“…Bakın görüyorsunuz, heyecanlanıyorum halk müziğinden bahsederken, sesim titriyor adeta. Bu müzik bizim çok değerli bir varlığımız. Bu ülkenin halk müziği çok, çok zengin bir müzik. Bunu muhafaza etmeli, yaşatmalıyız. Milli kültürümüzün çok güzel bir kolu bu.”
Neriman Altındağ TÜFEKÇİ
Perihan Altındağ Sözeri ve Neriman Altındağ Tüfekçi, biri Türk Sanat Müziğinin diğeri Türk Halk müziğinin önemli sesi… Kız kardeşler… Sanat Müziği sanatçısı Perihan Altındağ Sözeri abla, Neriman Altındağ Tüfekçi küçük kardeş. İkisi de alanlarında son derece başarılı; duruşlarıyla, tavırlarıyla, sesleriyle, sözleriyle sanat camiasında derin izler bırakan iki yürek. Aslında iki güzel sesin ailesi dinleme dışında müzikle çok içli dışlı değil. Evlerinde müzik icra edilmiyor ama sürekli plaklar çalınıyor, dinleniyor. Annelerinin kulağı da çok hassas. Biz bu ailenin küçük kızı, halk müziği sanatçısı Neriman Hanım’ı yazmaya çalışacağız. Aslında Neriman Hanımın da başta müzisyen olmak gibi bir gayesi yok. Daha çok hâkim olmak istiyor.
İyi ki bir müzik insanı olmuş, iyi ki sesini, tavrını, o asil duruşunu bizlere duyurmuş, göstermiş. Onun sesinden türküleri, uzun havaları, hoyratları, barakları, ağıtları, oyun havalarını, Kırşehir abdal müziğini, Yozgat sürmelisini, Kerkük türkülerini, Azeri havalarını dinlemek büyük şans. Onun sesini dinlemek, sesinden dinlemek gerçekten ayrıcalık. Türkülerin ve okuduğu diğer türlerin yöresel, otantik özelliğini bozmadan, tüketmeden günümüze ulaştırabildi. Hangi yörenin türküsünü okuyorsa, hangi bölgenin ağıdını yakıyorsa, hangi şehrin bozlağını havalandırıyorsa o yörenin, bölgenin, şehrin geleneksel, otantik tavrını gözardı etmedi. Dağlarda, ovalarda, yollarda, ıssız beldelerde, kışlalarda, harman yerlerinde, savaş siperlerinde söylenen, dinlenen türküleri bize dinletti o billur, o çağlayan, o insanı sımsıcak saran sesiyle. Yanık hayatların, yakılmış ömürlerin ardında bıraktığı türküleri, ağıtları önümüze getirdi. Neriman Hanımın söylediği ağıtlardaki, hoyratlardaki, uzun havalardaki acıyı, hüznü, umudu bilmeyen, yanık türkülerle yanmayan, ağıtlarla ağlamayan ne hayatın tadını bilebilir ne de ölümün kederini…
Amasyalı bir baba ve Erzurumlu bir annenin çocuğu olarak 1926’da İstanbul’da doğuyor Neriman Altındağ Tüfekçi. Nişantaşı Kız Lisesi’nin bitirdikten sonra Ankara Radyosu’na sınavla giriyor. O ara Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulma hazırlıkları var. Alman Kompozitör Paul Hindemith ve bir konser için Ankara’da bulunan Orkestra Şefi Hermann Scherhen, Tüfekçi’ye sesinin kalitesi dolayısıyla opera sanatçısı olması gerektiğini ısrarla belirtirler. O, bu teklifi geri çeviriyor.
Halk müziği alanında uzmanlaşmayı seçen ilk kişidir kendisi. Neriman Hanım’ın çalışma hayatı müziğimizde bir kadın olarak ilklerle dolu. Yurttan Sesler Korosu şef yardımcılığı, eğitmenlik, Türk halk müziği solist öğretmenliği, Yurttan Sesler Kadınlar Korosu kuruculuğu, İstanbul Radyosunda solistlik, radyoda Türk Müziği şubesi müdür yardımcılığı, İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarında yönetim kurulu üyeliği…
Tüfekçi akademik bir eğitim almasına ve bürokraside çalışmış olmasına rağmen türküleri, uzun havaları, aslına ve yöresine uygun olarak yorumlamış ve büyük bir ilgiye mazhar oldu. Gem vurulmaz duyguların dile geldiği türküleri ne güzel havalandırdı. Bir İstanbullu olmasına rağmen Anadolu’ya ait yöresel tavırları ustaca icra etti. Sesinin genişliği, söylerken ki samimiyeti dinleyeni o türkü ya da uzun havanın içine alır. Sizi tarihin koridorlarında upuzun bir yolculuğa çıkarır. Upuzun yolculuklar, kısacık mısralarda… Onun sesinde türküler yeniden dile gelir. Yeniden harlanır kor ateşler… Damla damla bir yağmur… Buram buram toprak kokusu… Yüzlerce derleme… Titizlik ve yapılan işe verilen ehemmiyet… Tozlu raflara hapsedilmiş yüzlerce türküyü gün yüzüne çıkaran bir emek, bir alınteri…
Halit Kıvanç: “Nida Tüfekçi çalıyor, Neriman Altındağ Tüfekçi söylüyor. Kışlalar doldu bugün/Doldu boşaldı bugün” diyerek TRT’de sunduğu bir programda Nida Tüfekçi bağlamanın tellerine dokunarak beşiri hoyrata giriş yapıyor. Bağlamanın sesi Neriman Hanım’ın sesiyle yarış halinde adeta. Nida Bey de usta bir müzik insanı. Beşiri hoyrat Urfalı Kel Hamza’ya ait. “Kışlalar doldu bugün/Doldu boşaldı bugün/Gel gardaş görüşelim/Ayrılık oldu bugün/Geceler yarim oldu/Ağlamak karım oldu/Her dertten yıkılmazdım/Sebebim zalım oldu/Yaralandım yatmadım/yaram azdı bakmadım/Kaldı hasretimiz kıyamete/Güzel boynuna el atmadım” Neriman Hanım o ötelerden gelen, insanı zamandan koparan; acıyı, özlemi, hasreti, yokluğu, yoksunluğu, yitirmeyi, yeniden bulmayı, ayrılmayı ve kavuşmayı yüreğimize döken o sesiyle başlıyor türküye. Tüylerimiz diken diken… Damarlarımızda dolaşan kan değil Anadolu bozkırlarında dörtnal koşan deli taylar…
Neriman Hanım aynı zamanda bu hoyratı notaya alıyor. Bu esnada Nizipli Deli Mehmet adında bir Urfalıdan dinliyor. “Harika bir okuyuşu vardı Nizipli Deli Mehmet’in” diyor. Notasını da yazdığı “Kışlalar doldu bugün” kendisinin de sevdiği bir uzun hava. Bedri Rahmi Eyüboğlu: “Neriman’dan başka kimseyi dinlemem, hele “Kışlalar doldu bugün” çalacaksanız, sakın başkasından çalmayın, dinlemem.” diyerek bir hakikati teslim eder.
“Kışlalar doldu bugün” diyor ya Urfalı Kel Hamza. Ne güzel söylüyor ya Neriman Altındağ Tüfekçi. Aslında ha kışla olsun ha kışlanın dışındaki hayat olsun hep savaşır gibiyiz. Hep savaşta… Silah çatamıyoruz bir ömür boyu… “Kışlalar doldu bugün”den “Baba dağlar bugün yeşil boyandı”ya “Bu kadar cevretme aziz sultanım”dan “Bağdat ellerinden gelen turnalar” a “dersini almış da ediyor ezber”den “Konma bülbül konma nergiz dalı”na gam u gasaveti söylemiş, dert üstüne dert biriktirmiş türkülere ses vermiş. Sözü yüceltmiş, söze can vermiş… “Ben de şu dünyaya geldim geleli” diye başlayan uzun havayı söylerken “Ah neyleyim gamlı gönlüm şad olmaz/Felek bana gülme dedi cihanda/Ben gülsem de felek razı olmaz” diyerek içimiz burkulur, yüreğimiz kanar.
“Bağdat ellerinden gelen durnalar” türküsünü dinlerken bütün Anadolu, Ortadoğu, Asya topraklarına yakılmış bir ağıdı dinlersiniz adeta. Durnaların yokluğuna ağlayan gökler dile gelir. Mevsimini yitirmiş bir coğrafya… Viraneye dönmüş yurtlara ağlarız bulutlarla… Ağlarız… O “durnalar, ne haber, yârdan ne haber?” derken, acımızı, gözyaşımızı ekleriz müziğine, sesine hüznümüzü ularız, bir ahdan bir başka aha savruluruz durnalarla.
Antepli Âşık Hasan Hüseyin‘e ait “Bu kadar cevretme aziz sultanım” türküsünü de söyler Tüfekçi. “Ne olur insafa gel bazı bazı” diye devam eder. Bir ruhunuz varsa, bir ruh taşıyorsanız ruhunuza işler, yakıp kavurur ruhunuzu bu türkü. “Coşkun çaylar gibi bulanıp akma/Gamzeyi hançeri sineme çakma/Çok ise günahım kusura kakma/Bildiğinden şaşar kul bazı bazı/Sen arifsin ne dediğimi bilirsin/Yaralı gönlüme melhem olursun/Ben geldikçe melul mahzun durursun/Şadeyle gönlümü gül bazı bazı” Şimdi ne söylenir ki bu sözlerden sonra? Hangi lisanla konuşulur? Bu modern zamanlarda herkesin kendini tanrı sandığı, insanın kendini yanılmaz, şaşmaz bildiği bir dönemde ne denebilir ki? Neyin muhasebesini yapalım? Hangi zamanın, hangi devranın?
Kaliteli sesiyle, çok geniş repertuvarıyla, vakarlı duruşuyla halk müziği tarihine adını kalın harflerle yazdıran Neriman Altındağ Tüfekçi’nin eşi Nida Tüfekçi ile yazdığı “Memleket Türküleri” isimli bir de kitabı var.
Neriman Altındağ Tüfekçi, İstanbul’da 3 Şubat 2009’da geçirdiği kalp krizi sonrasında İstanbul’da vefat eder.
Yazımızı Neriman Hanımın bir söyleşide dillendirdiği tespitlerle bitirelim:
“Her zaman söylerim, yöre sanatçıları, halk sanatçıları bizim hocalarımızdır. Onların otantik üsluplarıyla okudukları parçaları, bizler bir bakıma ister istemez taklit ederiz. Çünkü onların üslubu o yörenin özelliğidir. Bu şekilde okurlar onlar. Mesela Âşık Veysel’i taklit edenler vardır, ister istemez taklit ederler, çünkü o bir örnektir, en doğru örnektir. Biz de halk sanatçılarını bir nevi taklit ederiz, yalnız taklit dejenere etmek değildir. Onları defaatle, saatlerce dinlemek gerekir. Şimdilerde pek vakti olmuyor gençlerimizin herhalde. Ben üslubumu onlarla kazandım, Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi birer yol gösterici oldular, ama asıl halk sanatçılarıdır bizim öğretmenlerimiz. Çünkü onların okuduklarını aynen okumak suretiyle en doğruyu bulmuş oluyoruz.
O kadar çok yöre üslubu vardır ki, türkü söyleyenlerin bir tek üslupla okuması mümkün değildir. Okursunuz, İstanbul Türkçesiyle okursunuz, ama aslını okumuş olmak sayılamaz bu. O eski kayıtları çok dinlemek lazımdır derken bunu kastediyorum. Onların nefes alışlarını bile aynen yerine getirme ihtiyacını hissederiz bazen.”
Ruhu şad olsun!
Muaz ERGÜ

Son Yorumlar