Dâimîyim Harap Benim

“Ne ağlarsın benim zülfü siyahım”, “Kainatın aynasıyım”, “Bir seher vaktinde indim bağlara”, “Gam elinden benim zülfü siyahım”, “Bir gerçeğe bel bağladım erenler”, “Seherde bir bağa girdim”, “Enel Hak dedim de çekildim dara”, “Geçti gitti vatanına yurduna”, “Gitme durnam gitme”, “Ben Bir Yakup İdim”, “Eğildim Bir Dolu İçtim”… Bu türküleri, bu deyişleri, bu nefesleri duymayan yoktur sanırım. Sevincimize, efkarımıza, hüznümüze, sevdamıza, ayrılığımıza yoldaşlık eden türküler, deyişler, nefesler… Sözün en muazzam örnekleri olan bu ürünler aynı zamanda dini, tasavvufi, felsefi bir derinliği de barındırır içinde. Bizi ifade eden, tuttuğu aynada kendimizi gördüğümüz bu türküler, bu deyişler, bu nefesler ruh ululuğuna da işaret eder. Söylenmeleri, ortaya konulmaları üzerinden uzun zamanlar geçmiş olsa da hâlâ dinleniyor olmaları, teveccüh görmeleri manevi bir yüceliği gösterir, samimiliği, samimiyeti…  

Türküler, deyişler, nefesler Anadolu kültür ikliminin en değerli, en vazgeçilmez unsurlarındandır. Sözlü kültürün bu nadide parçaları yazdan haber verir kıştan haber… Baharda çiçeklerle açılır, sonbaharda dökülen yaprakları getirir gönül hanemize. Güneşi, yağmuru, karı, sonsuz rüzgarları… En çok da gönül dağından esen yelleri… İnanca dair haberler verir. Dünyaya nazarımızı ortaya koyar. Yaşamdan haber verir ölümden… Bazı bazı sevdaya, sevgiye, sevgiliye gönderilmiş mektuplardan dökülen özlem dolu, kahır dolu, umut dolu satırlar olur. Bireysel serencamdan bahsettiği kadar toplumun imanından da bahis açar. Toplum dile gelir…

Evet, türkü kısaca, “halk şiirinde, hece ölçüsüyle yazılan, genellikle yinelemeli, bireyin ya da toplumun acılarını, sevinçlerini vb. dile getiren, kendine özgü bir ezgiyle söylenen bir ölçülü, uyaklı söz biçimleri” olarak tanımlanır. Deyiş: Demek, söz söylemek, anlatım biçimi, üslup gibi anlamlara gelmektedir. Eğitici, öğretici, nasihat verici konuları da içerir. Deyişler Alevi/Bektaşi geleneğinde dinî-tasavvufi inancı ve bu inancın ilkelerini dile getiren şiirlerin genel adıdır. Cemlerde bağlama eşliğinde söylenirler. Hak aşkı, dünyanın geçiciliği, dünya malının değersizliği, insanın değeri, nefsin arzu ve isteklerinin sınırlandırılması, Ehl-i Beyt’in ululanması, Hz. Ali ve ailesine yapılan zulümlerin lanetlenmesi, doğruluk, tarih boyunca alevi kesime yapılan haksızlıklar… gibi konular deyişlerin içeriğini oluşturur. Nefes ise TDV İslam Ansiklopedi’sinde şu şekilde tanımlanır: “Genellikle Bektaşî ve Alevîler’in görüş ve düşüncelerini dile getiren manzumeler olup “dua” anlamında kullanılmıştır. Zaman içinde Sünnîler’in tekkelerinde makamla okunan dinî manzumelere “ilâhi” denilmesi yaygınlaşınca anlam daralmasına uğrayarak Alevî ve Bektaşîler’in cem âyinlerinde, ikrar ve kurban âyinlerinde ve diğer dinî toplantılarda okudukları manzumeler için de ilâhi karşılığı olarak “nefes” kullanılmıştır. Nefesler kendilerine özgü bir beste ile okunmak için yazılır. Nazım birimi dörtlük olup kafiyelenişi koşmaya benzer ve daha çok hece ölçüsüyle yazılır. Ancak beyit nazım birimi ve aruz ölçüsüyle yazılmış nefeslere de rastlanmaktadır. Özellikle Hatâyî, Pîr Sultan, Kul Nesîmî, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, Rıza Tevfik, Sâmih Rifat güzel nefesler söylemişlerdir. Nefesler halka hitap ettiklerinden ilâhilere göre daha sade bir dille söylenir. Bektaşîler’de nefes okunurken herhangi bir şey yenilmez, içilmez ve konuşulmaz. Nefes okunup bitince okuyana, “Aşk olsun”, nefesi okuyan mürşid ise, “Nefesiniz var olsun” denir. Nefeslerin konusunu genellikle vahdet-i vücûd anlayışı, Ehl-i beyt ve on iki imam muhabbeti oluşturur.”

Böyle bir girişten sonra yazımızın başında isimlerini andığımız türkü, deyiş ve nefesleri okuyan, bunları kültürümüze kazandıran Aşık Dâimî‘ye değinme, Onu anma, anlatma niyetindeyiz. Aleviliğin önemli kişilerinden, o kültürün, o kültürün değerlerinin günümüze ulaşmasında etkili olan Âşık Dâimî 1932’de İstanbul’da doğar. Asıl adı İsmail Aydın’dır. 1938’de İstanbul’dan Erzincan’ın ilçesi Tercan’a taşınırlar. Daha sonra Sivas Kangal, akabinde tekrar Tercan. Buradan sonra tekrar İstanbul… Hayatı Tercan, Kangal, İstanbul arasında geçer. Aslen Sivas Kangal’lıdır. İki dedesi de saz çalmaktadırlar. Çok küçük yaşlarda dedelerinden saz çalmayı öğrenir. Dâimî saz çalması hakkında şunları söyler: “Çok küçük yaşta cura çalmaya başladım. Yaşlılar toplantılarına beni kucaklarında götürürlerdi, biraz büyüdükten sonra dedemin çaldığı 12 telli çöğür denilen yöresel saza merak duydum. Curayı bırakıp çöğür çalmaya başladım.” Dedesi aynı zamanda Aleviliğin dini ve toplumsal önderi olan Dedelik makamındadır. Daimi’nin hayatındaki önemli kişilerde biri de Davut Sulari‘dir. Hem dedelerinden hem de Sulari’den âşıklık geleneğini öğrenir. Anadolu’daki bir inanca göre âşıklığa adım atanlara rüyalarında pirler tarafından bade içirilir ve ondan sonra âşıklıkları tescillenir. Aynı şey Daimi için de geçerlidir. Küçük yaşlarda iken rüyasında bade içirilir ve Daimi olarak çalıp söylemeye başlar. Âşık Daimi gezgin bir âşıktır. Davut Sulari ile birlikte bir çok saz ve söz meclisine katılır. Yurtiçinde ve yurtdışında çokça yer dolaşır. Konserler verir, halkla içiçe olur. Babasının ölümüyle dedelik görevini de yerine getirir. Alevi inanışında dede önder, eğitici, yol göstericidir. Toplumda sosyal düzeni sağlar. Dedelik hem dinî hem toplumsal bir işleve sahiptir. Eğitir, aydınlatır, kontrol eder, denetler… Dedelik Türklerin eski yaşam ve inanışlarının zamana göre güncellenmesiyle ortaya çıkmıştır. Fuzuli Bayat  şu değerlendirmeyi yapar:İslam’ı kabul etmiş Orta Asya Türklerinde olduğu gibi Anadolu Türkmenlerinde de şamanın rolünü tarikat şeyhi kendi üzerine almıştır. Tarikat şeyhinin İslam’dan önceki beylik kurumunun özelliklerini saklaması da sezilmektedir. Bu sistem daha çok Anadolu’da kütlevi müritlik şeklini almış heterodoks inanışlı aşiretlerde görülmektedir… Hem Aleviliğin hem de Bektaşiliğin dedelik, ocaklık idari sistemi ve dedebabaların, çelebilerin dünyevi ve manevi hâkimlik fonksiyonları eski Türklerin beylik idari sisteminin bir devamı niteliğindedir. Nitekim eski Türk askeri ve idari sisteminde biy, bay, beg varyantlarında mevcut olan bey kabilenin hem fiziki hem de dini başçısıdır.” *

Âşık Daimi ilk başlarda Âşık VeyselÂşık Ali İzzetDursun Cevlani, Davut Sulari gibi ustaların eserlerini seslendirir. Usta işi eserleri söyler. Daha sonra kendisi yazıp söylemeye başlar. Hem cemlerde dedelik görevini yerine getirmesi hem de yurtiçi ve yurtdışını çok dolaşması tecrübesini arttırır. Onun yazıp söylediklerinde Alevi/Bektaşi geleneğinin ana temalarının dışında toplumsal/siyasal problemler, vatan sevgisi, vatan özlemi, geri kalmışlık, savaşlar, devrimler gibi güncel konular da yer alır. Cumhuriyet devrimlerine yürekten bağlıdır. Daimi’yim devrimlerin aşığı/Devrimlerdir karanlığın ışığı/Olduk o bahçenin biz sarmaşığı/Sarılıp dolandık dallarınıza”

Türkiye’de kırsaldan büyük şehirlere, kentlere göçle birlikte insanlarımız karın doyurma, barınma, birlikte yaşayabilme gibi pek çok zorlukla karşı karşıya kalır. Yabancılık, garibanlık, fakirlik, kimsesizlik… Daimi İstanbul doğumlu olmasına rağmen taşrada da uzun yıllar yaşamıştır. Hem taşrayı hem kentli bilmektedir. Kentlerde yaşayan insanların sıkıntılarına, problemlerine, yaşadıklarına bigane kalmaz. Yalana dolana, geri kalmışlığa, yoksulluğa karşı sesini yükseltir. Yaşanan tüm zorlukları sazıyla sözüyle dile getirir. Yurtdışına gitmiş Türk işçilerinin yurt özlemlerini, hasretlerini, acılarını dillendirir. Göçmenlerin içinde kopan fırtınalardan haberler verir. Bozuk düzeni, insanı darmadağın eden sistemi kıyasıya eleştirir. Ustanın “Biz Vatandaş Değil Miyiz?” şiirine kulak verelim:  “İşçi isek Almanya’da/Biz vatandaş değil miyiz/Belçika’da Hollanda’da/Biz vatandaş değil miyiz/Düğünümüz toyumuz yok/Ayrı gayrı huyumuz yok/Seçim gelir oyumuz yok/Biz vatandaş değil miyiz/Ya bahara ya da güze/Yine sandık gelmez bize/Soruyoruz beyler size/Biz vatandaş değil miyiz/Dövizimiz hoşa gider/Değerlenmez boşa gider/Kimi evlat kimi peder/Biz vatandaş değil miyiz”

Özellikle doğuda, Müslüman toplumlarda insanın, insan olmanın hiçe sayıldığı dönemlerde yaşıyoruz. En ucuz şey insan hayatı ve insan kanı. İnsan hayatı çok değersiz. Âşık Daimi “Kainatın Aynasıyım” adını verdiği deyişinde insanın değerini, insan olmanın özetini sunar: “Kainatın aynasıyım/Madem ki ben bir insanım/Hakkın varlık deryasıyım/Madem ki ben bir insanım/İnsan hakta hak insanda/Ne ararsan var insanda/Hiç eksiklik yok insanda/Madem ki ben bir insanım/İlim bende kelam bende/Nice nice âlem bende/Yazar levh-i kalem bende/Madem ki ben bir insanım/Bunca temenni dilekler/Vız gelir çarkı felekler/Bana eğilsin melekler/Madem ki ben bir insanım/Tevrat’ı yazabilirim/İncil’i dizebilirim/Kuran’ı sezebilirim/Madem ki ben bir insanım/…” İnsan bittikten sonra, insanı bitirdikten sonra, baskıyla insanın sesini kestikten sonra hayat neye yarar, din, diyanet?..

Daimi’de en göze çarpan hususlardan biri de doğaya bütüncül olarak bakabilmiş olmasıdır. İnsanın değerini anlatır ama insanın doğaya vahşice hükmetmesi, doğanın sahibi olması, diğer canlılara zarar verecek teşebbüslerde bulunması anlayışına da prim vermez. İnsan da doğanın bir parçasıdır. Dünya bir bütündür ve canlıların hepsi bu bütünü tamamlayan unsurlardır. “Bir Gerçeğe bel Bağladım Erenler” deyişinde doğa insan birlikteliğini, tasavvuf felsefesini, vahdet-i vücud anlayışını dile getirir. “Bir gerçeğe bel bağladım erenler/Aldı benliğimi bitirdi beni/Damla idim bir ırmağa karıştım/Denizden denize götürdü beni /Nice kabdan kaba boşaldım doldum/Karıştım denize deniz ben oldum/Damlanın içinde evreni buldum/Yine benden bana getirdi beni/Buhar oldum yağdım yağmurlarınan/Toprağa karıştım çamurlarınan/Piştim fırınlarda hamurlarınan/Üstadım sofraya yatırdı beni/çiğnediler dişlerinen ezildim/vücut eleğinden geçtim süzüldüm/çaldı kalem bir deftere yazıldım/irfan mektebine yetirdi beni.” Daimi’nin insan doğa birlikteliğini enfes bir şekilde yorumladığı, hayatında bağ, bahçe görmeyenleri bile elinden tutup bağlarda gezdirdiği, bizi yeniden âşık ettiği “Bir Seher Vaktinde İndim Bağlara”  türküsü: “Bir seher vaktinde indim bağlara/Öter şeyda bülbül gül yarelenir/Bakmaz mısın sinemdeki dağlara/Derdimi söylersem dil yarelenir/Boş geçirmeyelim gel şu çağları/Dolaşalım dağları yaylaları/Bir gün gazel döker ömrün bağları/Eser sam yelleri dal yarelenir/Daimiyem eder çeşmi çerağım/Dostun muhabbeti cennet otağı/Ancak şu dünyada derdim ortağı/Sazım figan eder tel yarelenir”

Daimi’nin aile içindeki davranışlarının, insana bakışının kendi hayat pratiğinde nasıl olduğunu öğrenmek için de kızı Yadigar Aydın Orhan‘a kulak verelim: “Âşık Dâimî’yi anlatmak hiç kolay değil çünkü Dâimî’yi tam anlamıyla anlayabilmek için onun eserlerinin derinliğini incelemek ve bilmek gerekir. Bir baba olarak Âşık Dâimî sevgi dolu bir insandı. Kini, kibri, yalanı, ikiliği, ötekileştirmeyi sevmezdi. Onun için aile ve çocuk çok önemli idi. Tüm çocukların iyi bir eğitim alması gerekliliğine çok önem verirdi. Bunun için çocuklarının en iyi şekilde eğitmeye çalışırdı. Ailenin ve çocukların bir ülkenin geleceği olduğunu vurgulardı. Evde ailesine, eşine, akrabalarına çok önem verir, vakti oldukça onlarla bir arada olmaya özen gösterir, sohbetler yapardı. Âşık Dâimî zorbalığı sevmez, ailelerine kötü davranan, ailesinin kıymetini bilmeyen insanları sevmezdi. Ancak kötü niyetli insanları da ötekileştirmez, bu insanlara öğüt verir, doğruyu öğretmeye çalışırdı.” **

Hepimizin çok sevdiği, bir çok sanatçı tarafından okunan bir Dâimî türküsü var, “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım”. Dâimî ve ailesi İstanbul’a yeni taşınmışlardır. 1965 yılıdır. Dâimî Almanya’ya turneye gidecektir. O zaman iletişim bugünlerdeki gibi kolay değildir. Dâimî gidecek diye eşi Gülsüm Ana ağlamaya başlar. Dâimî de bunun üzerine “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım” türküsünü yazar, besteler. “Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/Bu da gelir bu da geçer ağlama/Göklere erişti figânım ahım/Bu da gelir bu da geçer ağlama/Bir gülün çevresi dikendir hârdır/Bülbül hâr elinden ah ile zârdır/Ne olsa da kışın sonu bahardır/Bu da gelir bu da geçer ağlama/Daimi’yem her can ermez bu sırra/Gerçek kâmil olan yeter o nûra/Yusuf sabır ile vardı Mısır’a/Bu da gelir bu da geçer ağlama” Bu türkünün kime, neden yazıldığı hakkında çok fazla malumat olsa da Gülsüm Ana ve kızı Yadigar Hanım kendileriyle yapılan bir söyleşide de yukarıdaki bilgileri verirler.

Hepimizin malumu olduğu üzere Alevi/Bektaşi toplum cemlerde semah döner ya da semaha durur. Günümüzde semahın gerçek anlamından kopartılarak bir folklorik ögeye dönüştüğünü, anlamsızlaştırıldığını, reklam nesnesine dönüştürüldüğünü gözlemliyoruz. Âşık Dâimî Dede kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları dile getiriyor: “Semah kendine özgü toplumlarda oynanır, yani “cem”lerde. Semah o felsefenin içine girenlere aittir. Ancak, semaha girmek için bazı koşullar vardır. Meselâ evli olmak, aklı başında olmak gibi… Semah, kutsal, dini bir rakstır.

Yalnız, ben diyorum ki, deyişleri çağa uygun hale getirmek lâzım, meselâ turnalar semahı vardır. Deyişleri İlhami’nindir ve 12 imam ismi sayılarak okunur. Şimdi biz bunu TRT’de böyle vurgularsak, çağımıza uygun olmaz, bunu çağa uygun hale getirmek lâzımdır. O zaman bu deyişin yerine çağa uygun birleştirici, nasihatımsı deyişler kullanabiliriz.

Bir de, semahları dinliyorum TRT’de, Meselâ;  “Elmanın irisini, yüke tutarlar, Çürük çarığını yabana atarlar. Kızla gelini bir mi tutarlar”. Semahlarda böyle anlamsız şiirler, deyişler olmaz. Yani şehveti yansıtan sözler olmaz. Semah, madem ki ilâhi bir rakstır, orda nefes geçerlidir, edebi, ahlâkvâri, insanı birleştirici deyişler geçerlidir.

Semah oyun havası değildir, çalınırken semazenleriyle gösterilmelidir. Şimdi bir Erzincan semah ekibini izleyeceksiniz denmeli, her hafta bir semah vererek, halkı bilinçlendirmelidir. O zaman art niyetliler de ortadan kalkarlar. Yani çağdaş olmak gerçek kaynağı unutmak demek değildir, kültürümüzü korumalıyız.

Yani, semahları bozmadan, tarikatçılık yapmadan, gericiliğe kaymadan, açık ve doğru olarak topluma vermeliyiz. Bunun içinde yöneticilerimizin konuya dikkatli eğilmeleri gereklidir.”*** 

Dâimî sürekli, kalıcı, temelli gibi manalara gelir. İsmiyle müsemma Âşık Dâimî’de sürekli hatırlanacak, daima söylenecek türküler, deyişler, nefesler bıraktı geride. Kendinden sonra bir çok insanı etkiledi. Bağlamayı sevdirdi, talep eden eden nice gençlere bağlama çalmayı öğretti. Dâimî Baba 1983’de İstanbul’da Hakk’a yürüdü. Alevi düşüncesinde ölmek “Tanrı’ya yeniden kavuşmak” demektir. Yorulan, yaşlanan beden kalıbından kurtulup Hakk’a vasıl olmaktır.  İnsan Tanrı’dan gelmiştir, Ona dönecektir. 

Ruhu Şadolsun Tercanlı Dâimî’nin…

Muaz ERGÜ

* Anadolu Halk Sufizminin Oluşmasında Şamanlığın Rolü”. Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri. 23-28 Ekim 2000 Ürgüp/Nevşehir
* * https://www.youtube.com/watch?v=qW6Qc70PBAU
*** Sanata Çağrı Dergisi Nisan 1982-Sayı: 1

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir