Bir Cumhuriyet Âşığı Veysel Şatıroğlu

“Çiğdem der ki ben elayım/Yiğit başına belayım/Hepisinden ben alâyım/Benden alâ çiçek var mı” Bu türküyü dinlerken hızla çocukluğuma dönerim. Çocukluk; insan hayatının kara kutusu… Uzun süren kışın ardından güneş utangaç bir çocuk gibi yüzünü göstermeye başlardı. Gâh gri bulutların arkasına saklanır gâh görünürdü… Karların erimesiyle ve güneşin dünyamızı ısıtmasıyla toprak canlanmaya başlardı. Alatav toprakta tatlı bir telaş… 

Dağlar, tepeler, meralar ve tarlalar… baharın gelmesiyle yeşillenmeye başlardı. Kaya diplerinde navruzlar, düzlerde çiğdem çiçekler… Okuldan sonra ya da hafta sonu mahalledeki çocuklarla, arkadaşlarla çiğdem eşmeye giderdik. Gözünüzün alabildiğine beyaz, pembe, mavi, ateş lelası çiğdemler… Çiğdemin kökü yumrudur, toprağın derinlerindedir. Çok narindir, çok nazlı ve çok nazik… Kökün topraktan çıkarılması dikkat ister, özen ister… Bazen de köküne ulaşmadan çiçeği kopar gider. Çiçeği ezilir çiğdemin. Akşama doğru eştiğimiz çiğdemler demet demet avuçlarımızda eve dönerdik. Çocuk ruhumuzu okşayan çiğdem kokusuyla dönerdik. Sevinçle… Toprağın içimizi dolduran huzuruyla…

Sonra biz büyüdük. Biz büyüdük ama dünya değişti. Değişen biz miydik dünya mıydı farkına varamadan büyüdük aslında. Çocuk sevinçlerimiz zamanın bir yerinde asılı kaldı, ve Âşık Veysel’in, Veysel Baba’nın sesinden artık: “Çırpınıp içinde döndüğüm deniz/Dalgalanır coşar ürüzgarından/Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız/Ah çektikçe kaynar gelir derinden” türküsünü ya da feryadını dinlemeye başladık. O derin, bitimsiz anaforun içinde dönmeye başladık, ve ben hep hayret ettim Veysel’i dinlerken. Hayret makamında. İki gözü de görmeyen bir insan nasıl böyle güzel söylerdi, nasıl böyle içten…

Bir çiğdemden mutlu olan insanı artık mutlu etmiyor hiçbir şey. Hep kazanmak, her şeye sahip olmak… Bütün yeryüzünü bir sermaye olarak gören ve buradan maksimum kârı elde etmeye programlanmış makinelere dönüştü insan. İşte tam da burada insan kalmaya direnen, makineleşmeyi reddeden insana Âşık Veysel seslenir ötelerden: Dost dost diye nicesine sarıldım/Benim sâdık yârim kara topraktır/Beyhude dolandım boşa yoruldum/Benim sâdık yârim kara topraktır/Nice güzellere bağlandım kaldım/Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum/Her türlü isteğim topraktan aldım/Benim sâdık yârim kara topraktır”

Âşık Veysel’in bilindik hikâyesini tekrar etmeye gerek var mı, bilmiyorum. Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğuyor. Anası koyun sağmaya giderken ya da sağımdan dönerken doğuruyor Onu. Göbeğini de anası kesiyor. Sonra gözlerini kaybediyor. Kendi içine yönelen Veysel oyalansın diye babası saz alıyor. Molla Hüseyin ve Çamşıhılı Ali Ağa’dan saz çalmayı öğreniyor. Pir Sultan Abdal, Karac’oğlan, Dertli, Ruhsati gibi büyük ustalarla tanışıyor ve onların türkülerini çalıp söylüyor. Sonra kendi şiirlerini de çalıp söylemeye başlıyor. Âşıklık geleneğinin ülkemizdeki son büyük temsilcisi olarak kabul edilen Veysel, Türkçeyi arı-duru kullanan ozanlardan biri. Kendinden sonra birçok âşığı etkiliyor. Türküleri dilden dile dolaşıyor.

