Deniz Kum Güneş/Mavi Yolculuk ve Anadoluculuk

Huzurlu bir emekliliğe hazırlanmıştım. Cennete düşmüştüm. Ardından cehennemin geleceğini hesaba katmadan. Düşünmekten güzellikleri yaşayamaz oldum. Derdimi size aktarmaktan başka yol bulamadım daha. Belki sizler yol gösterir, ilgili yerlere ulaştırırsınız sorunumu.

Cumhuriyet köycülükle “Orda Bir Köy” arıyordu. Eflatun Cem’le halk kültürü, folklorik araştırmalar sökün edip duruyordu. Halkçılık köycülüğe de açılıp imam yerini aydın öğretmenlere bırakacaktı. Köy Enstitüleri kurulmuştu. Anadolu, kültürel eğitsel bir atılımla pedagojik bir devrim yapmalıydı. Halkevleri ile batılı değerler, tiyatro, bale, danslar geldi gündeme.

Halk karın doyurmaktan zaman ve imkân bulamadı bu etkinliklere. Gitti sağcı iktidarlara oy verdi ve şehirleri kuşatmayı, gecekondu ile metropollere eklenmeyi sosyolojik devrime çevirdi.

Anadolu cahildi ve kültürel atılım umudunu kaybetti, merkezdeki tuzu kurular.

Aslında Trakya daha uygundu onlara. Ancak Trakya bektaşimeşrep alaycılık içinde her ciddiyeti alaya almak konusunda mahirdi. O zaman Egeyi keşfettiler. Hazır İzmir gibi lojistik bir merkez her türlü desteğe elverişli konumdaydı.

Burası İonyalıların yeriydi. Truva batmış, İonlar kaybolmuş, binlerce yıl coğrafyayı güzel evlere zeytine, zeytinyağına boğan Rumlar da çekilmişti buralardan. Sazlık, bataklık alanlardan, sivrisinek ve sıtmadan uzak durmak için dağ yamaçlarındaydı bütün yerleşimler.

Denizden 3-4 km. uzakta kadim bilginin sakinleri idi köylüler. Tahtakuşlar, Çamlıbeller, Kavurmacılar. Dağ gibi yüksek yamaçlardan denize kuş bakışı bakıyorlardı. Yoksulluk vardı belki ama kıt kanat yaşam çok renkliydi. Bunu Sabahattin Ali de anlamış Kuyucaklı Yusuf’da bütün renklerini ortaya koymuştu. Hasan Boğuldu ile çağdaş bir trajediye hayat veriyordu. Bu topraklardan bin Yusuf çıkıyor ama ilaç için bir Züleyha yoktu. Hz. Hasan zehirlendiği gibi Hasanlar da küçük bir şelalede boğuldular.

Züleyha yoksa Afrodit vardı, Venüs vardı. Hele ki Artemis. Tarihin derinliklerinden bunu çekip çıkarmak Halikarnas Balıkçısına nasip oldu. Zorunlu bir sürgün yeni ufuklar açıyordu merkeze. Mavi yolculuktan önce Mavi Anadoluculuk ekolü neşet etti bu topraklardan. Bu topraklar Grek’ten, felsefenin taşındığı Olimpos’tan, Atina’dan farklıydı. Yunanlı Helen, bu coğrafyanın yakışıklısı Paris’e kaçıp gelmişti. Ülkeleri yakmayı, binlerin ölümünü göze alarak.

Roma Kralı Aenea, şair Virgilius şiiri ile Aeneas destanına dönüşmüştü. Aenea Miti Truva ile Antandros’u –Edremit ile Çanakkale’yi- birbirine bağlayan olgulardan biridir.

Aristo’nun felsefe okulu Assos’taydı, Artemis kültü Strabon’un anlatımları ile bu topraklardan geçiyordu. Filozoflar çıkmış Egenin bu yüzünden. Diğer taraf Yunanistan’a taşınmış, batı kültürel temelini oradan yükseltmişti. O halde bu yakanın da hümanizma ve aydınlanma ile atılım yapması için Anadolu’ya vurgu yapan bir söylemle bütün kültürlere sahiplenmesi gerekti. Truva, Antandros, Bergama Halikarnas Küçük Asya ‘daydı.

Anadolu kültürlerin beşiği, Ömer Hayyam, Yunus Emre hümanizmanın öncüleriydi. O halde bu coğrafya, – mübadele ile Türkleşmiş, coğrafya- ulus çatısında bütünleşmiş tek eksiği kültürel temellerin inşaası sorunuydu. O halde Mavi Anadoluculuk, bozkırın yoksunluklarından, taşra tutuculuğundan uzak bütün dünyaya rönesansın ve aydınlanmanın işaret fişeklerini yakabilirdi. Kabaağaçlı, Azra Erhat, Sabahattin Eyüpoğlu kemalizme sosyetik bir açılım getirmişti.

Mitoloji ve arkeoloji el ele verip yeni bir yükselişe yönelmeliydi. Köylerde amatör gruplar İon trajedilerini oynuyor, klasik müzik konserleri veriliyor, CHP bürokrat ve siyasileri kıyılara birer villa kondurup üst kültürün ayrıcalığını yaşamayı yeni bir  yükseliş gibi görüyordu. İstanbul, İzmir Ankara’dan gelip kıyılarda buluşmaları, içki masalarında zaferlerini kutlamayı alışkanlık haline getirdiler. Balık ve zeytinyağı sofraların vazgeçilmeziydi.

Bu öyle bir iklim oluşturdu ki Koçlar Cunda Adasını ihya edip müzeler kurdular. Festivaller düzenlediler. Felsefe, edebiyat akademileri açtılar. İstanbul dükalığı sponsorluğunda. Gözükara olanlar zeytinlik alıp çiftçiliğe, eski evleri ihya edip butik otel işletmeciliğine bile soyundular.

Öyle kültürel bir hegemonya oluştu ki, ses ve film-dizi yıldızları yazları plajlara koşmak, cesur pozlarla bikiniler içinde gençliğin ve güzelliğin takdimine kapılmak şöhret basamakları için uğranması gereken bir uğraktı artık. Hacca gider gibi, Bodruma, Marmaris ve Çeşmeye koşmak, birer yazlık villa edinmek vazgeçilmez yatırıma dönüştü.

Aykırılık rantını koruyarak bu akıma bir ucundan eklenmek sanatçılar için de kaçınılmazdı artık. Sanat güneşi Zeki Müren, film artisti Fatma Girik Mavi Anadoluculara edindiği villalarla katılmıştı. Tuncel Kurtiz Çamlıbel Köyünü mesken edindi, ressamlar Küçükköyü vs.

Her nedense halk eski halk değildi yalnız. Anap, DYP, Akparti iktidarlarında para kazanmış, Recep İvedik özgüveni ile şehirleri ele geçirdiği gibi kıyılara akın edip beton patlamasına yol açmıştı. Evet, deniz kıyısında eski villalar, lokanta lüks meyhane, işyeri olarak rantı yükselmişti ama kıyıdan dağlara doğru genişleyen yazlık inşaatlar, Egeyi  güzelliklerinden koparan bir “yıkıma” uğratıyordu.

Mazbut aileler de kıyıya iniyor, haşema ile denize giriyor, balık restoranlar yerine kepapçılar çoğalıyordu habire. Şehirlerde ayrışma kıyılarda da gösteriyordu yüzünü. Yüksek sesle konuşup son model otomobilleri bağırtıyordu yeni gelenler. Müteahhitler kürt değildi sadece. Her işletme ve site doğu batı bozkır yayla herkese kucak açmış buralarda.

Zeytinlik butik otel, akademi yerine imara açılacak arsa peşinde herkes . Rantın tadı damaklarında taptaze. Buralardan nemalanmak için etrafı velfecr okuyan gözlerle tarıyorlar.

Koç’un rakibi Sabancılar Cundaya geç kalmıştı ama Küçükköye yetişiyor, Sabancı Üniversitesi Yaratıcı atölyeler açıyordu köylerde.

Ne yaratıyor diye sormayın bana.

Ne bizde Anadoluculuk arayışı, akademi kurma çabası ne de kültürel bir atılım niyeti var.

Denize makyajlı yüzlerle, takma kirpiklerle girme inadı ve parmağım kör gözüne gösteriş çabası ile artan bir inşaat yoğunluğu ve muhafazakar gürültü var.

İşte bu yüzden ne Halikarnas Balıkçısı olabilirim ne de Tuncel Kurtiz vecize bilgeliğine ulaşabilirim.

Muhasebe yapmaktan iğneli fıçılarda nursuzum. Kayahan gibi ışıksız kalsam bir ampul hediye eden çıkardı koca Türkiye’den.

Sorunuma çözüm öneren yok nedense. Belki sizden gelir diye umudum.

Yoksa atın beni denizlere, yalan dünya sizin olsun. 

Mustafa EVERDİ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir