Ferhat’ın Çağrısı

Batı’da Ferhat ile Şirin destanı bir Fars hikâyesi olarak bilinir. 1800’lü yıllarda Nizami’nin ve Firdevsi‘nin eserleri Batı dillerine çevirilince edebiyatçılar Ferhat ile Şirin’in aşkından haberdar oldular.

Türk yurtlarında da Türkçe olarak ilk kez Ali Şir Nevai bu eşsiz aşk hikâyesini Türkçe kaleme aldı. Ardından Kafkaslardan Balkanlara kadar dönemin aşıkları tarafından çeşit çeşit Ferhat ve Şirin hikâyeleri dillendirilmeye başlandı. Anlatılan bu güzel aşk hikâyesinin en yakıcı versiyonlarından biri de Amasya’dadır. Iğdır’a doğru niyetlenince Onun külüngünün sesini dinleyerek bir de Ferhat’ın yurduna da uğrayalım dedik.

Önce çeltik tarlalarının arasından süzülen yolu takip ederek Osmancık’ta Koyunbaba Köprüsü’nün yanı başındaki serin bir kahvede mola verdik. Hava sıcaktı ama arada bir Kızılırmak’tan esen rüzgâr saçlarımızı serinletmeye yetiyordu. Çok geçmeden adeta kol kola girmiş dört beş delikanlı yanı başımızda bitiverdi. Aslında biz gelmeden buraya yüze yakın okul arkadaşım gelmiş ve erken ayrılmışlardı. Veya biz geç kalmıştık.

Yanımıza gelen delikanlılardan birinin kırk yıl önceki gülüşünü ta uzaktan tanımıştım. Mevlut Kaleli… Saçları, sakalları ağaran ama yıllar yıllar önce Artvin’de tanıdığım azametini ve çocuksu gülüşünü hâlâ yüzünde gezdiren bu delikanlı adam sımsıcak kollarıyla bana sarılınca hatıralar da birbiri ardına sökün etmeye başladı. Artvin, karmakarışık yıllar, evden ayrılışın hasreti, yoksulluk, yalnızlık… Mevlut Kaleli biz Artvin’e gittiğimizde en son sınıftaydı ve mezun olacak olan son öğretmen okulu öğrencisiydi. Bunlar okulda bize gerçek birer abi olmuş ve o yoksul, yalnız anlarımızda düşünceleri, tecrübeleriyle yolumuzu aydınlatmışlardı.

Kahveden yine Artvin’den mezun olmuş bir başka öğretmen Keramettin Kütük’ün işyerine gittik. Renkli gözlü, konuşkan, her tavrıyla bizi rahat ettirmeye çalışan Keramettin Kütük  dostumuz kendisine benzeyen iki oğlu ve saygıdeğer eşi ile birlikte memnun olalım diye koşturdu durdu. Anlattığı birbirinden ilginç okul hatıralarıyla bizi neşelendirdi. Okul Müdürü’nün arabasını tamir edişini, ayakkabı boyacılığını, fotoğrafçılığını sanki dün yaşanmış gibi heyecanla anlattı. “Hep fotoğrafı çeken ben olduğum için hiçbir fotoğraf da yokum,” demesinin altında biraz espri biraz da hüzün vardı.

Orada diğer bir okul arkadaşımız Selman Doğan Güngör de vardı. Elbette geçen yılların silik hatıraları için yardım lazımdı. Mevlut Bey telefonundan gösterdiği eski resimlerden kimin kim olduğunu bana anlatmaya çalışıyordu.

Bir süre sonra Amasya’ya, Ferhat’a doğru yola koyulduk. Mevlüt Bey, eşi Muazzez Hanım, Selman Doğan 100 kilometreye aşkın yolda bize eşlik ettiler. Amasya’ya girmeden Mevlüt Bey doğduğu kasaba Gümüşhacıköy’e uğradı. Uzaktan perdeleri görünen evini gösterdi. “İçeride ışık varsa insan da vardır, her zaman gelebilirsin,” dedi. Dağların arasından yeşil yaylaları hayranlıkla izleyerek Amasya’ya vardık. Bu şehzadeler ve aşıklar şehri büyülü bir yerdi. Yalçın kayalıklar, dağlara oyulmuş evler, zarif konaklar, mütevazi türbeler ve elbette ki Ferhat ile Şirin….

Eşimi ve beni en çok meraklandıran Karabağ’da Cicimli Seyidler olarak bilinen Seyid Nigari’nin makberinin burada olmasıydı. Seyid Nigari 1830’lu yıllarda Sivas’ta yaşayan İsmail Şirvani’ye intisap etmiş sonra da gidip Amasya’da bir süre yaşamış ve vefatında da yaranları tarafından Amasya’da defnedilmişti. Onun müritlerinden Mahmud Efendi’nin Kazak’taki, türbesini üç-dört yıl önce ziyaret etmiştik. Mahmud Efendi’nin yaranlarından biri eşimin köyü Muğanlı’da olduğu için eşim onlara manevi bir yakınlık duyuyordu. Mevlut Bey bizi sanki Şeyh’in himmetiyle adeta uçurarak türbeye götürdü. Türbenin kapısındaki yazıyı gören eşim çok duygulandı. Çünkü bu mütevazi cami ve türbe Azerbaycan’dan Mahmud Efendi tarafından gönderilen paralarla yapılmıştı.

Kendisi de çok iyi bir şair olan Seyid Nigari, İbnülemin Mahmud Kemal’e göre İlahi aşkla yoğrulan ve her şeyi aşk gözüyle gören ve terennüm eden biriydi. Ona göre “Melâmet” şehri bir aşk şehriydi ve bu şehrin insanlarının elinden tutmayan zahid bile olsa insan sayılmazdı.

Seyid Nigari ile vedalaşıp bir başka aşk alemine gittik. Ferhat ile Şirin’in hikayesini Mevlut Bey anlattı, kızım Sebiha gülümseyerek dinledi. Mevlut amcası onu salıncakta sallarken belki de o bir Ferhat’ı, bir Şirin’i düşünüyordu.

Akşam bir zirvede oturduk ve semaver çaylarımızı yudumlayarak aşk ve ışık saçan Amasya’ya nazar eyledik. Kardeşim Kayıhan manzaradan adeta büyülenmiş sürekli resim ve video çekiyordu. Eşimle o loş karanlıkta sadece bizim anladığımız dilde bakıştık. vefa, dostluk, kardeşlik buydu işte, dedik yüreklerimizden.

Bizi aşk diyarında ağırlayan Mevlut Kaleli sadece bir öğretmen değil, usta da bir yazardır. Bana hediye ettiği kitabını ayrı bir yazı ile değerlendireceğim.

Ertesi gün Iğdır’a doğru yola koyulurken her dağın zirvesinde bir Ferhat ve Şirin aradık. Yollar uzun, ömür kısa, yeter ki aşk bitmesin!

Orhan ARAS

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir