerinden yoksun bıraktı, sonra İslam’ın kültür ürünlerinden mahrum etmeye devam etti. Haçlılar, onların önünde yere kapanarak daha iyi bir davranışta bulunmak yerine onlarla savaştılar” (Nietzsche, Güç İstenci) diyen soylu bir ruhla karşılaşırsın.
Sen moderniteyi kaçırmış bir topluma ait olmanın kayıp duygusunu “postmodernizm”le telafi etmek isterken, bakmışsın ki dünya digital çağa geçmiş, “bigdata” “yapay zekâ” “kuantum bilgisayar” aşamasına sıçramış.
Bütün bunlardan habersiz gibi hâlâ rövanş almaya, mağdur edebiyatı yapmaya, hamasete sığınmaya, herhangi bir ilkeye ya da etiğe bağlılığı olmayan bir görüşü savunmaya davet ediliyorsun.
İşte değişim ve dönüşümün başladığı o incinme böyle başlar. Artık siyah-beyaza değil griye meyleder, cephelerden siper seçmeye değil, kendi iç çukurunda debelenmeye başlarsın. Buradan bir yükseliş, derinleşme doğma ihtimali kadar, dağılıp gitme sonucu da çıkabilir.
“Gözü doymazlık, iktidar koşullarının para dolaşımı nedeniyle değiştiği bir dönemin egemen günahıdır. Çılgınca tamahkârlığını tatmin etmek ve zenginlik yığmak isteyen kimselerin önünde sınırsız bir alan açılmaktadır.” (J. Huizinga, Ortaçağın Günbatımı)
Bütün bunlardan uzak; düşünce, edebiyat ve sanatta bir derinleşmeyi hatırlatmak sana düşmüştür. Herkes bulunduğu halden, ulaştığı kariyerden, paylaştığı düşüncelerden memnun, başarının ve zaferin tadına ermek isterken seni kıskançlıkla, hasetle, ciğere ulaşamayan kedilikle taltif eder.
Kenarda kalman bir kayıp değil, derin anlama ulaşmak için sana sunulan Tanrısal bir armağandır. Şüphe, kesin inançtan, hakikate daha yakındır.
Gerçeğin seni ele geçirmesine izin verme ve arayışına devam et. Ancak “değişerek devam eder, devam ederek değişirsin!” Arayışın sürüyorsa “hakikat” bir değerdir. Arayan yoksa soylu ruhların bu dünyada ne işi var? Onlar da olmasa bu yozlaşmış dünya çekilecek dert mi?
Mustafa EVERDİ


Son Yorumlar