İşte ömür boyu beynimizde dönüp dolaşacak, farkında olarak veya olmayarak yaşamımız boyunca ya içimizden ya da sesli olarak dillendirdiğimiz temel üç soru.
*
Doğadaki bütün canlıların davranışları “al gülüm, ver gülüm” prensibiyle çalışır. Karşılıksız hiçbir şey yapılmaz, yapılamaz! Mesela insan ilişkileri arıyla çiçek arasında ilişkiden farklı değildir. Çiçek gerek rengi, gerek konusu ile arıyı kendine çeker. Arı, bal için malzeme toplarken ayağına bulaşan polenleri başka çiçeklere taşır. Döllenmeyi sağlar. İlk baharın rüzgârlı oluşunun bir sebebi de bu döllenmeye yardımcı olmasıdır. Rüzgârla uçuşan polenler, çiçeğin uçları yapışkan olan dişi organına yapışır. Doğa asla hata yapmaz. Anlayacağınız ne rüzgâr boşa eser ne de arı boşa uçar.
Bitki ve hayvan âlemiyle bizlerin arasındaki fark; NİÇİN, NASIL ve NE sorularını sorabilme yeteneğimizin olmasıdır. Aklımızı bir tarafa koyacak olursak ilişkilerimiz arı ve çiçekten farklı olmayacaktır.
***
* Psikoloji, insan davranışlarında “NİÇİN” sorusuna cevap arar. Sosyoloji, “NASIL” sorusuyla ilgilenir. Antropoloji, çevre ile insan davranışı arasında “NE” ilişki olduğunu araştırır.
***
Bu soruları yerinde ve zamanında sorabilir ve tatmin edici yanıtları alır ya da bizzat araştırırsak ilişkilerimizdeki doğru veya hatalı yanlarını rahatlıkla saptayabiliriz. Bir örnekle açayım konuyu: Siz ne kadar severseniz sevin, ne kadar değer verirseniz verin. Karşı taraf için bunların hiçbir şey ifade etmediğini bilmeniz gerekir. O kendi bildiği gibi sevecek, duymak istediklerini duyacak, görmek istediklerimi görecektir. Kadınsa çiçek, erkekse böceğin davranışlarının aynısı gerçekleşecektir. Ne var ki diğer canlılar NİÇİN, NASIL, NE sorularını sormaz. Onlar genelde içgüdüleri ile hareket ederler? Yani bir dişi kuş “Niçin beni seçtin?” diye sormaz. Dişi zürafa “Ne olacak bizim sonumuz?” demez.
İşte bu temel üç soru bizi “DOĞRU ve YANLIŞ”ı analiz etmeye yöneltir.
Doğru bildiğimiz birçok şeyin yanlış olduğunu ancak yüzeyselliğin, alışılagelmişin dışına çıkılarak, yani daha dikkatlice okuyup, daha dikkatli bakabildikçe, dinledikçe normal olarak kabul ettiğimiz birçok şeyin normal olmadığı, bazen de anormal olarak değerlendirdiğimiz şeylerin normal olduğunu görüyoruz. Bilimsel olarak yazacak olursak bize göre normal olan bir şeyin diğer bir kişi ya da toplum için doğru olmadığı anlaşılabiliyor. Bu nedenledir ki; insan ilişkileri doğru yürümüyor.
Bu metin bizi “Doğru nedir?” sorusunu araştırmaya yönlendiriyor.
Biz Ne Kadar (A)normaliz?
“Anormal olan şey, bizim normal olan durumlara verdiğimiz tepkidir.”
Normal, bana kalırsa sözcüklerin en elastikisi. Biz eskiden böyle derdik; lastikli ya da elastiki sözcükler. “Göreceli” kavramının dilimize oturması güzel oldu. Daha şık ve anlamlı.
İnsan teki kolaycı, hatta hazırcıdır. Bu, özellikle geri kalmış, ülkelerde sık uygulanan bir davranış biçimidir. Bu tür insanlar birçok şeyi “aa, öyle mi?” diyerek hazır/bitmiş bir düşünceyi ya da tavrı hemen benimseyebiliyor. “Öyle olmayabilir mi acaba?” diye araştırmaya gerek duymuyor. Güncellersek; “kopyala, yapıştır”la geçiştiriyor işi. Bana göre, insanların muhakeme kabiliyetleri bu çağın ortasında sıfırlanacak; öyle görünüyor. Bunun tabii ki o kişinin yetişme tarzı ile yakından, hatta birbir ilgisi var. Konunun bilimsel yönünü Uzm. Psk. Sayın Selin Yiğit İpek‘in makalesinden alıp, kendi düşüncelerimle harmanladım. Umarım kendisine bir saygısızlık etmemiş olurum.
Konuya tam girmeden önce daha iyi anlaşılabilmesi için “en basit” şu örneği vermek istiyorum: Siz bir çocuğu belirli bir yaşa kadar yasaklarla, günahlarla, asırlardır toplum mimarlığı yapan kişilerin (hiçbir sosyolojik, psikolojik, antropolojik bilgiye sahip olmayan din adamları) hiçbir temele oturmayan sözleri ile (günah) korkutarak büyütürseniz, bu çocuğun ömür boyu korkularını yenmesi neredeyse olanaksızdır. Belki dar bir çevreye uyum sağlayabilecek fakat içsel olarak asosyal bir yaşan sürecektir. Bu tür insanlara bilimsel/evrensel kuralları kabul ettirmek çok zordur. Ona yaşamında “normal” olan birçok şey “anormal” gelecektir.
Yukarıdaki makalemizde (Niçin, Nasıl, Ne?) yüzeyselliğin, alışılagelmişin biraz dışına çıkıldığında, yani daha dikkatlice okudukça, görebildikçe, dinledikçe “normal” olarak kabul ettiğimiz birçok şeyin normal olmadığı, bazen de anormal olarak değerlendirdiğimiz şeylerin normal olduğunu görüyoruz. Bilimsel olarak yazacak olursak bize göre normal olan bir şeyin diğer bir kişi ya da toplum için doğru olmadığı anlaşılabiliyor demiştik. Örneğin birine tükürmek normal mi anormal mi desek, eğer Afrika’nın bazı kabilelerini düşünürseniz orada bu tamamen normal çünkü bu onların selamlaşma biçimi.
Bugün ise “nedir şu normal ya da anormal dedikleri şey?” diyerek biraz konunun derinliklerine ineceğiz.
*
” (1) Normal, toplumun çoğunluğuna uyum sağlamaktır. (2) Farklı tanımları bulunmakla beraber; normal aslında bilinmeyeni belirlemeye çalışmaktır. Değişik toplumlarda farklı davranış biçimleri normal ve anormal tanımını değiştirebilir.”
Peki bilinmeyeni belirlemek için halkın çoğunluğunun düşündüğü gibi düşünülürsek aynı yerde dönüp durmaz mıyız? Bana kalırsa “Zurnanın zırt dediği yer” tam da burası. Bu tanım bana hiçbir şey anlatmıyor. Size? Neden toplumun çoğunluğunun uyum sağladığı şey “normal” olsun? Öyle olsa idi bilimde, ilimde, sanatta insanlık bir adım ileri gidebilir miydi? İkinci tanım ise birincisinden daha da karmaşık.
Bakalım bu konuların uzmanı Sayın Selin Yiğit İpek bizleri bu konularda nasıl aydınlatacak: “Esasen beynimizin ön lobu (prefrontal korteks) bize uyumlu olmamızı söylüyor. ‘Normal’ kavramı bu kadarıyla mı sınırlı? Tabii ki hayır! Aslında normal olmadığını düşündüğümüz çok şey normal; mesela karanlıktan, yıldırımdan… korkmuşuzdur. Bunları yaşarken zorlanırız fakat bunların hepsi normal! Her şey normal ise anormal olan ne? Evet her şey olmasa da yaşadığımız hayatın çok büyük bir bölümü normal. Kazalar, hastalıklar, doğal afetler, ölüm ve ayrılıklar… Her şey insanlar için. Anormal olan bizim bu normal olan durumlara verdiğimiz tepkilerin akıbeti. Gülmek kadar ağlamak da doğal ve normal, nasıl ki en sevdiğimizi kaybettiğimizde yasını tutuyorsak, en sevdiğimiz mutlu olduğunda bizde mutlu oluyoruz. Ancak yas sürecinin ardından çok uzun bir dönem geçiyor ve yas tutmaya devam ediyorsak ya da mutlu olduğumuz sebep ortadan kalkmasına rağmen aşırı mutlu olmaya devam ediyorsak ve bu duygu durumumuz günlük yaşam aktivitelerimizi engelliyorsa buna anormal diyoruz.”
Benin düşüncem: Buradan da anlaşılıyor ki “normal”i, “anormal”e dönüştüren yine bizleriz. Fakat anormal olarak kabul ettiğimiz bir şeyin aslında normal olabileceğini düşünmek pek işimize gelmemekte.
“Günlük yaşam aktiviteleri, insanların olası durumlarda korkmaları, kaygılanmaları, ağlamaları, depresif olmaları ve her şeyi kontrol edememeleri normaldir; ta ki (günlük yaşam aktivitelerini) işlerini, eşlerini, çocuklarını varsa evcil hayvanlarını ihmal etmiyor, kısacası o gün için planladıkları eylemleri yerine getirebiliyorlarsa…”
“Peki, anormal olan ile karşılaştığımızda ne oluyor? Beyin ruh ve beden, o an için başa çıkamayacağımızı düşündüğü durumlarda savunma mekanizmalarını kullanıyor, kendini bu yeni duruma hazırlayana kadar. Hazır olduğunu bilmesine rağmen savunma mekanizmalarını kullanmayı sürdürüyor ve yeni duruma uyum sağlayamıyor. İşte burada mutlaka bir destek almaması öneriliyor. Çünkü müdahale edilebilir, yetkin ruh sağlığı çalışanları (psikologlar, psikiyatristler) içinde bulunduğunuz bu süreci anlamlandırmanıza ve savunma mekanizmalarınızla vedalaşmanıza yardımcı olmaktadırlar. Ayrıca ileride yaşayabileceğiniz zorluklarla da baş etmenizi kolaylaştırırlar.
Nasıl ki susadığımızda oturup susuzluğumuzun geçmesini beklemiyorsak, bu gibi durumların da kendiliğinden geçmesini beklememek gerekir.”
*
Ben şuna kesinlikle inanıyorum ki geleceğin en parlak meslekleri insan davranış biçimlerini inceleyen meslek dalları; Sosyoloji, Psikoloji, Antropoloji ve Sosyal Psikoloji dalları olacak.
Öyle görünüyor ki hepimizin bir doktora ihtiyacı var.
Nida ÖZ
Kaynakça:
* Selin Yiğit İpek
* https://onedio.com/…/selin-yigit-yazio-normal-nedir-923392 (Uzm. Psk. Selin Yiğit İpek)
Son Yorumlar