Hiçliğin Zirvesinde Bir Neyzen, Tevfik Kolaylı

Neyzen Tevfik Bodrum’da 1879 tarihinde doğar. Babası Hasan Fehmi Efendi Bodrum Rüştiye’sinde başöğretmen olarak görev yapmaktadır. Tevfik, küçük yaşlardan itibaren saz şairlerinin yaptıkları müziği dinlemekten hoşlanır, onların anlattıkları hikâyeler ve söyledikleri türküler ile coşar. Tevfik’in müziğe ve özellikle Ney’e duyduğu ilginin artmasında saz şairlerinin anlattığı âşık hikâyelerinin de payı büyüktür. Tevfik, babası Hasan Fehmi Efendi’yle gittiği Tepecik Kahvesi’nde duyduğu Ney sesinden çok etkilenir. Yıllar sonra o geceyi hatırladığında kendini bugünkü derbeder ve ne istediğini bilmez, bazen Eflatun kadar akıllı bazen de tımarhaneye düşecek kadar bahtsız yapanın ‘Ney’ sesi olduğunu ve geçmişteki o geceye kadar uzandığını söyleyecektir. Tevfik’in çocukluk yıllarına dair unutamadığı diğer bir olay sırıklar üzerine geçirilmiş insan kafalarını gördüğü gündür. Davul, zurna seslerinden çok hoşlanan Tevfik seslere doğru yöneldiğinde sırıklar üzerine geçirilmiş olan insan başlarını görür ve gördüklerinden çok etkilenir. Dediklerine göre kafası kesilen kişiler eşkıyadır ve masum insanların ölmelerine sebep olmuşlardır. Galeyana gelen halk da bu eşkıyaları jandarmanın elinden almış ve cezalarını vermiştir. İbreti âlem için de bu şekilde sokaklarda teşhir etmişlerdir. Tevfik, bu vahim olayı hayatının sonuna kadar unutamayacaktır. Gördüğü dehşet verici manzara çocuk gönlünde kapanması zor yaralar açmıştır. Kafalardan sızan kanlar, pörtlemiş gözler… Çocuk Tevfik sürekli olarak bunları düşünmektedir. O akşam yoğun titremeler eşliğinde vücudu sarsılır. Annesi de babası da çok üzülmüşlerdir ancak olan olmuştur. Zaman zaman konuşmalarında kafasındaki bir tahtanın o gün yerinden oynadığından ve bir daha yerine oturmadığından bahsedecektir.

Tevfik özgür bir ruha sahiptir, başıboş gezmekten hoşlanır. Aklı, fikri babasıyla dinlediği Tepecik Kahvesi’nde dervişlerin üflediği Ney adlı müzik âletindedir. Babası Hasan Fehmi Efendi de onun okumak istemediğini anlamıştır. Çocuk farklıdır ve bu farklılığı günden güne artmaktadır. Neyzen’i hocalara ve doktorlara götürürler, bir çare bulunamaz. Tevfik sara hastasıdır, bu hastalık yüzünden bazen ataklar yaşamaktadır. Vücudu derin sarsıntılar içinde kasılırken genelde şuursuz ve ne yaptığını bilmez hâldedir. Aslında bu durum onu biraz imtiyazlı da kılmıştır. Bu sayede disiplinli bir adam olan babası Tevfik’i diğer kardeşlerinden daha hoşgörülü tutuyor ve yaptıklarına göz yumuyordu. Ailesi oğulları için üzülmektedir. Onun iyileşmesi için çareler ararlar. Doktorları, hocaları gezerler. İzmir’de de pek çok doktorun kapısını çalarlar fakat Tevfik’i içine düştüğü bunalımlı hâllerinden kurtarmaya muvaffak olamazlar. Bundan sonra Tevfik son bir çare olarak annesiyle birlikte İstanbul’a gidecek bir de İstanbul’daki doktorlara muayene olacaktır.

Mösyö Pepo adında bir doktora tavsiye üzerine başvururlar. Mösyö Pepo genç Tevfik’in sözlerinden Ney’e olan ilgisini anlamıştır. Çocuğu özgür ve rahat bırakın Ney üflemek istiyorsa Ney üflesin diye tavsiye edecektir. Mösyö Pepo ile olan karşılaşma Tevfik için oldukça mutluluk verici olmuştur. Bu sayede Ney’ini üfleme imtiyazı elde etmiştir. Üstelik Mösyö Pepo özgür bırakın, ne istiyorsa onu yapsın demiştir. Tevfik’in istediği de özgürlüktür. Kendisine karışılmasını istemez, o akranları gibi değildir. Ruhunda kendisinin dahi anlamlandıramadığı yoğun fırtınalar esmektedir. Tevfik; coşkun akan bir ırmaktır. Tevfik; şiddetle esen bir fırtınadır. Tevfik; düzene ve disipline karşı isyankârdır.

Tevfik okul hayatına hiç alışamaz. Orada kendini daima boğuluyormuş gibi hisseder. Sivri çıkışları ve dengesiz hareketleri yüzünden öğretmenleri de arkadaşları da bıkmıştır. Bir müddet sonra Neyzen’i okuldan atarlar. Ne yapacağını bilemez hâldedir. Evde, dışarıda bir arayış içinde olan umutsuz gönlü onu bir gün İzmir Mevlevihanesi’ne sürükler. O sıralarda yirmi yaşlarındadır. Mevlevihane’nin kapısından içeri girer, merdivenleri çıkar, yere oturur, yanında taşıdığı nısfiyesini üflemeye başlar. Hicaz peşrevini çalmaktadır. Semahanenin kapısında bir derviş görünür, ortalıkta yankılanan tüm sesler kesilir; dikkatler sadece Neyzen’in üflediği Ney’in çıkardığı sestedir. O günden sonra dergâhtaki Cemal Efendi’den dersler alacaktır. Neyzen artık aradığını bulmuştur, çok mutludur. İlk Ney hocası berber İsmail’dir. Şimdi büyük bir aşama katetecektir. Bir Mevlevihane dervişinden Ney dersi alacaktır. Hocası Cemal Efendi’nin İzmir’de sanat çevresi oldukça geniştir. Hocası sayesinde Neyzen de İzmir’deki sanat çevresiyle tanışacaktır. Neyzen burada çok mutludur, hocasını ve hocasının İzmir’deki çevresini çok sevmektedir. Hayata dair ilk izlenimleri burada edinir. II. Abdülhamit’in baskıcı yönetiminden haberdar olmuştur. O güne kadar ülkede olan-biten ama kendisinin haberdar olmadığı pek çok durumun farkındalığını kazanır. Bu olayların sebeplerini öğrenir. İstibdat yönetimini ve Abdülhamit’i sevmeyecektir. Neyzen sanatını nasıl icra edecektir? Özgürce duygularını yaşayabileceği ve düşüncelerini söyleyebileceği bir dünyada hayatını sürdürmek istemektedir. Neyzen’in sorunu salt insanlar değildir. O baskıcı, özgürlükleri kısıtlayıcı düşüncelere karşıdır. Memleketin kurulu düzenini gördükçe ve bazı olaylara tanık oldukça hoşnutsuzlukları artacak ve tabiri caizse zamanla insanların sözünden çekindiği, sivri dilli biri olup çıkacaktır.

Babası Tevfik’in İstanbul’da eğitim hayatına devam etmesini istemektedir. Tevfik İzmir’i ve İzmir’deki sanat çevresini çok sevmektedir lâkin İstanbul’a gitme ve o güzel şehirde eğitim alma fikri de kendisine cazip gelmektedir. Tevfik İstanbul’da Fethiye Medresesi’nde Musa Kâzım Efendi’nin yanında eğitim hayatına devam eder.  Ancak buradaki disiplinli hava hiç hoşuna gitmez. Diğer dervişler gibi şalvar ve cübbe giymez. Onun aklı Mevlevihane’de kalmıştır. Bir pazar sabahı Yenikapı Mevlevihane’sine gider. Özlediği hava işte buradadır. Sonra da Galata Mevlevihanesi’ne gidecektir. Kararını vermiştir, Galata Mevlevihanesi’ne yerleşecektir. Medreseyle de bağlarını koparmaz, dört yıl kadar derslerine devam eder.

Galatasaray Mevlevihanesi’nde Bursalı Hafız Emin Efendi’yi tanır. Hafız Emin Efendi kafa dengidir. Dost olurlar ve İstanbul’da dolaşırlar. Hafız Emin Efendi’yle Neyzen Fatih Camisi’nin karşısında otururken yanlarına hoş bir adam gelir. Bu adam Hafız Emin’in arkadaşı Mehmet Âkif’tir. Mehmet Âkif’i o gün ilk defa gören Tevfik şaire hayatının sonuna kadar muhabbet ve sevgi besleyecektir. İkisi karakter olarak birbirlerine hem hiç benzememektedir ve hem de bazı açılardan çok benzemektedir. Mehmet Akif’in ve Neyzen Tevfik’in ortak tarafları sanatçı ruhlarıdır. Neyzen, Akif’e Ney üflemeyi öğretmeyi çalışacaktır fakat Akif bu işi hiç beceremez. Akif de Neyzen’e Fransızca, Arapça, Farsça dersler verir. Ona her bakımdan yardımcı olmaya çalışır. Yürekten dost olmuşlardır.

Neyzen’e daha sonra medrese kapısı da kapanacaktır. Neyzen oradakilerden farklıdır; setre pantolon giyer, sarık sarmaz, cübbe taşımaz. Abdest almaz, namaz kılmaz. Neyzen de medreseden memnun değildir zaten, böylelikle medresede geçirdiği günler bitecektir.

Öncelikle Neyzen’in çocukluk ve eğitim hayatıyla ilgili bilgiler verdim. Burada Neyzen’in tüm hayatını yazmaya çalışmayacağım. Neyzen’in hayatıyla ilgili Dursun Kuveloğlu ve Hıfzı Topuz Hocalarımızın kitaplarında yeterince detaylı bilgiye yer verilmiştir. Neyzen gerçekten sanıldığı gibi çılgın mıydı? Yoksa her insanın aslında olmak istediği ama duygularına gem vurduğu için olamadığı ya da korkuları ve menfaatleri gereği susup kaldığı insan kütlesinin bir temsilcisi miydi? Neyzen alışılagelmişin içinde değildi. Neyzen için delilik kisvesi aslında bir özgürlüktü. Abdülhamit’in baskıcı yönetimini görmüş, İttihatçıların iktidarına tanıklık etmiş, Kurtuluş Savaşı, Atatürk’ün dönemi, Milli Şef’in başkan olduğu yıllarda yaşamış olan Neyzen Tevfik’in bulunduğu dönemde ya çılgın olmak gerekiyordu ya susmak gerekiyordu ya kaçmak gerekiyordu. Neyzen Tevfik çılgın olmayı seçti. Tabiatı ve yaradılışı isyana elverişliydi. İçmeyi seviyordu, baskıyla yaşamak istemiyordu. Kadınları seviyordu, eğlenceyi seviyordu, gericilikten nefret ediyordu. Doğayı seviyordu. Yaradan’la bir problemi yoktu onun problemi insanların yarattığı dünyaydı. İnsanların yarattığı dünyada yaşamak istemiyordu. Bu yüzden kendi dünyasını yaratmak zorundaydı. O dünya içinde tıpkı kendi ruhunda var olan tezatlıklar gibi çapraşık gibi duran, girift, çözülemeyen ve asla çözülemeyecek olan yığınca hatıra, kişi, sevda, aldanış, vefasızlık vardı. İki kez âşık oldu. İlki Mısır’da karşılaştığı Feride idi. Feride Lübnanlı şarkıcı bir kızdı. Siyah saçlı, iri yeşil badem gözlü Feride. Tutkuyla bağlandı ona. Feride de onu sevmişti, gözü Tevfik’ten başkasını görmüyordu. Bu aşkın önüne ayrılıktan bir duvar örülecekti. Feride Tevfik’in dünyasından değildi ve yine kızı ellerinden kaçırmak istemeyen bir grup arkadaşın ve ailenin varlığı söz konusuydu. Aşkları bitecektir.

‘‘Gönlümdeki ışığımla bir anda
Yüz bin Leyla sever, bıkar geçerim’’

Tevfik kendi ülkesindeki baskıcı yönetimden kurtulmak için Mısır’a kaçıp gitmiştir fakat burada da bir Kral Fuat vardır. Tevfik, Kral Fuat için şu dörtlüğü yazacaktır.

‘‘İngiliz palyaçosu şu kralın hâlini gör
Yurdun sinesine esaret tohumu ekiyor
Yuları düşman elinde, insana çifte atar
Bir Mısır eşeğini bak sekiz at zor çekiyor.’’ (Topuz, 2014, s. 1-53)

Bu şiiri yazınca Neyzen’in başı yine derde girecek ve talihe bakın ki Neyzen yine gizlenmek zorunda kalacaktır. Neyzen, Kaygusuz Abdal Bektaşi Türbesi’ne sığınır. Neyzen’in maceraları bitecek gibi değildir. Çünkü o yaşadıkça ve içinde bulunduğu kirli düzen değişmedikçe sürekli sert konuşacak ve yazacak ve başı derde girecektir. Neyzen, hocası olan ve aynı zamanda çok iyi dostu olan Şair Eşref’in Mısır Hidiv’ine karşı yazdığı şiiri gazeteye verir ardından da talep üzerine Mısır’ın durumu ile ilgili bir yazı hazırlar ve on Mısır lirası karşılığında aynı gazetede yayımlanmasına müsaade eder. Neyzen’e yazdığı yazı yüzünden tutuklama kararı çıkarılmıştır. O yine kaçacak İskenderiye’de bir tekkeye sığınacaktır. Ramazan ayıdır, Neyzen oruç tutacak bir kişi değildir, cebinde de metelik yoktur; aç, sefil bir vaziyette sokaklarda dolaşmaktadır. İşte böyle bir günde Çakaralmaz ismini daha sonradan vereceği bir köpek ile karşılaşır.

Bu hikâye de şöyledir: Köpeğin ağzında bir somun ekmek vardır ve Neyzen’e doğru yaklaşmaktadır. Neyzen köpeği yanına çekmeyi başarır. Zavallı hayvanın ekmeğini hızlı bir şekilde ağzından çeker, alır. Fakat daha sonra yaptığından pişman olacak ve ekmeğin yarısını köpekle paylaşacaktır. Çakaralmaz artık Neyzen’in çok iyi bir dostu olmuştur. Neyzen aynı zamanda Çakaralmaz’ı defalarca hayvanı sahiplenmek isteyen kişilere satar. Çakaralmaz yeni sahibinden bir şekilde kurtulup yeniden Neyzen’in yanına gelmektedir. Neyzen İstanbul’a dönüş parasını dahi Çakaralmaz’ın sayesinde kazanır. Çakaralmaz’ı bir akşam meyhanede karşılaştığı bir tatlıcıya satarak yirmi beş Mısır lirası kazanır. Bu para ile İstanbul’a dönüş bileti almıştır. Artık memleketinde Hürriyet ilân edilmiş, 1876 Anayasası yeniden yürürlüğe konmuştur. Neyzen memleket hasreti ile yanmaktadır. Çakaralmaz sabaha karşı tatlıcının yanından kaçarak Neyzen’i bulur fakat artık ayrılık vakti gelmiştir, onunla gemiye binmesi mümkün değildir. Bu yüzden can dostunu İskenderiye’de bırakacaktır. Çakaralmaz’ı hayatının sonuna kadar unutamaz.

***

Evlilik

Neyzen, ney üflemek için davet edildiği konakta sanatını icra etmektedir. Kendinden geçmiştir. Sadece varlık âleminde Ney’i ve kendisi kalmıştır. Koyu bir sessizliğin içinden yükselen ses Ney’in sesidir. Gönüllere huzur vermektedir. İnsanlar bu sesi dinledikçe yaşadıkları âlemden uzaklaşır ve gerçekte var olmak istedikleri diyarlara giderler. Ney sesi ile hülyalara dalarlardı. Neyzen, başını hafifçe kaldırıp göz ucuyla karşıya bakacak ve aşkın ateşi onu yine o konakta bir çift yeşil göz ile yakacaktır. İlk görüşte aşk ateşi ile gönlü yanar. Ney’ini üflemeyi bitirdiğinde bir fırsatını bularak yeşil gözlü kızın yanına gider ve onunla tanışır. Kızın ismi Cemile’dir. Genç kız henüz on sekiz yaşındadır. Neyzen’den hoşlandığını belli eder. Aşk ile tutuşan Neyzen’in aklı başından gitmiştir, çok iyi düşünememektedir. Cemile’nin babası bir sofudur, dini vecibelerin eksiksiz yerine getirilmesinden yanadır. Neyzen kendisine söylenen ikazları dinlemez, anlamak istemez. Aklına koymuştur, Cemile ile evlenmek istemektedir. Cemile’nin babası da evlilik işine olur vermiştir. Neyzen’in babası evliliğe karşı çıkar, hatta oğlunun evlilik sorumluluğunu kaldıramayacağını, yaşantısının farklı olduğunu, içki ve sefayı sevdiğini Cemile’nin babasına söyleyerek evliliğin olmasına mâni olmak istemiştir. Belki yaşanacak ve görülecek olanın önüne geçilemeyen ve Allah’ın bir takdiridir denilecek olay burada gerçekleşmiş Cemile’nin babası evlilik işine olur izni vermiştir. Tevfik’in ünlü bir Neyzen olması da Cemile’nin babasının kararının müsbet olması yönünde etkili olmuş olabilir. Evliliğin ilk ayları iyidir fakat altı aydan sonra bozulmaya başlar. Karı-koca birbirlerini sevmektedir. Neyzen’i rahatsız eden vakitli vakitsiz kızına pek bir düşkün olan kayınpederinin evlerine gelmesi ve her işe karışıyor olmasıdır. Neyzen’in eskisi gibi içtiğini görünce kızına ‘‘Bu adamdan sana koca olmaz, seni geriye alacağım.’’ diyecektir. Cemile henüz on sekiz yaşındadır ne babasının hükmünden kurtulabilir ne de kocasından vazgeçmek istemektedir. Neyzen ise Cemile’nin yuvasına ve evliliğine sahip çıkmadığını, babasına karşı evliliğini korumadığını düşünmektedir. Neyzen’in Cemile’ye yüklediği ağır bir sorumluluktur ve Cemile bunu taşıyabilecek durumda değildir. Bir gün eve gelen Cemile’nin babası kızını ve yeni doğmuş bebeği sürükleyerek evden çıkarır. Cemile, babasına Tevfik’i sevdiğini söylese de adam dinlemeyecek ve kızını kendi evine götürecektir. Hiç kimseyi eleştirmek haddime değildir yalnız burada kadınların ve erkeklerin aşka ve evliliğe farklı baktıklarını söylemeden geçmek istemiyorum. Cemile henüz on sekiz yaşındaydı. Babasının etkisinden çıkamıyordu, eşini de seviyordu ama eşi içiyor, eve geç geliyordu, tutarsız hareketleri vardı. On sekiz yaşına kadar hayatını geçirdiği bir erkek ve öz babası olan adamı seçmiş gibi görünüyor. Neyzen de acaba Cemile gittiği için rahatladı mı? Hayatı boyunca özgürlüğü için mücadele etmiş bir adamı evlilik boğmuş muydu? Bir eşin ve kızının sorumluluğundan kaçmak istemiş olabilir mi? Neyzen, eşinin peşinden gitmiyor ve mücadele etmiyor. Cemile’nin babası bulduğu yalancı şahitlerle kızını boşatıyor. Neyzen, bir daha kızı Leman’ı ve karısı Cemile’yi göremiyor. Neyzen’in kadınlara olan nefreti artıyor artmasına fakat âşık olmayı da seviyor, kadınlardan uzak kalamıyor.

***

Neyzen, Talat Paşa’yı çok sevmektedir. Talat Paşa onun için sığınabileceği bir liman gibidir. Aslında neyzen İttihatçıları sevmemektedir. Çünkü onların yönetiminde de bazı olumsuzluklar, yolsuzluklar olmuştur ve her devirde olduğu gibi İttihatçıların içinde de görevini suistimal eden tipler bulunmaktadır. Neyzen onlara kızmaktadır. Talat Paşa onun için ayrıdır. Başı sıkıştığında, parasız kaldığında Talat Paşa’nın konağına giderdi ve onun niye geldiğini anlayan uşak eline para verirdi. Talat Paşa bir gün Neyzen’e devlet dairesinde memurluk teklif eder. Aralarında geçen konuşma şu şekildedir.

– Bizimkilere çok laf atıyorsun Neyzen. Biraz insaf eyle!

– Hürriyet geldi ya Paşam.

– Neler yapıyorsun Tevfik? Meşgalen var mıdır?

– İsteyen olsa da olmasa da ney üflerim Paşa’m. Bir de Allah’ın verdiği ömrü hovardaca harcarım.

– Sana bir memuriyet ayarlayalım Neyzen. Geçim derdini hâlletmiş olursun.

Neyzen teklifi kibarca geri çevirir. Talat Paşa şöyle devam eder.

– Önce mütevazi bir aylıkla başlarsın. Zaman içinde terfi edersin. İleride müdür olabilirsin. Belki müsteşar bile olabilirsin.

– Daha sonra Paşa Hazretleri?

– Daha sonra? Daha sonra, hiç!

– Paşa’m ben zaten bir hiçim! (Kuveloğlu, 2017, s. 100)

***

Hacı Mustafa ile Neyzen çok iyi arkadaştır. Öyle ki Hacı Mustafa Kahvehanenin üst katındaki küçük bir bölümde Neyzen’in kalmasına izin verir. Neyzen, Hacı Mustafa’yı çok sever. Ona sırlarını anlatır. En güzel eserleri onun kahvesinde icra eder. Hacı Mustafa onun huyunu bildiğinden Neyzen nısfiyesini çıkarıp üflediğinde sakin ve sessiz bir ortam yaratır. Herkes onun neyinden çıkan şiirsel lezzet ile kendinden geçer. Bu geçimsiz, sivri dilli, sarhoş adam eline Ney’ini aldığında ve onu üflemeye başladığında âdeta başka bir varlığın suretinde can buluyor ve dinleyenleri kendinden geçiriyordu. İnsanlar onunla konuşmaya çekiniyorlar ve fakat üflediği Ney’in müptelası olmaktan da kendilerini alıkoyamıyorlardı.

Hacı Mustafa ile bir gün hamam sefası yapmaya karar verirler. Aldıkları bir büyük rakı ile hamama giderler. Yanlarında bardak olmadığı için rakıyı kurnaya boşaltırlar. Taslarla alarak içmeye başlarlar. Lâkin rakı çabuk biter ve sarhoş olamazlar. Bunun üzerine rakıya eter karıştırırlar. Sarhoş olmaya başlamışlardır. Kendilerini Âdem ve Havva ile özdeşleşerek sokağa çıplak vaziyette çıkarlar, başlarlar koşmaya. Neyzen önde koşmaktadır, Hacı Mustafa ise arkada onu takip etmektedir. Görenler ‘‘Tımarhane kaçkınları geliyor,’’ diye bağırmaktadır. Tabii yakalanırlar ve içeri atılırlar. Daha sonra arkadaşları sayesinde çıkarlar.

***

Bir gün Yahya Kemal’le birlikte İbnü’l Emin’in evine davet edilmişlerdir. Davette kimler yoktur ki. Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan, Mükrimin Halil Yınanç… Toplantıda Yahya Kemal’in iştahına takılan Neyzen, İbnü’l Emin tarafından tatlı sert uyarılır. Sonra da o mecliste bulunmasının sebebiyeti olan Ney’ini üflemeye başlar. Ortam yine sakinleşmiş ve huzur yine Darülkemal konağına gelmiştir. Burada dikkate değer bir önemli mesele de İbnü’l Emin’e ait olan Darülkemal’in İngiliz ve Fransız askerleri tarafından el konulacak olmasıdır. Sebep olarak Sait Paşa ve Abbas Halim Paşa’nın sık sık ziyaret edilmeleri gösterilmiştir. Konak bir buçuk yıl boyunca işgalci askerler tarafından kullanılmıştır. Şehri terk ettiklerinde ise İbnü’l Emin ve ailesi evlerini, yağmalanmış ve harap edilmiş vaziyette bulur. O günlere ilişkin olarak İbnü’l Emin şöyle diyecektir: ‘‘Garp medeniyetinin ne olduğunu zaten bilirdik, bu defa daha iyi anladık.’’ (Kuveloğlu, 2017, s. 118)

***

Neyzen’in içine düştüğü bunalımlı hâllerin sonu gelmiyordu. Zaman zaman üç-beş ay düzelir gibi oluyordu, sonra yine kötülüyor, kendini meyhane köşelerine atıyordu. Neyzen sarhoş oluyor, rakı matarasını yanından ayıramıyordu. Esrarkeşlerle de arkadaşlığı, yarenliği oluyor, Peyami Safa ya da Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimlerle de aynı masada oturup muhabbet kurabiliyordu. Neyzen’i seven çoktu ama sevmeyen de bir o kadar fazlaydı. İnsanlar genelde selamını alırdı. Ancak kendinden geçmiş vaziyette sokaklarda dolaştığında, üstüne nereden aldığı belli olmayan tuhaf, kirli, yamalı kıyafetler geçirdiğinde insanlar ondan kaçıyor, uzaklaşıyordu. Neyzen’i aslında bu hâliyle de kabul eden arkadaşları vardı. O arkadaşları Neyzen’in üstü-başı ile hiç ilgilenmeyen kadim dostlarıydı. Neyzen çılgınlık gömleğini üstüne bilerek mi geçirdi bilinmez ama bu sayede hakkında açılacak olan bazı kovuşturmaları savuşturabiliyordu. Arkadaşları hastadır, sarhoştur, çılgındır, meczuptur diyorlar ve Neyzen’e sahip çıkıyorlardı. Artık Cumhuriyet ilân edilmiştir. Neyzen, Atatürk’ü çok sevmekte ve hürmet etmektedir. Yalnız Atatürk’ün yanında bulunan bazı insanları sevmez ve onlar da Neyzen’in hicivli sözlerinden kurtulamaz. Atatürk’ün isteği ile Balıkesir’e gitmiş, orada uzun saatler Ney’ini üfleyerek Atatürk’ün takdirini kazanmıştır. Atatürk, Neyzen’i kendi masasında oturtmuş ve ne istediğini sormuştur. Neyzen hiçbir şey istememiştir. Daha sonradan Neyzen’e hediye olarak bir yeni Ney gönderilecektir.

***

Neyzen zamanında Sultan Reşat’ın karşısında da Ney üflemiştir. Sultanın iltifatlarına mazhar olmuştur. Sultan Reşat ona bir kese altın vermiştir. Neyzen ise kendisine sadece üç tanesini ayıracak ve diğer altınları zulümden kaçan, İstanbul’a gelmiş, sokak ortasında kalmış olan muhacirlere eşit olarak dağıtacaktır.

Neyzen bir ara memuriyete de girer. Konservatuar da çalışmaktadır, lâkin her zaman görevinin başında olmayışı ve bir ay gibi bir süreyle işine gitmemesi yüzünden Lütfi Kırdar tarafından işten çıkarılır. En son yapılan ağrına gitmiştir, tek geçim kaynağıdır. Bu iş de elinden alınırsa maaşı ortadan kalkacaktır. Ne ile geçinecektir? Vali Lütfi Kırdar ile görüşmeye gider lakin vali onunla görüşmeyi kabul etmez.

‘‘Kime sordumsa seni, vermedi doğru cevap
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler
Künyeni almak için ettim partiye telefon
Bizdeki kaydına göre, o şimdi mebus dediler.” (Kuveloğlu, 2017, s. 107)

***

Neyzen hastadır. Çok sevdiği arkadaşları, can dostları birer birer dünyadan göçmüştür. Önce Mehmet Âkif sonra Ahmet Rasim, Hacı Mustafa ölmüştür. En son Mazhar Osman’ın da ölüm haberini almıştır. O Mazhar Osman ki Neyzen’e daima sahip çıkmıştır. Hatta bir keresinde onu gönül meselesinde eleştirmiş olmasına rağmen Mazhar Osman sessizliğini korumuş ve ona karşılık vermemiştir.

Neyzen Tevfik kendisine tahsis edilen bir odanın içinde son günlerini geçirir. Felç olmuştur. Son zamanlarında yanına gelenler üniversite öğrencileridir veyahut da kendisiyle röportaj yapmak isteyen gazetecilerdir. 1953 yılında vefat eder. Cenazesi Sinan Paşa Camii’nden kalkar. Onun cenazesinde toplumun her kesiminden insanlar vardı. Büyük sanatkârlar, tüccarlar, iş adamları, bürokratlar, ayyaşlar, esrarkeşler, sokak çocukları, dilenciler. Çünkü o Neyzen Tevfik’ti hem herkese aitti hem de hiç kimseye ait değildi. Yaşamayı hem çok seviyordu ve hem de bir o kadar yaşamdan intikam almak istercesine kendini hırpalıyordu. Arkadaşlarını sevdi, dostlarını sevdi, kadınları sevdi, dürüstlüğü sevdi, Ney’i sevdi, rakıyı sevdi. Parayı sevmedi, paranın kölesi olmadı. Yeri geldi sokaklarda yattı; gidecek bir evi yoktu, edindiği bir Türk bayrağına sarıldı, kuytu köşelerde yattı. Kafayı çekti, delicesine sarhoş oldu, bağırdı, hicivli şiirler yazdı fakat Neyzen bazen yediği okkalı bir tokada karşılık vermedi. Karısı onu terk ettiğinde günlerce evine kapandı. Sessizce bekledi, gelecek diye bekledi, bekledi. Gelen olmadı, o da gitmedi. Savruldu, oradan oraya devrildi. Elinde Ney’i sadece Ney’i kalmıştı.

***

Önce Âşık Veysel’in jübilesine katılır. Orada Âşık Veysel’i ilk defa görecektir. Âşık da kendi gibi bir gariptir. Çok fazla konuşamasalar da birbirlerini anlamışlar ve etkilenmişlerdir. Bir ay sonra yapılan Neyzen Tevfik’in jübilesine de Âşık Veysel katılır. Âşık Veysel ölümünden sonra Neyzen için şu dizeleri yazacaktır.

‘‘Neyzen Tevfik dünyasını değiştirdi
Tel sustu, dil sustu, neyler nicoldu
Ebedi yurduna gitti, kavuştu
Ağlayan kemanlar, yaylar nicoldu.

Ne şöhrete tapmış, ne mala tapmış
Ne doğruya koyup, eğriye sapmış
Ne bir gece kondu, ne saray yapmış
Dünya benim diyen, beyler nicoldu.’’ (Kuveloğlu, 2017, s. 191)

Neyzen Tevfik’le ilgili olarak Dursun Kuveloğlu Ney ve Mey adlı kitabı, Neyzen Tevfik Hiç adlı kitabı, Hıfzı Topuz Çılgın ve Özgür adlı kitabı, Neyzen Tevfik Azab-ı Mukaddes adlı kitabı okudum ve yazımı bu şekilde hazırladım.

Saygılarımla…

Burcu BOLAKAN

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *