Yeni Zaman, Yeni İnsan, Yeni Gençlik

“Her gelen vapur, tren
Yeni insanlarla gelir.”
Necati Cumalı

Trenler, vapurlar, otobüsler, arabalar yeni insanlar taşırlar şehirlere… 1960’lı yıllardan sonra bu yolla Anadolu adeta şehirlere taşındı. Şehirlere gidenler farklı bir renk, farklı bir tat, farklı bir eda götürdüler kendileriyle… Sonra da sorunlar başladı.

Her mekân değişiminde duygular, alışkanlıklar bir süre devam eder. Sonra her şey değişmeye başlar. Gözlemler, taklitler, zorlamalar başladıkça korkular da depreşir. Bu korkular iki taraflıdır. Gelenle yerli arasında varlık yokluk kavgası gibi bir kavga başlar. Yerli, geleni kendisine uydurmak ister. Kendisi gibi yürümesini, kendisi gibi giyinmesini, kendisi gibi yemek yemesini, hatta kendisi gibi hayata bakmasını, hayatı anlamasını ister. Gelen ise alışkanlıklarında direnir bir süre… Bazen isyan eder, bazen de kabullenir ondan istenenleri… Ama gelenlerin çocukları daha çabuk uyum sağlarlar ortama. Onlar yaşadıkları yerleri daha erken tanır ve kavrarlar. Bazen bu çabuk alışmanın da acısını çekerler. Çünkü ev ile dışarısı arasında bazı duvarlar vardır. Evdeki durağanlık çocuktaki değişmeyi durdurmak, onu geleneklerine, alışkanlıklarına hapsetmek ister. Çocuk ise direnir. Bazen isyan eder, bazen de saklar kendini. Ama sonuçta o büyük, güçlü şehir ve onun yeni hayat şartları galip gelir. Direnen ise bir yenilgi sendromu içinde küskün bir hayata hapseder kendisini. Büyük şehirlerin varoşlarında karşılaştığımız kızgın, küskün, hüzünlü, öfkeli bakışlı insanlarımız hep bu şehre karşı savaşıp kaybedenlerdir.

Aslında bu ikilem, bu kavga, bu yenilgi sadece son yıllarımıza ait bir durum da değildir. Dünya var oldukça bu kavga da hep olmuştur. Zaman geçmişi acımasızca ezip geçtikçe yeni şartlar, yeni durumlar oluşturmuş ve insanı da bu kavganın içine sokmuştur. Zamandan ve değişimden şikâyet her çağda bir başka şekilde kendisini duyurmaya çalışmıştır.

Zaman, mekân ve değişimler, yeni kuşakların farklılaşması sadece günümüzün problemi değildir. Çağlar önce de insanlar her değişimden kuşku duymuşlar ve çocuklarını, gençlerini değişimlere karşı uyarmışlardır. Homeros’dan sonra M.Ö 8. yüzyıl sonlarında yaşayan Hesidos’a göre, “insanlar daha fazla teknoloji elde ettikçe değerleri bozulur ve değişirler.” O, çağlar öncesi, “İnsan Aracı”ında şunları yazar:

“Eğer bu gidişi düzeltmezsek davranışlarımız bizi yok edecektir. Ev sahibiyle konuk dostça ve cömert davranmadığı zaman, arkadaş arkadaşla kavga ettiği zaman, kardeşler düşman olduğu zaman, çocuklarla ebeveynleri birbirleriyle anlaşamadıkları zaman, yetişkin çocuklar ana babalarının onlar için yaptıklarını unutup, onları eleştirerek, yaşlı, zayıf oldukları için onlardan şikâyet ederek onlara saygısızca, onursuzca davrandıkları zaman, sözlerini tutan, namuslu, erdemli insanlar, kötü emeller için kaba güç kullananlardan daha az saygı gördükleri zaman, kötü olanlar onurlu olanları incittiği zaman tanrıların ve ölümlülerin babasına, bizi besleyen dünyada yaşamaya uygun olmadığımızı göstermiş olacağımızdan, Zeus bizim “Demir Irkı” da yok edecektir.”[1]

Şair Hesidos’dan sonrası çağlar içindeki her yenilik, her göç ve değişiklik şikâyetlere yol açmıştır. Batı edebiyatında bunun örnekleri çoktur. Bizde de zamanın değişiminden ve bir önceki kuşağın arzu edildiği şekilde bir gençliğin olmadığı konusu şairlerin şiirlerinde sık sık dile getirilmiştir. 13.yüzyılda Yunus Emre’miz:

“Müslümanlar zamâne yatlu oldu
Halal yinmez harâm kıymetli oldu”

Diye zamandan ve zamanın getirdiği karmaşadan şikayet ederken, 16.yüzyılın en önemli şairlerinden Hayali’de de durum farklı değildir:

“Harabat ehline düzâh azabın anma ey zâhid
Ki bunlar ibn-i vakt olmuş gam-ı ferdayı bilmezler.”

Bizim toplumla aynı zamanda değişimleri yaşamaya başlayan Rusya için de durum aynıdır. Bir tarafta gelenekçi entelektüeller, öbür tarafta ise kökten bir değişimin savunucuları… Rus yazarı Turganyev “Babalar ve Oğullar” isimli romanında köy ve şehir arasındaki farkı, kuşaklar arasında oluşan çekişmeleri ve gençliğin isyanını çok güzel bir şekilde anlatmıştır. İsyancı oğul Bazarov’u, tutucu babası biraz şefkat, biraz da üzülerek izlemekte ve asla anlayamamaktadır.

Değişim sadece zaman ve mekân ağırlıklı olarak düşünüldüğünde ne kadar şikâyet edilse de o kadar korkunç değildir. Teknolojideki değişim ve insanın yaşama bakışını tümden değiştiren ve sosyal yapı üzerinde adeta devrim yaratan teknolojik araçlar insanın kendi yenilgisini ve tutsaklığını yaratması açısından korkulu hale gelmiştir. Bu korkuyu Frankfurt Okulu’nun kurucularından Max Horkheimer yıllar önce, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde (1947) yazdığı “Akıl Tutulması” isimli eserinde çok açık bir şekilde anlatır:

“Göğe baktıktan sonra babasına, “Baba, ay neyin reklamı acaba?” diye soran çocuk, biçimsel akıl çağında insanla doğa ilişkisinin düştüğü durumun tipik bir göstergesidir. Bir yanda, doğa her türlü içsel değer ya da anlamdan arındırılmıştır. Öte yanda insanın da varlığını sürdürmekten başka amacı kalmamıştır. Elinin değdiği herşeyi bu amaca hizmet eden bir araca dönüştürmeye çalışmaktadır.”[2]

Marx, Weber ve Durkheim’dan etkilenen Max Horkheimer ve diğer Frankfurt Okulu Temsilcileri, yeni medya teknolojilerinin toplum üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkileri, “Eleştirel Kuram” kapsamında incelemişlerdir. Modern toplumlarda bireyler arasındaki ilişkilerin dahi niceliksel ilişkilere indirgenmesi sonucu, etik değerlerin öneminin kaybolarak insana dair şeylere yabancılaşma olgusunu bu kuram kapsamında eleştirmişlerdir.

Teknolojinin insan üzerindeki etkisini en özgün bir şekilde dile getirenlerden birisi de “Ekolojik Bir Topluma Doğru” kitabının yazarı Bookchin’dir. Ona göre, “Teknoloji insanlığın bir uzantısı olmaktan çıkmış, insan teknolojinin bir uzantısı haline gelmiştir.”[3]

Yine İngiliz sosyolog Anthony Giddens, 1990’lı yıllarda yayınladığı “Modernliğin Sonuçları” isimli eserinde teknolojinin toplumları nasıl dönüştürdüğünü ve kuşaklar arasındaki uçurumu nasıl derinleştirerek kargaşaya ve ümitsizliğe yol açtığını örneklerle açıklamaya çalışır. Giddens’e göre, “Her teknoloji toplumlar üzerinde sosyal ve toplumsal dönüşümler meydana getirir.”[4] Giddens, iletişim teknolojisi ile ortaya çıkan hızlanmanın geleneksel toplum düzenini kökünden ortadan kaldıracağını iddia eder. O, günümüz teknolojik dönüşümün diğer çağlardaki teknolojik gelişmelerden tamamen farklı olduğunu ve eski teknolojik buluşların bugün ki kadar bütün insanlığı sarsmadığını ve değiştirmediğini anlatır.

Anadolu köylerinden şehirlere, ordan da Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giden insanlarımız, farklı kültürlerin etkilerinden ve gençlerin yabancılaşmasından söz ederken karşılarına bu kez çok farklı bir enstrüman çıkmış bulunmaktadır. İletişim araçlarıyla haşır neşir olan gençlik, kendisine bir önceki kuşağın hayal dahi edemeyeceği bir dünya kurmaya başlamıştır. Yolda giderken kendi kendine konuşan, gülen, eve gelince aile bireylerinin yüzlerinden daha çok makinenin yüzüne bakan bir gençlik, onun için hayaller kuran ebeveynlerini ister istemez  korkutmaktadır. Çocuğunu bir başka uygarlığın tutsaklığından sakındırmaya çalışan anne-babalar, şimdi çocuklarını dilini hiç bilmedikleri uygarlıksız bir makine ile bölüşmek zorunda kalmaya başlamıştır. Bu, yeni bir zamanda, yeni bir insan ve yeni bir gençlik tipidir. Onunla savaşım ve sonuç nasıl olacaktır, onu zaman gösterecektir.

Orhan ARAS

[1] Donna Rosenberg- Dünya Mitolojisi.
[2] Max Horkheimar, Akıl Tutulması, Metis Yayınları 2013, S.125, 126
[3] Bookchin, M, Ekolojik Bir Topluma Doğru, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları,1996
[4] GIDDENS, A. Modernliğin Sonuçları (2012). Çev. Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yayınları, s.12

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir