Garip Bir Devrimci Tango

O eski devrimcilerdendi. Dediklerine göre, Sovyetler Birliği’ni yıkmak için planlar yapıyormuş. Hem de 1960’lı yılların en karanlık günlerinde. O, Sovyetler Birliği’ni devireceğine gerçekten de inanıyordu. Etrafında kendisi gibi Ona büyük ümit besleyen gençler de vardı. Akıllı öğrencilerdi. Dünya edebiyatını okumuşlardı ve ayrıca kendi dünya görüşleri de vardı.

Onun adı Tanrıkulu’ydu ama ona kısaca Tango diyorlardı. Uzun boylu ve yakışıklıydı. Hitabeti o kadar iyi değildi. Ama etrafındakiler onu çok iyi anlayabiliyorlardı. Onun kiralık odasında toplanıyor, onu dinliyorlardı. İdeallerinden konuşuyor ve bir gün özgür olabileceklerini anlatıyordu. Büyük ideallerin önünde ne kadar büyük devlet olursa olsun duramayacağını söylüyordu. Ona en çok Muhtar isimli öğrenci inanıyordu. Sadece inanmıyordu, ona hayrandı da. Muhtar, kısa boylu, güçlü, kuvvetli biriydi ve çok yetenekli olduğunu söylüyorlardı. Bilgisinin çoğunu Tango’dan öğrendiğini söylüyordu. 

Ben, Tango’yu 1990’lı yılların sonunda tanıdığımda artık yaşlı, yalnız bir adamdı. İlginç bir yürüyüşü vardı. Sanki ayaklarını peşinden sürüklüyordu. Konuşması açık değildi. Kimse ne dediğini anlamıyordu. Anlamaya çalışan kimse de yoktu zaten. Ne kadar acı da olsa bu insan kimseye gerekli biri değildi artık. Ailesi yoktu, evlenmemişti. İdeallerini yaşamış, ömrünü boşuna tüketmiş, diyorlardı. Hangi idealler? Bunu da doğru dürüst bilen yoktu.

Evi yoktu. Bazen bizim gazetenin idarehanesinde geceliyordu. Bunu, odayı silen kadının sesli sesli şikâyetinden anlıyordum. Bir defa, “O adam niçin burada kalıyor, evi, ailesi yok mu” diye sormuştu. Hiç kimse cevap verememişti. Tango sanki hayatın başka bir tarafındaydı. Herkes onu öyle kabul etmişti. Mükemmel Almanca bilmesinin de ona bir hayrı yoktu. Sanki bütün bildikleri de onun zararınaydı.

İyi satranç oynardı ama hayatın kurallarını bilmezdi.

Bir defa “Evlendirelim seni,” dediler. “Sonra sana küçük bir ev de buluruz.” Diye eklediler. Memnun oldu. “Tamam o kızı alın bana,” dedi ve kıpkırmızı kızardı. “Hangi kızı?” diye sordular. Belli oldu ki gazetede çalışan Cemile isimli kızı seviyordu. Cemile çok genç ve oldukça güzel bir kızdı, Tango onu ancak rüyasında görebilirdi. Buna rağmen onu tanıyanlar onu da alarak kızın odasına kızı istemeye gittiler. Herkes olmayacağını biliyordu. O ise inanmıştı. Kızdan ve ideallerinden bahsedince gözleri parlıyordu. Hâlâ idealler onun için kutsaldı. Yaşı altmışa varmıştı ama düşünceleri gençti. Koca Sovyetler Birliği’ne kafa tutan o genç daha ölmemişti, yaşıyordu… Ailesi, çocuğu, evi olmasa da…

Ona yardım edenler ellerinden geleni yapıyorlardı. Ona iş bulmuşlardı. Bir zamanlar ona inanan gençlerden Muhtar’dı ona iş bulan. Gerçi o dönemlerin üzerinden çok zaman geçmiş, Muhtar okumuş bir gazetede müdürü olarak çalışmış sonra başka büyük bir şirketin yöneticisi olmuştu. Tango’yu da yanına götürmüştü ama Tango hâlâ aynı Tango’ydu. O Tango ki, Sovyetler Birliği’ni yıkamasa da çok büyük görev icra etmiş, gençlerin yüreklerinde özgürlük meşalesi yakmış, onlara cesaret vererek bir hedef göstermişti. Ama kendisi… Kendisi tek başına hiçbir şeysiz kalmıştı. 

Onun için kendi hayatının zerre kadar önemi yoktu. Akciğerinin hasta olduğunu söylüyorlardı. Böyle şartlarda yaşarken başka türlü olması da mümkün değildi.

Sonbahar mevsimi Tango’nun kararmış hayatına sararmış yapraklar getirdi. Hastaydı zaten, ağırlaştı onu hastaneye kaldırdılar. O sırada eski dostlarından biri bize, Tango için güzel bir haber getirdi. Hastaneden çıktığında onun yazlığında kalabilirdi. Uzak olsa da kalmaya bir evi olacaktı artık.

Hem ziyaret hem de bu güzel haberi ulaştırmak için iş arkadaşlarımızla bir şeyler aldık ve hastaneye gittik. Bölümdeki görevli onun orda olmadığını ve taburcu edildiğini söyledi. Şaşırdık. “Nasıl taburcu oldu,” diye sorduk.  O ağır hastaydı, taburcu olamazdı. “Kendisi gitti,” dedi görevli. Hastaneden çıkmış doğduğu köye gitmişti. Onun boş yatağına baka kaldık. Belki de parası yoktu, kim bilir? Derdi hep içindeydi, kimselere bir şey anlatmazdı. Bu dünyada hiçbir şeyi olmayan adam bu yatağı da kendisine çok görmüş, başını almış gitmişti.

Bir ay sonra ölüm haberini aldık. Köydeki evinde ölmüş. Belki onun için iyi olmuştu. Çünkü ölümden başka ümidi kalmamıştı.

Günel Natıq

Türkiye Türkçesine aktaran: Orhan Aras

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir