Halk Matinesi
Yıllardır içimde ukde. Ankara’dayım bale bile seyretmemişim. Neyse ki Devlet Opera ve Balesi Ankara Ticaret Odası’nın Congresium salonunda Kuğu Gölü Balesini sahneleyecek. Gerçi salona girmek için ATO’ya yaklaştığımda iğne atsan yere düşmeyecek bir kalabalık. Allah, Allah dedim, Türkiye modernlikte level atlamış da haberimiz yok. Hadi ben kültür adamı olarak niyetlendim bale seyretmeye. Ya bu Ankaralılara n’oluyor? Yoksa Recep İvedik gösterisi var da ben mi yanlış yere geldim.
Yok, hakikaten bütün bu kalabalık Kuğu Gölü Balesi için gelmiş. Salona bir girdim ki en az iki bin kişi. Hayret, halk matinesine denk geldim diye biraz sarsıldım. Ben ayrıcalıklı biri olacağımı sanıyordum, bu sanat gösterisine katılınca. Anlaşılan halka açılmış. Şimdi bütün bir halkın da seyrettiği gösterinin bende nasıl bir ayrıcalık oluşturmasını beklerim. Entelliğin de bir ayrıcalığı olmalıydı. Neyse dedim, ancak halka açılınca bize de bir nasip doğuyor demek ki.
Gerçi her gelene halk demek haksızlık. O kadar zarif hanımefendiler, mini etekli kızlar vardı ki, başörtülüler ve benim gibi sakallı hacıağalar arasında büyük uzlaşma gerçekleşmiş diyebilirdiniz. Türkiye işte şimdi modernleşiyor, diye düşündüm. Herkesin minisi kendine, benim köse sakalım bana. İşte Kuğu Gölünde buluşmuştuk, farklı inanç, ideoloji, anlayış, hayat tarzına sahip kadın ve erkek Türkiye vatandaşları olarak. Genç kızlar kuğu gibi süzülürken ben balenin kötü karakteri Rothbart gibi ortalıkta gezinsem de.
Türkiye hem modernleşiyor anlaşılan, hem yıllardır öksüz-garip, mutlu azınlığın eğlencesi diye itilip kakılmış opera-bale, halkımızın yoğun ilgisine mazhar olabiliyor artık. Salonda boş yer yoktu, bilet bulabilmek meseleydi. Ben bile Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü kontenjanından bilet bulabildim. Yoksa en önde 120,00 TL.lik biletti niyetim, olmadı. Büyük salonda ortalarda bir yerden seyretmek zorunda kaldım. Gözlemlerim biraz yüksekten ve uzaktan olsa da sağlam ve güvenilir olduğuna kalıbımı basarım.
Batıcı Elitist Olunca Estetik ve Güzellik Sizinle
Çünkü sağcılar devletin opera ve baleye önem vermesine, ‘batıcı elitist etkinlik’ diye yerden yere vurup şeytanlaştırılmasına yoğunlaşır, çok küçük bir azınlık için bütçeden bu kadar para ayrılmasına karşılar. Hatta bazı başkanlar, baleseverleri uçakla Viyana’ya taşısak bundan daha az masraf eder devlet, diyordu. Şimdi bir bale seyrettim diye bütün o sağcılara, opera ve baleye karşı çıkan üstatlara hakkımı helal etmiyorum. Bizleri ne güzelliklerden mahrum etmişler. Bu aydınlanma ile bütün Türkiye gençlerine –kız-oğlan- diyorum ki güzel kardeşlerim, bir bale seyretmeden ne evlenin ne de sevgili edinin.
Neden derseniz, işte onu anlatıyorum. Eni boyuna yaklaşmış kızları cins-i latif sanıyoruz. Oysa Allah ne güzellikler yaratmış. Üstelik zarif yürüyüşlerle, kanatları yokken uçabilmelerine, ayaklarını 180 derece açmalarına bakınca, bale sanatların zirvesi aslında. Özellikle tek parmak ucunda dönerek yapılan ‘fouette’ hareketi var ki, yerçekimine meydan okuyan zarafet gösterisi. Bale seyredince belki, cenneti tahayyül edebilirsin. Ben bile bu yaştan sonra ancak cennette görebileceğim güzellikleri 35 TL. ile seyretmek imkanına ulaştım. Ne kadar şükretsem azdır.
Batılı Değil Rus
Devasa bir salon düşünün. Sahnenin önünde orkestra hazır. Orkestra şefi Bujor Hoinic. Romanyalı ama Türkiye’de konservatuarlarda ders vermiş, sözleşmeli orkestra şefliği yapmış. Sahneye bitişik orkestra bin bir çeşit çalgılardan oluşuyor. Keman, viyola, viyolonsel, arp, flüt, piccola, obua, korangle, klarnet, fagot, vs. vs. Balede herhangi bir konuşma, açıklama yok. Her şeyi orkestranın seslendirdiği müziğin iniş, çıkış, yükseliş ve atraksiyonları ile anlıyoruz. Yoksa ne bir konuşma ne de bir açıklama var. Özellikle, korku, endişe, sevgi, acı gibi duyguları müzikle anlıyoruz. Bu nedenle klasik batı müziğini anlamak ve sevmek için bale gösterisinde dinlemek gerekir(miş). Kuru kuruya dinleyince, çocukluktan beri alıştığımız feryat figan sözlerle zevkimizi belirleyen müziğimiz ruhumuzu batı müziğini anlamaya ve duyumsamaya karşı ince bir zırhla kapatır diye düşündüm. Ancak canlı orkestra, baleyi daha anlaşılır ve sevimli kılar. Yoksa playback olsa tahammül edilebilir.
Kuğu Gölünü Çaykovski bestelemiş. Hikâye Alman masal ve efsanelerinden kaynaklanıyor. Bir Noel tatilinde kız kardeşini ziyarete giden Çaykovski, akrabaların çocuklarını eğlendirmek için kolları sıvamış. Çocuk gösterisi şeklinde ilk denemesini yapmış. Sonra bu eğlencelik gösteri gelişe gelişe bugünkü Kuğu Gölü Balesi efsanesine dönüşmüş.
Nedir Bu Kuğu Gölü Efsanesi?
Oyuncular kalabalık bir kadro. İki perde 4 sahnelik gösteri.
Bunlar işin teferruatı. Gelelim, nedir bu Kuğu Gölü Balesi?
Sarayın mal bir prensi var. Anladığım biraz sağcı ve muhafazakâr. Bir o kadar da abazan. Çünkü o yaşına gelmiş, bir sevgili edinememiş. Cillop gibi kızlarla, komşu krallıkların prensesleri ile çevrelendiği halde. Annesi kraliçe, evlenemeyecek bu gidişle. Sarayda bir eğlence tertip edeyim de bu kazma oğlum evlensin, yoksa evde kalacak diye düşünür.
Bizim kazma prensin doğum günü ile başlar ilk sahne. Sarayın soytarısı bile sanatçı, bir zıplayıp ayaklarını ve kollarını açması var ki sanırsın bizim yerli otomobilin ilk görüntüsü. Saray bahçesinde oğlanlar, kızlar dans ederler. Bizim prens devekuşu adımlarla gezinir aralarında. Balede kızlar o kadar zarif, narin ki havalarda uçabiliyorlar. Erkekler ise, geniş omuzlar, baklava karınlar güçlü göğüslerle değil; Jennifer Lopez kalçalar, güçlü baldırları ve düztaban ayakları ile öne çıkıyorlar. Belden aşağı görüntüler ve fallusu ortaya koyan taytlarla dolanıyorlar sahnede. Arada bir sıçrayıp uçmaya çalışsalar da Rus uçakları gibi sadece gürültü.
Oysa balerinler yürümüyor, uçuyor sürekli. O parmakları üzerinde durup titremeleri yok mu insan eriyecek gibi oluyor. Evet, o parmaklar üzerinde yürüyebilmek çok estetik ve sanatsal ama diğer yandan zulüm yahu. Çinli prenseslerin demir ayakkabılarla küçük ayaklara ulaşmasını ilkellik görüyoruz. Diğer yandan balerinlerin parmak ucunda yürümek için o narin bedenlerinde nasırlar oluşmasına sanat adına ödenen bir bedel diyoruz. Bir balerin 40 yaşına gelince vücudunda bir sürü arıza doğuruyormuş zaten. Neyse bu merhametli yüzümü başka zamana erteleyeyim, içinizi karartmaya gerek yok. Bugün güzelliklerden söz etme günü. İşte dans eğlence saraylılar gece yarısını bulunca dağılıyorlar. Annesi doğum günü şerefine altın bir yay ve ok veriyor oğluna.
Bizim abazan prens, o kadar güzel kızın arasında birini beğenmediği gibi annesinin doğum günü hediyesi ok-yayı kullanmak için gece yarısı ava çıkıyor. Bir göle geldiğinde kuğuları görüyor. Kızlarla konuşma cesareti olmadığı için olsa gerek yürüyor kuğulara. Yalnız kuğular da yürünmeyecek gibi değil. O kadar estetik süzülüyorlar ki benim gibi kuğulara özel bir düşkünlüğü olan Çaykovski buralarda müziğiyle nirvanaya çıkıyor. Bizim sağcı prens de kuğuların prensesine abayı yakar bu arada. Siyah giysilerle yarasa bir adam, -anında kötü karakter olduğunu anlıyorsunuz- bu işe engel olmak ister. Ancak bir mal olan prensi gözüne kestirir. Buna kızımı verirsem, sarayda iktidar da benim olur, diye hesap yapar.
Gerilim ve Mutlu Son
Sarayda eğlence var. Polonya, İspanya, İtalya, Macaristan kralları kızlarını getirmiştir. Bunlar dans edip kendilerini beğendirmek isterken, kötü adam kızını Kuğu Gölü prensesi görüntüsü ile aklını alır Alman prensin. Kuğular güzel ama işte etiyle kemiğiyle, güzelliği ve zarafeti ile gerçek bir kız diye beğenir söz kesilir evlilik yemini eder. Her nasılsa Kuğu gölü prensesi görüntüsü hayalinde belirince bizim mal prens bir daha karar değiştirir. Büyü, mücadele derken, kötü adamı yener. Meğer kızlar büyü ile kuğu yapılmış. Prens öpüp evleneceğini söyleyince büyü bozulur, bizim estetik ve gümüş renklerle göz alıcı kuğularımız insan haline avdet ederler. Mutlu son. Bunun acı sonla biten versiyonları da var. Jülyet ve Romeo gibi sonunda intihar eder kahramanlar.
Gelelim Değerlendirme Faslına
Rusya’da bu oyun 1877’de sahnelenmiş ilk defa. Türkiye’de 1965 yılında. Birkaç kere Mersin İzmir, Ankara sahnelemiş Kuğu Gölünü. Evet, ben de ahir ömrümde bu son prömiyeri ile görmek imkânı buldum.
Türkiye yerli ve milli otomobil yaptığı gibi opera ve balede sahneleyebilir. Artık bütçeden para ayrılmasına itirazım yok, diğer sağcı koroya katılıp. Estetik ve güzellik duygusu ancak böyle gelişir. Yoksa Ankara oyun havalarında oynayan kadınlara bakınca ben de bir kadınlardan soğuma oluşuyor. Hatta insanın üzerine üzerine öyle bir yürüyüşleri var ki oyun diye, insan korkuyor. Allah’ım diyorsun, Çankırı caddesindeki pavyonlar bizim hayatımız gibi. Oysa iki adım ötedeki opera bale sahnesi cenneti saklıyormuş meğer koynunda.
Mustafa EVERDİ
Son Yorumlar