Karadeniz bölge olarak hem coğrafyası hem de yaşadığı tarihi olaylar nedeniyle bir çok farklı topluluğa, medeniyete, insan gruplarına ev sahipliği yapmıştır. Bölge göç ve ticaret yolları üzerinde olmasının yanında limanları ve verimli maden yatakları dolayısıyla insanların ilgisine mazhar olmuş; birbirinden farklı topluluklar birbirlerine karışarak bir arada yaşamışlardır. Rumlar, Gürcüler, Lazlar, Türkler… Bu çeşitlilik kültürel zenginliği de doğurmuştur. İnsanların biraradalığı ve kaynaşması müzikal yapıyı da geliştirmiştir. Tulum, kemençe, davul, zil zurna, bağlama, gıygıy, kaynana zırıltısı, kaval gibi vurmalı, mızraplı ve yaylı çalgıların yanında kuş sesleri de bölge müziğinde kullanılmıştır. “Atma türküler, ağıtlar, ağlamalar, destanlar, ninniler bölgenin geleneksel müziğinde önemli bir yer tutar…./Doğu Karadeniz’de geleneksel müzik sahnede performe edilmez, genellikle “olay anı”nda, üretildiği anda dinleyici ile buluşur. Genellikle olay anında dile gelen sözlerin, ritim ile buluşması şeklinde ortaya çıkan bu eserlerin yeniden, aynı duygu ve aynı sözler ile tekrarı olanaklı değildir. Düğünlerde horonlar, atma türküler; cenazelerde ağıtlar, ağlamalar sıklıkla kadın kadın ya da kadın-erkek şeklinde icra edilir. Bölgede yapılan bir görüşmede şöyle bir anekdota rastladık: Bahçede yapılması gereken işler yoğun ve yorucu olduğunda, bahçede çalışanlar yüksek sesle bir türkü söylemeye başlar, türküyü duyan köy sakinleri sesin olduğu bahçeye yardıma giderlermiş.” https://dergipark.org.tr
Karadeniz müziği kentlere göç, sosyo/kültürel değişimler vb. etkenlerle geleneksel yapısını kaydetmeye başlar. İletişim araçlarının yaygınlaşması da bu süreçte etkilidir. Anadolu’daki kültürel yozlaşmadan, zevksizleşmeden, basitleşmeden, sıradanlaşmadan en çok payını alan alanlardan biri de Karadeniz müziğidir desek abartmış olmayız sanırım. “Radyonun yaygınlaşması ve bölgede yapılan derleme çalışmalarının ardından, kemençe ve tulum gibi solo çalgıların topluluk içinde kullanılmaları, bazen kemençe ve tulum gibi karakteristik çalgıların kullanılmadan doğrudan bağlama ile bölge müziğinin icra edilmesi Doğu Karadeniz Bölgesi müziklerinin popülerleşme sürecindeki ilk etkilenimleri olmuşlardır. Bu süreç, 1950’li yıllarda “Karadeniz Türküsü” olgusunu oluşturmuştur. Bundan sonra müzik piyasasının ürettiği “Karadeniz Müziği” kavramı ve bölge müziğinin önce arabesk, sonra pop, pop-arabesk, rap, hip-hop gibi alt kültür ürünlerinden etkilenimleri, Doğu Karadeniz Bölgesi müziklerini birbiri içine katmış, bölge müziklerinin zamanla zenginliğini kaybetmesine olanak sağlamıştır. Günümüzde gelinen noktada ise, bölgede müzik üretiminin azaldığı, piyasanın bölge halkına sunduğu ithal Karadeniz Müziği’nin yaygınlaştığı ve yayla şenliklerinde dahi bu müziklerin tüketildiği görülmektedir.” https://www.ayk.gov.tr/wp-content/
Karadeniz müziği bir dönem Mustafa Topaloğlu, İsmail Türüt, Erkan Ocaklı, Davut Güloğlu, Hülya Polat gibi isimlerle her yerde çalınır ve dinlenir oldu. Bunların yanında tanınmış şairlerin şiirlerini Karadeniz müziğinden izler taşıyarak besteleyen ve söyleyen, yörenin enstrümanlarıyla modern müzik aletlerini harmanlayan müzisyenler görülmeye başlandı. Volkan Konak bu isimlerden biri. Sonrasında Kazım Koyuncu, Fuat Saka, Gökhan Birben, Selçuk Balcı, Ayşenur Kolivar, Birol Topaloğlu, Resul Dindar sayılabilir. “5 Aralık 1992 tarihinde Strazbourg’da imzalanan, Avrupa Bölgesel ya da Azınlık Dilleri Sözleşmesi’nin ardından Lazca’yı yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak amacıyla Lazca sözlerin kullanıldığı ilk rock müzik grubu olan “Zuğaşi Berepe” kurulmuştur. Zuğaşi Berepe 1995’te “Vamişkunan” ve 1998’de “Bruxel Live” albümlerini çıkarmıştır. Özgün tarzda yapılan çalışmaların bir diğeri de uzun yıllar yurt dışında sürdürdüğü çalışmaların ardından Türkiye’de müzik piyasasına giren Fuat Saka’dan gelmiştir. Fuat Saka halk arasında Karadeniz–caz olarak nitelenen bir müzik üretmiştir. Farklı düzenlemeler yapan ve yurt dışından müzisyenlerle çalışan Fuat Saka Türkçe–Rumca ve Lazca sözlü türkülere çalışmalarında yer vermiştir. Zuğaşi Berepe’den 1998 yılında çıkardıkları albümün ardından ayrılan Kazım Koyuncu, 2001 yılında bu tarzı kendi yorumunu daha fazla katarak “Viya” albümüyle devam ettirmiş 2004 yılında da “Hayde” adlı albümü çıkarmıştır. Kazım Koyuncu’nun müziği Laz Kültür Hareketi’nin en önemli ayağı sayılırken, 2005 yılının Haziran ayının 25. günü kanser hastalığına yenik düşerek aramızdan ayrılmasıyla bu hareket de sekteye uğramıştır. Birol Topaloğlu tarafından sürdürülen çalışmalarla bu hareket ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.” https://www.ayk.gov.tr/wp-content/
Evet, geleneksel Karadeniz ezgilerini ve enstrümanlarını gitar, bateri, bas gitar gibi çağdaş enstrümanlarla harmanlayan Kazım Koyuncu Karadeniz müziğinin önemli bir değeri olarak tarihe geçti. Koyuncu gâh Karadeniz gibi haşin, hoyrat, mert şarkılar söyledi. Gâh başı dumanlı dağlar gibiydi müziği… Gâh neşeli, gâh hüzünlü… En çok özgürlüğü söyledi, özgürlüğe tutkun şarkıları… Gönülden söyledi, içten… Sesinde hep bir yürek sızısı vardı. Sesinde ağlamaklar…
Kazım Koyuncu’nun temsilcilerinden olduğu Karadeniz rock diye adlandırılan müzik gelenekselin dışında bir muhalif damar taşır. Çevre sorunlarına duyarlıdır. Katledilen doğayı, madenlerde sürünen maden işçilerini, yok edilen yeşili, bölgeyi kanser riskiyle baş başa bırakan Çernobil faciasını, kaybolmaya yüz tutan farklı etnik kültürleri hatırlatır her dem dinleyicilere.
Son dönemlerde Karadeniz ve müzik birlikte anıldığında akla mutlaka Koyuncu gelir. Öznur Yılmaz bir makalesinde bununla ilgili şu tespitleri yapıyor: “Karadeniz’in müziği denilince akla ilk gelen ismin Kazım Koyuncu olması tesadüf değildir. Peki, Kazım’ı Kazım yapan nedir? Bu noktada verilecek en iyi cevap belki de Kazım Koyuncu’nun köklerinin toprağına sıkı sıkıya bağlı oluşudur. Koyuncu, rock müzik ezgileriyle yeniden yorumladığı bölgenin müziğine gündelik kaygılar ile yaklaşmaz. Daima anlattığı bir hikâyesi vardır. Eserlerinde, sahne performanslarında ve gazete/dergilere verdiği röportajlarda hep Karadeniz’i, Karadeniz insanını ve Karadeniz müziğini tanıtmaya çalışmıştır. Şevval Sam ile yaptığı düetler ve/veya Gülbeyaz dizisi ile başlayan “şöhret” durumu, Koyuncu tarafından bir fırsata dönüştürülmüştür. Doğu Karadeniz müziği, Koyuncu ile anılır hale gelmiştir.” https://dergipark.org.tr
Koyuncu 7 Kasım 1971 Artvin/Hopa doğumlu. Hopa’nın Yeşilköy Mahallesi’nde… Müzisyen, söz yazarı, besteci, aktivist, oyuncu… Onun unvanlarından. Büyülü bir coğrafyada, kalabalık bir ailede doğuyor Koyuncu. Akrabalar, komşular, yârenler… Baba Cavit Koyuncu bakkallık ve berberlik yaparak ailenin geçimini sağlıyor. Evde hem kitap okunuyor hem de gazete… Cavit Bey siyasetle de ilgili. TİP’in kuruluş döneminde dükkanı insanların buluşma mekânı haline geliyor. 12 Eylül sonrası Erzurum’da aylarca hapis yatıyor. Ekonomik düzenleri bozuluyor. İlkokulun bir bölümünü köylerinde okuyor. İlkeğitimini Sugören köyünde liseyi Hopa’da tamamlıyor. 1989’da İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne giriyor. Bir kaç yıl devam ettikten sonra okulu bırakıyor. Bundan sonra sadece müzikle uğraşıyor. Grup Dinmeyen, Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) müzik yaptığı gruplar. 2002’de Gülbeyaz dizisinin müziklerini Gökhan Birben’le yaptılar. Dizinin bazı bölümlerinde de oynadı. Bu dizi Onun tanınmasında çok etkili oldu. 2004’de yayınladığı Hayde albümü satış rekorları kırdı. Sonrasında programlar, konserler…
Kazım Koyuncu küçük yaşlarda babasının aldığı mandolin ve sonrasında dayısının yurtdışından getirdiği gitarla müzik hayatına başladı. Onun hayatında babaannesinin anlattığı masalların yeri yadsınamaz. Aynı zamanda kemençeyi çok küçük yaşlarda öğrenen ve kısa sürede usta olan, Lazca türküleri kendine has bir tavırla yorumlayan, geleneksel Laz ezgilerini Karadeniz’e tanıtan “Kemençeci Yaşar” ya da “Arkaburi Yaşari (Arhavili Yaşar)” adlarıyla da tanınan Yaşar Turna en çok dinlediği müzik adamıydı. Hüseyin Koyuncu şunları anlatıyor: “Dinlediğimiz müzikler de yöresel ağırlıklıydı. Tulum ve kemençe tabii ki. Arhavi’de o zamanlar yaşayan kemençe ustası Yaşar Turna, cemiyet toplantılarında dinlenen halk ozanıydı. Bizler de onu severdik ve onu dinleyerek büyüdük. İşten artan kalan zamanlarda köy evlerinde toplantılar yapardık, komşu sohbetleri yaygındı o zamanlar. (…) Müzikle de ilk olarak az evvel bahsettiğim Yaşar Turna sayesinde tanıştı, ilk onu dinledi. Hatta Yaşar Turna köyümüze sık sık gelirdi, Kazım’ın müzikle tanışması onunla oldu. Kendisi de ilk olarak köyde çay toplarken, imece sırasında atma türküler söyledi. Atma türküler konusunda çok başarılıydı. Zamanında nenemizle de atışırdı. Kendi kendini keşfetti bir bakıma.” https://iletisim.com.tr/
“Karadeniz’in Hırçın Çocuğu”, “Şair Ceketli Çocuk” Kazım Koyuncu’ya sevenleri tarafından verilmiş isimler. Bu iki isim Onu gerçekten çok iyi tanımlıyor. O, şarkılarıyla birçok eylemde yer aldı. Karadeniz Sahil Yolu Projesine, Artvin ve Bergama’da siyanürle altın aranmasına, Fırtına Vadisine HES yapılmasına karşı çıktı. Çernebol Faciası’nın Karadeniz’e etkilerini sürekli gündemleştirerek bu facianın unutulmamasını sağladı. Alanlarda şarkılarıyla yeri göğü inletti. İnsan hakları ihlallerine, çevre katliamlarına, yoksulluğa, ezilmişliğe karşı isyan etti. Ses yükseltti. İşte Gidiyorum, Gelavera Deresi, Ayrılık gibi şarkılarla duygu dolu yağmurlar yağdırdı içimizde. İçli, hüzünlü sesi Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi yüreğimize çarpıp durdu. Burada sözü Koyuncu’ya bırakalım: “Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, donkişotlar ‘a, ateş hırsızlarına, Ernesto “Che” Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. kötü şeyler gördük. savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”
Onun doğumundan bu yana 53, ölümünden bu yana 19 yıl geçmiş. Yaşadığımız zamanlar her geçen gün daha da tuhaflaşıyor, kötüleşiyor, çekilmez hale geliyor. Doğayı, yeşili, akan suyu çok fazla kirlettik. Hayatlarımız fena halde kirlendi. Kötülüğün ve kötülerin egemenliğini ilan ettiği bir dünya… Hırslar, doyumsuzluklar yakasını bırakmıyor insanların. Dereler denizine kavuşamadan kayboluyor canavarlaşan insanın hırsıyla. Çiğ, düşeceği çayırları bulamıyor. Güneş kırgın, kızgın bir öfkeyle doğuyor. Kuşlar gökyüzüne küs. Puslu bir aynaya düşüyor ayın küskün sureti. Dağlar kışına küskün, kışlar karına…
Kazım Koyuncu unutulmaması için yıllarca mücadele ettiği Çernobil Faciası’nın bir sonucu olan kansere yakalandı. 25 Haziran 2005’te yaşamını yitirdi. Bir vicdan bıraktı arkasında… Sımsıcak, en içten bir gülümseme…
Genç, yaşlı, işçi, memur, emekli, çiftçi, öğrenci, sanatçı, oyuncu binlerce insan gözyaşlarıyla Onu sonsuzluğa uğurladı. 27 Haziran 2005’te fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığına defnedildi.
Ruhu şad olsun “Karadeniz’in Hırçın Çocuğu”nun…
Muaz ERGÜ

Son Yorumlar