Âşık Veysel’i anlatırken Onun yetiştiği Emlek yöresi ya da bölgesinden söz edilmezse birçok şey eksik kalır. Doğan Kaya 16-17 Mayıs 1998’de Ankara’da düzenlenen “Emlek Yöresi ve Çevresi Halk Ozanları Sempozyumu”nda şu bilgileri veriyor: “Emlek yöresi, Şarkışla’nın Batı ve Kuzeybatısında Kızılırmak vadisinde yer alan; Turna, Şeme, Kılıç, Karababa, Nalbant, Akdağ ve Sırıklıdağlarla çevrilmiş olan bölgedir. Bugün, Emlek yöresinde büyük çoğunluğu Şarkışla’da olmak üzere Yıldızeli, Gemerek, Pınarbaşı, Sarıoğlan ve Akdağmadeni’nde 80 civarında köy vardır. Bunların içinde Kaldurak, Verdikışlası gibi pek çok yerleşim merkezi bugün mevcut değildir.

Emlek yöresine dahil edilen köylerin başlıcaları şunlardır:

Ağçakışla, Ağcaşehir, Akçasu, Alaçayır, Alaman (Veziralan/Başkışla), Baclu, Bağçacık, Bağlararası (Adıyaman), Başağaç, Benlihasan (Hekimkışlası), Belviran, Beyyurdu (Köylez), Bozhüyük, Bozkurt, Burhan, Canabdal (Alınpınarı), Güdül, Çakal, Çamlıca (Kürtköyü), Çanakçı (Osmanlı), Çepni-Çunkar, Çınarcık, Dendil, Davulalan, Emlekhüyük (Karaüyük), Kaleköy, Karacaören, Kavak, Mezra, Eskiyurt (Alakilise), Faraşderesi, Gaziköyü, Göynüklü, Güdül, Gülören, Hardal (Hatir), Hocabey (Hızırbey), İğdecik (İğdelüce), İlyashacı, İnciğin, Kapaklıpınar, Kaplan, Karacaören (Karacaviran), Karadere, Karaözü, Kavak, Keklicek, Kümbet, Mescit, Nallı, Ortaköy (Ortakışla), Ortatepe, Ortatopaç, Otluk, Örtülü, Pınarcık, Saraç, Sarıkaya (Kürtaraposman), Sarıtekke (Sarıabdal), Sivralan, Temecik, Tekmen, Tezekçikavağı (Temecik), Viranşehir, Yahyalı, Yalanı, Yassıkışla, Tavşancudı, Yenice, Yuvalıçayır, Yükselen (İğdiş).

Bu köy ve beldelerden Bozhüyük Yozgat Akdağmadeni’ne, Alakilise, Burhan, Dendil, Keklicek, Tekmen Gemerek’e, Davulalan, Nallı ve Yuvalıçayır Yıldızeli’ne Karaözü de Kayseri’ye bağlıdır.”(1) Emlek yöresi birçok âşığın yetiştiği ve âşıklık geleneğini yakın zamanlara kadar devam ettiren önemli bir bölgedir. Âşık Veysel de 20. yüzyılda bu yörenin bizlere armağan ettiği büyük bir değerdir. Doğan bu yörede çok fazla âşık yetişmesini çeşitli nedenlere bağlar:

“1. Irsiyet (Herdity-Heredite-Kalıtım): Yöre insanının şair yaradılışlı kimseler olması,

  1. Çevredeki şartların müsait olması: Çevrede, yüzyıllar boyu süregelen, sözlü eğitim ve kültür birimi vardır ve şekillendirici faktöre sahip çevre, sürekli bunu desteklemektedir.
  2. Çıraklık: Usta âşığın saza ve söze kabiliyeti olan bir genci çırak edinip yıllar sonra onun da âşık olmasını sağlaması gelenektendir. Yetişmelerinde çıraklığın da önemli rol oynadığı âşıklar şunlardır.
  3. Ustamalı şiir söyleme ve çevredeki âşıklardan etkilenme: Saza hevesli olan gençler önceden yaşamış âşıkların veya çevredeki âşıkların şiirlerini çalıp söyleyerek bu yola ilk adımlarını atarlar ve zamanla kendileri de şiir söylemeye başlar.
  4. Sazlı-sözlü ortamda yetişme: Âşık edebiyatında, sazın önemli yeri vardır. Bilhassa meslekten yetişmiş âşıkların saz çalmaları, toplum tarafından âşıklığın vecibesi olarak nitelendirilir. Bir başka deyişle, toplum, sazı olmayan âşığı, âşık olarak görmez.

Sivas yöresinde yapılan sazlı-sözlü toplantılar üç şekilde tezahür eder.

  1. Düğünler,
  2. Kahveler,
  3. Ayin-i Cemler

Emlek yöresinde bu faktörlerden en önemli fonksiyonu ayin-i cemler icra ederler. Toplantı töresi anlamına gelen sözün doğrusu Aynü’l-Cem’dir. Alevi-Bektaşi toplantılarında yapılan bu törenler, tarikate birinin yeni girmesi veya bir ulu kişinin anılması vesilesi ile düzenlenir. Cemlerde kurbanlar kesilir, içki içilir, sazla deyişler söylenir ve sema (semah) yapılır.[16] Bu şiirler, tarikatin düşünce, inanç ve dünya görüşünü yansıtan nutuk, devriye, nefes gibi şiirlerdir. Töreni,  “yol, sürek, töre” denilen kaideler çerçevesinde, pir veya mürşid diye bilinen “Dede”ler yürütür. Emlek köylerinin tamamına yakınının Alevi olması hasebiyle dün de olduğu gibi bugün de ayin-i cem canlı olarak yaşatılmaktadır. Bu da tabiiki, önceki âşıklara yenilerinin katılmasını sağlamaktadır.

  1. Rüya sonrası âşık olma: Rüya; bir kimsenin uyku sırasında zihninden geçen hayal dizisi, olarak tanımlanır. Rüyada bade içip âşık olanlar bulunduğu gibi, kimileri de rüyalarında gördükleri değişik olayların sonucunda âşıklığa başlamıştır. Sözgelişi Ali İzzet Özkan’ın âşıklığa yönelmesinde böyle bir rüyanın da etkisi olmuştur.
  2. Dert sebebiyle âşık olma: Dert, problem hemen her tip ve her mertebedeki insanda mevcut olan bir husustur. Bir başka deyişle her ferdin bir derdi vardır. Dertli insanlar teskin olmak yahut derdini hafifletmek için birtakım usullere başvurur. Bazıları ağlayarak, derdini birine anlatarak veya sıkıntılarını kağıda dökerek rahatlarken, bazıları da -Sivas âşıklarında olduğu gibi bunu şiirle ifade eder. Kişinin içinde bulunduğu durum biraz da istidadı gereği onu şiire yöneltir. Şiir sayısının çoğalmasıyla gün gelir kendisini âşıklar arasında bulur. Sivas yöresi aşıklarından bir kısmı âşık oluşlarını derde bağlamaktadır.
  3. Sevda sebebiyle âşık olma: Sevdalanan genç, içinde bulunduğu ruh haliyle kendisini şiire yöneltir. Yazdığı veya söylediği şiirler kısmen de olsa kendisini rahatlatır, acısını dindirir. Şiirlerinin çoğalmasıyla ve bazılarının da bunu saz eşliğinde söylemesiyle, o kişi âşıklar zümresine bir adım daha yaklaşır, zamanla kendisini onların arasında bulur.
  4. Diğer sebepler: Âşıklığa başlamakla ilgili olarak yukarıda sıraladığımız ve izahına çalıştığımız hususların yanında başka sebeplerin de var olduğu bir gerçektir. Bunları şöyle gruplandırabiliriz:
  5. a) Sosyal hareketler ve bunun ruhi, fikri ve inanç bakımından kişiye etkileri,
  6. b) İklim ve jeolojik yapının iktisadi yönden halkı güçsüz düşürmesinin doğurduğu olumsuz sonuçlar,
  7. c) İnsanların fiziki yapısı.

Gelenek içinde yetişen kişiler, sıraladığımız faktörler sebebiyle âşık olabilmektedirler. Ne var ki, aynı faktörlerden birinin, başka kişilerin yahut farklı bölgelerdeki kişilerin de âşık olmalarını gerektirmez. Bu, yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, başta irsiyet veya şairlik istidadının var olmasıyla, yetişme tarzı, yetiştiği ortam ve çevredeki kabuller, olayların kişide doğuracağı etkilerin ve müşahadelerin olmasıyla mümkündür.”(2)

Âşık Veysel’in memleketi 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya sökün eyleyen Türkmenlerin yurt edindiği topraklardır. Danişmentlilere, Selçuklulara, Osmanlılara ev sahipliği yapmıştır buralar. Emlek yöresinde Türkmen/Alevi inancı baskın olmuştur. Doğayla, toprakla iç içe bir inancın yaşandığı buralarda insanın engin hoşgörüsünün tezahürü hissedilir. İnsanlar destanlarla, efsanelerle ve sözlü kültürün en diri ürünleriyle sarmalanmış bir şekilde yaşar. Alevilikte merkeze insan konulur. “Varlığın Birliği” öğretisi geçerlidir. Doğa insandan ayrılmaz, insan doğadan. İnsan sevgisi esastır.

Âşık Veysel’i yetiştiren Emlek yöresi şairler, ozanlar ve âşıklar diyarı. Veysel babanın yetişmesinde “Şarkışla’nın Hardal Köylü Hüseyin; Şarkışla’nın Üyük köylü Halimi, Tarsuslu Sıdkı Baba ve Agahi’nin yakın arkadaşı Kul Sabri, Şarkışla’nın Sivrialan köylü Visali, Kale köylü Kemter, İğdecik köylü Âşık Veli gibi bugün türküleri dilden dile dolaşan önemli halk ozanlarından nefes almış ve onların deyişlerini usta malı olarak okumuştur. Veysel Baba’yı, Âşık Veysel yapan bu usta âşıkların deyişleri, nefesleri, duvazları ve türküleri olmuştur. Veysel’in bir şekilde iletişim kurduğu ve etkileşimde bunduğu bu büyük ses ve nefes ustalarının yanında Âşık Veysel çok sayıda Alevi ocağı ve Bektaşi tekkesinde gönül eğitimi almıştır. Veysel’i eğiten ve geliştiren, bu Alevi-Bektaşi ocaklarını; Garip Musa Ocağı, Yalıncak Ocağı, Hıdır Abdal ve Gani Abdal Ocağı, merkezi Şarkışla Alaman Köyünde bulunan Covü Dede Ocağı olarak sıralayabiliriz. Özellikle Hıdır Abdal ocağından Ali Özsoy dede ve Hıdır Dede’nin Âşık Veysel’in gönül dünyasının oluşumunda çok önemli yeri vardır. Hacı Bektaş dergâhından gelerek Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Mescid köyünde bir Bektaşi dergâhı kuran dostum dediği Salman Baba’nın Âşık Veysel’in fikir ve gönül dünyasının oluşumunda ve zenginleşmesinde çok büyük etkilerinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Salman Baba, Âşık Veysel’in hocası ve mürşidi olarak bilinmektedir. Âşık Veysel’in bu coğrafyanın ve kültürün eseri olduğunu şiirlerinden rahatlıkla anlayabiliriz. Âşık Veysel’in fikir ve gönül dünyasının zenginliğini türkülerinden açık bir şekilde anlayabiliriz. Âşık Veysel’in ruh dünyasının imar ve inşasında Alevi-Bektaşi geleneğinin yanında Sünni ve hatta Sivaslı Nakşi şeyhi İhramcızade İsmail Hakkı Toprak’ın da etkili olduğunu söyleyebiliriz.”(3)

İki gözü de görmeyen ama gönül gözü sonuna kadar açık olan, okuma yazma bilmeyen Veysel bilgeydi, arifti, irfan sahibiydi. Gösterişten, yapaylıktan uzak dupduru bir insanoğluydu.

O, Haydar Ergülen’in dediği gibi: “Anadolu/Bektaşi geleneğinin Cumhuriyet döneminde yetiştirdiği en büyük ozanlardan” dı.

Âşık Veysel, “Cumhuriyetin ilk halk şairi”

Ruhu şad olsun!

Muaz ERGÜ

Kaynaklar

  1. https://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/22.php
  2. https://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/22.php
  3. https://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/22.php

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir