Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziğinden beslenen arabesk müziği içerisinde duygusallığın, karamsarlığın, umutsuz aşkların, günlük dertlerin bolca şırınga edildiği bir müzik tarzı. Bu yeni tarz, 1970 yıllarda tavanda olmasa da taban da epeyce yer buldu. Oysa devletin her türlü yayın propagandasıyla diğer müzik tarzlarını destekleyip, arabeski kötülemesine hatta televizyon ve radyolarda yasaklamasına rağmen boynu bükük şarkılar halkın büyük bir kesimi tarafından dinlenmeye devam etti. Yeni çıkan kasetler, ilkin plak satıcıların tezgâhlarından sokaklara inerdi. Arabesk şarkıları dolmuşlarda, taksilerde, otobüslerde, manifaturacılarda, pastanelerde hâsılı insanın olduğu her yerde çalınıyordu. Orhan Gencebay’la başlayan arabesk furyası Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses’le devam etti. Yasaklar iştahı kabartır. Sırf Batı Müziği hayranlığı yüzünden 1926 yılından 1976 yılına kadar tam elli yıl yasaklanan Türk Müziği yok sayıldı. Gerekçe basitti: Kültürümüzü ve müziğimizi yozlaştırıyordu. Yok, edilmeye çalışılan Türk Müziği karşı devrimini yaparak daha ağır bir müzik türünü doğurdu yani arabeski. Aslında yapılması gereken belki de müziğin evrensel olduğunu insanlara anlatmaktı. Tercih hakkı insanlara bırakılmalıydı. Entelektüel çevrelerin üstenci bakışı sadece arabeske değildi. Halk ozanlarına, halk müziği sanatçılarına karşı da mesafeliydiler. Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş, Murat Çobanoğlu, Âşık Mahsuni gibi başka sanatçılarda batı tarzında söylemedikleri için eskiydiler ve dinlenmeye değmezlerdi. Saray edebiyatı nasıl halk edebiyatının karşısında tutunamamışsa salon müziği de her türlü sitayişe rağmen halk müziğinin yanında tutunamadı.
Herhangi bir müzik tarzının yanında ya da karşısında olmak doğru değildir. Klasik Batı Müziği dinlediğimde olmuştur. Tasavvuf müziği dinlediğimde. Mühim olan dinlenilen müziğin insandan bir şey götürmemesi aksine insana bir şey katmasıdır. Hangi sanatçılardan olursa olsun oldum olası isyankâr, yetimhane hisler barındıran ağır arabesk parçalarını hiç sevmedim. Ulvi hisler uyandıran, ya da duygularıma tercüman olan parçaları dinlemeyi hep tercih ettim. Melodisi güzelde olsa sevgilisinden karşılık görmediği için küfür savuran ve aşkı menfaate, cinselliğe indirgeyen şarkılardan hep nefret ettim. Dinlenilen müzikte sadece ses güzelliği arayanlar ne yazık ki sesin ötesine geçemezler. Oysa ecdat sesten öteye geçerek hastaları bile tedavi edebilmiş, hatta hangi makamın hangi zamanda hangi hastaya iyi geleceğini bile çözebilmişlerdir. Misal zamanın tabipleri, düşünürleri tan yeri ağardığı zaman icra edilen Hüseyni Makamının kalp hastalıklarına, kuşluk vaktinde dinlenen Uşşak Makamının ayak ağrılarına ve uykusuzluğa, Hicaz Makamının, idrar yolu hastalıklarına iyi geldiğini söylüyorlardı. Her makam için tespit edilen bir vakit ve yine her hasta için belirlenen makamın icra edilmesi muazzam bir iştir. Bu işi yüzyıllar sonra Amerika’da ilkin hastalarını müzikle tedavi eden Dr. Willer Van de Wall ancak başarabilmiştir. Müziğin insan ruhunun üzerindeki etkilerini görerek New York eyaletinin hastane ve hapishanelerinde hastalarını müzikle terapi etmiştir. Üzülerek söylemeliyim ki şimdilerde hastaları tedavi edebilecek olgunlukta ne sanatkârlarımız mevcuttur ne de sanattan anlayan bir zümremizin varlığı söz konusudur. Okullarımızda bile resim, spor ve müzik derslerini ihmal eden eğitimciler “iyi öğretmen” diye topluma lanse edilmiştir. Sanatla ve sporla uğraşmayan bir milletin geleceği yoktur. Bunlarsız yetişen nesiller odundan farksızdır. Makineleşmiş biri ne kendisine ne de dünyaya barışı getiremez. Kalp keşfedilmedikten sonra uzayın keşfi ne işe yarar ki…
Geçmişten günümüze geriye yıkık dökükte olsa da sanat müziği, halk müziği ve onlarla yoğrulmuş arabesk müziği kalmıştır. Arabesk müziği sanatçıları 1970’li yıllarda tıpkı sağ-sol gibi, takım tutar gibi Orhancı, Ferdici, Müslümcü gibi sınıflara ayrılmışlardı. Genelde birinin dinlediği sanatçıyı bir başkası dinlemezdi. 1990’ lı yıllardan sonra bu tabu yıkıldı. Bu tabu yıkılsa da benim içimde hâlâ yıkılmamıştı. 18 yaşında dinlemeye başladığım Ferdi Tayfur şarkıları 25 yaşına kadar kesintisiz devam etti. Neden dinliyordum? Nedenim birçok kişinin nedeninden pek farklı değildi. Ezilenlerdendim. Yoksul bir ailenin çocuğuydum. Dar bir çevrede yetişmiştim. Aşklarım karşılık bulmuyordu. Ferdi Tayfur’da kendimi bulmuştum. O da benim gibi badirelerden geçmişti. Bir ırgatçının oğluydu. Şekerci çırağıydı. Elbette şarkılarına kucak açmamın sebebi sadece bana benzeyişi değildi. Sesi titrek ve yakıcıydı. Üstelik karizmatikti de. Şarkıları Anadolu’nun bağrından fışkıran bir kaynak gibi cesurca akıyordu. “Huzurum kalmadı” derken şu dünyanın faniliğine vurgu yapıyordu. “Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor/Gelemem sevdiğim felek koymuyor.” dizeleriyle gurbetin acı yüzünü hatırlatıyordu. “Sende mi Leyla” da “Haksızlık edene isyan ederdin/İnsanlık bu değil derdin.” Sözleri alışılmış düzene, haksızlığa, zulme karşı bir isyan manifestosudur. Temiz bir aşk isteyenlerin susuzluğunu “Çeşme ” gideriyordu. Anne özlemini “Anne Duy Sesimi” şarkısı, çocukluğa duyulan özlem ise, “Ah Bir Çocuk Olsaydım” da gizliydi. “Bana Sor” şarkısında üniversite hocalarının bile yakalamayacağı felsefi bir derinlik vardır. “Mutluluğu bilirsin, mutsuzluğu bana sor” “Sigarayı Bıraktım” şarkısı baştan sonra bir nedametin tezahürüdür. “Gece hayatım bitti/Kadehi yere attım/Beni kutlamalısın/ Sigarayı bıraktım.” Meşhur “Taleal- bedru aleynâ” ilahisi ise dinleyenleri manevi bir lezzette buluşturuyordu. Dolayısıyla Ferdi Tayfur’un sosyolojik taban bulması boşuna değildi. Yoksulluğu içmişti. Sevgisizliği tatmıştı. Gençlik yıllarımda dinlediğim Ferdi Tayfur’un ailevi ya da özel hayatıyla hiç ilgilenmedim. Şimdi de ne olup bittiğini bilmem. Elbette onunda tıpkı bizler gibi hataları, yanlışları olmuştur. Benim için asıl olan şarkılarının yanında dürüstlüğü, samimiyeti ve şöhretin en zirvesinde bile mütevazı kalışı, şımarmaması bizden biri gibi olmasıdır. Tüm bu nedenlerden dolayı saygıyı fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum. Hepimizden bir parçayı barındıran Ferdi Tayfur’u tekbirlerle uğurladık. Allah taksiratını affeylesin.
Büyük usta bir gün gitsen bile hatıran yeter.
Necati İLMEN

Biz Ferdi Tayfur u Necip Fazıl i seninle sevdik Necati üstadım