Türkistan’ın Efsanevî Kadın Kahramanı: Kurmancan Datka

“Oğlum, Yiğit Kamçıbek’im! Ölümün gözlerinin içine cesurca bak.
Sen Ulu Manas Ata’nın evladısın. Şehit oluyorsun. Bu mertebe herkese nasip olmaz.
Unutma oğul!
Yiğit Kırgız evlatlarından sıcak yatağında ölen kimse yoktur.”
Kurmancan Datka
(Oğlu Kamçıbek, Ruslar tarafından idam edilirken ona söylediği son sözler).

Giriş

Bir Kırgız atasözü “Bahadır ölse bir ölür, korkak ölse bin ölür.” der. Türk tarihinde bahadırlık sadece erkeklere değil hatunlara da özgü bir özelliktir. Bu noktada İskit kraliçesi Tomris zirvede olsa da her Türk hakanının eşi hatta her Türk kadını birer bahadırdır. Türk kadını, geçmişten bugüne bu özelliğini; yönetimde, savaş meydanlarında ve birçok alanda ortaya koymuştur. İşte o bahadır kadınlardan birisi de 1811-1907 döneminde yaşamış Kurmancan Datka’dır.

Batı Türkistan tarihinde efsanevî bir siyasî kadın lider olarak anılan Kurmancan Datka, Kırgızların tarihinde ‘‘Datka” (general) unvanı ile şereflendirilen ve “Altay Kraliçesi” olarak da anılan yegâne kadındır.

Türkistan tarihinde müstesnâ bir mevkie ve saygınlığa sahip olan Kurmancan Datka’nın önemli bir siyasî lider olması nedeniyle de bu müstesnâ şahsiyetin yaşamının layıkıyla anlaşılabilmesi için Kırgız adının etimolojik kökeni, Kırgızların tarihi ve Hokand Hanlığındaki konumu, anlığı  kendisinin de yaşadığı dönemde 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonlarına kadar varlıklarını sürdüren coğrafyasındaki Buhara Emirliği ile Hîve ve Hokand Hanlıkları, Rusya’nın Türkistan coğrafyasındaki bu ülkeleri istilâ ve işgâli hakkında bilgi verilmesi cihetine gidilecektir.

Kırgız Adının Etimolojik Kökeni

Kırgız adı ilk defa Çinli tarihçi Sima Tsıyan’ın M.Ö. 203-201 yıllarına ait olayları anlattığı notlarında Ko-k’un olarak geçer. Daha sonraki döneme ait Çin kaynaklarında Chien-k’un, Ch’i-ku, Chie-ku, Ho-ke-ssu gibi farklı adlandırmalara da rastlanır. Göktürkçe ve Uygurca metinlerde Kırgız şeklinde kaydedilen bu isim Kâşgarlı Mahmud tarafından Kırkız olarak yazılmıştır. Arapça ve Farsça kaynaklarda Hır-hız, Hir-hiz diye adlandırılan Kırgızlar, Atâ Melik Cüveynî tarafından Kır-kız, Kır-gız, Kırk-kız gibi değişik imlâlarla yazılmıştır. Ebülgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terâkime’sinde ise Kır-gız, Kir-giz, Kır-kız şekilleri görülmektedir. Moğol, Kalmuk ve Tunguz kaynaklarında Burut, Burugut diye geçen kelimenin Kırgızlar’ı işaret ettiği ileri sürülür. Kırgız adının anlamı ve etimolojisi konusunda çok sayıda bilim adamının görüş bildirmesine rağmen bu adın anlamı günümüzde de bilinmemektedir. Alman asıllı Rus oryantalist Vasili Vasiliyeviç Radlof, Orhon ve Yenisey’deki Göktürk yazıtlarına dayanarak Kırgız adının “kırk” ve “yüz” sayılarından (kırk+yüz) oluştuğunu ve “kırk grup” anlamına geldiğini ileri sürerken Şamanbilimci Dorzji Banzarov, Macar oryantalist ve filolog Lajo Ligeti, Kırgız etnolojisi uzmanı, Türkolog ve etnograf Saul Matvei Abramzon, kırk sayısına eski Türkçe’deki -ız çokluk ekinin eklenmesiyle ortaya çıkan Kırk-ız’ın “kırk boy, kırk oymak” demek olduğunu söyler. Z. V. Togan ise “Kırk-er” fikrini ileri sürmektedir. Kırgız adı hakkında görüş belirten bilim adamlarının ortak kanaati ise Kırgız adının kırk sayısıyla bağlantılı olduğu yönündedir. Buna delil olarak da Kırgızlar’ın kırk boydan meydana gelmesini gösterirler. Günümüzde Kırgızlar’ın hemen hemen tamamı hangi boya mensup olduğunu bilmektedir.

Kırgızlar ve Hokand Hanlığı

Tarihin en eski kavimlerinden olan Kırgızlar ilk devletlerini M.Ö. III. Asırda “Ki-Ku” adıyla kurmuşlardır. Daha sonra Hun İmparatorluğu’nun idaresindeki diğer boylarla bir arada yaşayıp 6.-8. asırlarda Göktürk Devleti’ne tâbî olmuşlarsa da özgürlükleri uğruna sık sık başkaldıran Kırgızlar, Göktürk Devleti tarafından Uygur Devleti’ne bağlanmıştır. Ancak Kırgızlar yine rahat durmayarak Uygur Devleti’nin kuzey kesimlerini işgâl ederek onları hâkimiyetleri altına almışlar, bu arada kendilerini ticarete vererek oldukça zengin bir duruma gelmişlerdir. Çünkü yaşadıkları bölge ticaret kervanlarının geçtiği güzergâh üzerinde olup İranlı, Çinli hatta Bizanslı tüccarlarla bağlantı kurup, iş yaparak rahat bir hayata kavuşmuşlardır. Ne yazık ki bu durum uzun sürmemiş; Çin orduları önce Göktürk’lerin topraklarını, Moğolistan’ı ve Kırgızlar’ın yaşadıkları yerleri işgâl edince, bugünkü topraklarına çekilmişlerdir. 13 yüzyılda Cengiz Han’ın idaresinde Moğolların hakimiyeti altına girmişlerse de bir süre sonra özgürlüklerini yeniden kazanan Kırgızlar Timur’un, Moğolların ve kuzeyden de Rusların saldırılarıyla epeyce yıpranmışlardır. Fergana vadisinde Cengiz Han’ın soyundan Ebu’l-Hayr (1425-1468) tarafından kurulan Özbek Devleti’nin Moğol akınları karşısındaki zayıflığı ise Kırgızların, bugünkü Kırgızistan bozkırlarına çekilmesine sebep olmuştur.

Tarihî kaynaklarda Kırgızlar’ın 19. asra kadar Fergana Vadisi’nde yaşadıklarından bahsetmektedir. Fergana vadisi eskiden beri “Aksı-Andican-Alay” olarak üçe bölünerek adlandırılmıştır. “Aksı” çevresi günümüzde Özbekistan’ın Namangan bölgesinin çevresini içine alıp, Kırgızistan’ın Aksı, Alay, Ala Buka, Çatkal ilçeleri de bunun içine girmekteydi. “Andican” Vadisi’ne ise günümüz Özbekistan’ının Andican bölgesi, Kırgızistan’ın Özgön, Alay, Kara Kulca ilçelerinin sol kenarından başlayarak Hodcent Dağlarına kadar, Oş, Batken bölgeleri, Özbekistan’ın Fergana bölgesine girmekteydi. Bahsedilen bölgelerde günümüzde Özbekler, Tacikler, Kırgızlar vd. halklar yaşamaktadır. Yani eskiden beri Fergana bölgesinde göçebe ve yerleşik hayata geçmiş boylar yaşaya gelmiş, onlar Hokand Hanlığının oluşumunda aktif rol oynamışlardır.

Fergana vadisindeki göçmen ve yerleşik hayata geçmiş farklı etnik kökenlere sahip halklar 1709 yılında başkenti Hokand şehri olan Hokand Hanlığını kurmuşlardır. 1709 yılı Ming Hânedânının vekili Şahruh Bey şimdiki Hokand şehrinin yanında “Eski Korgon” surunu inşa ettirip, Hanlığın kurucusu olarak anılmaya başlamıştır. Hanlık etno-siyasi oluşumu, sosyo-ekonomik özelliği açısından çok uluslu bir yapıdaydı. Fergana’nın çok uluslu sâkinleri tarafından kurulan Hokand Hanlığı, “ortak hanlık”, “ortak devlet” olarak ele alınabilir. Hanlığın siyasî – ekonomik hayatında Kırgızların aktif rol oynadıklarını tarihî kaynaklarda desteklemektedir.

167 yıl hüküm süren ve Orta Asya’daki güçlü hanlıklardan biri olan Hokand Hanlığının tarihini üç devre bölerek incelenebilir:

– 1709-1800 yılları- Hanlığın kuruluş dönemi. Hokand Hanlığında bu dönemde devlet olmanın gereği olan siyasî ve idarî organlar oluşmaya başlamıştır.

– 1800-1840 yılları Hanlığın gelişme ve yükselme dönemi. Hanlığın iç ve dış siyasetinin sağlamlaştığı dönem.

– 1842-1876 yılları Hokand Hanlığında siyasî ve sosyal krizlerin derinleşmesi ve Hanlığın yıkılışı.

ÖzbekistanKırgızistan, Kazakistan, Tacikistan, ve Doğu Türkistan sınırları içinde kalan bir alanda, 1709-1876 yılları arasında varlığını sürdürmüş olan Hokand Hanlığı, Buhara Emirliği ve Hive Hanlığı ile birlikte Buhara Hanlıkları olarak anılmıştır. Hanlığın yönettiği şehirler arasında; Hokand, Taşkent, Buhara, Semerkand, Margilan, Namangan, Fergana, Andican, Türkistan, Çimkent, Taraz (Talas), Bişkek, Oş, Kanibadam, Zaferabad, İsfara, Aksu,Kaşgar, Hoten vb şehirler bulunmaktaydı.

Hanlık varlığı Timur-Babür Soyu’ndan Şahruh Bey ile 1709 yılında başlar. Hokand Beyliği topraklarının genişlemesi üzerine 1805 yılından itibaren Hanlık oldu. Hanlık 19. yüzyıl‘ın ikinci yarısında yine komşu bir Müslüman Türk Devleti olan Buhara Emirliği [2] ile yaşanan çatışmaların da etkisi ile iyice zayıflar. Bu zayıflıktan dolayı diğer hanlıklar gibi Hokand Hanlığı da 1860’ların başından itibaren Orta Asya’daki Türk hanlıklarının üzerine askerî harekât düzenleyen Rusya‘nın karşısında duramaz. 1862 yılında Bişkek, 1864 yılında Yesi ve Evliyaata, 1868 yılında da Hokand Ruslar tarafından işgâl edildi. Aynı yıl Hanlık Rusya himâyesine girerek kukla bir devlet hâline geldi. Sonrasında başlatılan bir isyan sonucu Hokand bir ara tekrar Türklerin eline geçtiyse de 1876 yılında Ruslar isyanı bastırarak Hokand’ı tekrar işgâl eder, ardından da Hanlık toprakları tamamen Rusya’ya ilhak edilir.

1915 yılında Hokand Hanlığı’nı yeniden kurabilmek amacıyla bir isyan başladı ve 1916 yılında isyan tüm Fergana’ya sıçrar. 1917 yılındaki Rus (Bolşevik – Ekim) Devrimi‘nden sonra, 9 Aralık 1917-20 Şubat 1918 arasında üç ay süren Hokand Cumhuriyeti, Ruslar tarafından ortadan kaldırılır. Hanlık toprakları üzerinde, Sovyet Devrimi sonrasında 27 Ekim 1924 tarihinde Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulur. Aynı topraklar üzerinde ve o zamanlar Özbekistan‘a bağlı bulunan Tacikistan Özerk Cumhuriyeti 1929 yılında ayrı bir devlet olarak yapılandırılır.

Türkistan’daki Hanlıklar ve Rusya’nın Bölgeyi İstilası

Cengiz Han’ın soyundan Müslümanlaşmış Moğollar tarafından Ebu’l-Hayr Han liderliğinde 1425 yılında kurulan Özbek Hanlığı 16. Yüzyıl başında bütün Orta Asya Türklerini bir araya toplamıştı. Ancak Özbek Hanı Muhammed Şeybanî’nin, Safevî hükümdarı Şah İsmail’e yenilmesi (1510) ve ülkenin işgâl edilmesi yanında Hive’nin [3] Safevî işgâlinden kurtulup istiklâlini ilan etmesi [4]  (1512) ile Özbek Devleti ikiye bölündü. Buhara merkezli Şeybanîler Hanedanı 1599 yılında sona erince Buhara merkezli Özbek devleti “Buhara Emirliği” adıyla varlığını sürdürdü. Buhara merkezli Özbek devleti (Şeybanî Devleti ve sonrasında da Buhara Emirliği) ile Hîve merkezli Hîve Hanlığı arasındaki rekabet 16. yüzyılın başından 19. Yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonuna her ikisinin de Rusya İmparatorluğu himâyesine girmesine dek devam etti.

Buhara Emirliğinde Özbeklerin çoğunlukla olmasına karşın Hîve Hanlığında Özbek ve Türkmenlerin nüfusu birbirine eşitti. Hokand Hanlığında ise durum daha farklıydı: Önceleri Özbeklerin çoğunluğu oluşturduğu oran, Rusların ve Kalmukların istilâları sonucunda Kırgızların Hokand Hanlığına katılmalarıyla değişmiş, Hokand Hanlığının askerî ve idarî bakımdan bir Kırgız Devleti hâline gelmesini sağlamıştır. Böylece Hokand Hanlığı, çoğunluğu Kırgızların oluşturduğu askerî güçle kuvvetlenmiş, kezâ Doğu Türkistan Türkleri’nin Çin saldırılarına karşı güvendikleri bir sığınak olmuştur. Bu süreçte Hokand Hanlığı ile Buhara Emirliği aralarında yaşanan rekabet münâsebetiyle Buhara Emiri Haydar Töre (1800-1826) ile Hokand hükümdarı Muhammed Ömer Han’ın (1809-1822) ayrı ayrı Osmanlı Devleti’ne bildirdikleri “biat etme ve yardım isteme yolundaki istek ve ricaları”, Orta Asya Türkleri’ni parçalanmaması için reddedilmiştir.

Hive Hanlığı’na gelince… Üç hanlıktan en geniş topraklara sahip olan bu devlet güneydoğuda Buhara Emirliğine, kuzeybatıda Hokand Hanlığına, kuzeyde de Kazaklara komşuydu. Gerek Hîve Hanlığı, gerekse de Hem bu komşu oluşları, hem de her iki hanlığın dinlerinin ortak olması sebebiyle – müsamaha – göstermeleri Kazakların, Rusların her saldırısında Hokand ve Hive topraklarına sığınmalarına, dolayısıyla da Ruslarla çatışmalarına yol açmıştır.

Buhara Han’ı Nasrullah’ın (1827-1860) bu tür tehlikeleri sezmek yerine kıskançlığını Hokand hanları üzerine çevirmesi; kardeşi Ömer Han’ı hatta kendine “sakin ve dikkatli olmasını” tavsiye eden iki İngiliz temsilciyi öldürtmesi Rusların gözlerini “huzuru temin etmek için bertaraf edilmeleri için gerekli gördükleri Hokand’a dikmelerine sebep olmuştur. Hîve Hanlığı ile Buhara Emirliği arasında olduğu gibi Buhara Emirliği ile de Hokand Hanlığı devam eden ihtilaflar Rusların Türkistan’ı istilaya yönelik emellerinin tatbikini kolaylaştırmıştır. Buhara hükümdarı Nasrullah Han, Hokand hükümdarı Muhammed Ali Han’ın (1822-1840) “Hokand’ın içişlerine karışmamaları için anlaşma yapmaları”na yönelik teklifini Buhara Emiri, Hokand ordusunun sınırda olmalarını fırsat bilerek reddeder ve Hokand ülkesine girer, başkent Hokand’ı kuşatır, Muhammed Ali Han ile yakınlarını öldürtür. Onun halefi Mahmut Han’ın (1840-1842) iki yıllık hükümdarlığının ardından çıkan Şir Ali Han (1842-1845) Hokand Hanı olur. Ali Şir Han, Buhara Emirliğinin işgâlindeki Fergana ve Hokand’ı Buharalılardan almaya çalıştı. Fakat (1800-1809 döneminde Hokand tahtında bulunan Alim Han’ın oğlu) Murat Han 1845 yılında Hokand’ı ele geçirdikten sonra Şir Ali Han’ı idam ettirdi. Fakat kendisi de tahtta ancak yedi gün kalabildi. Murad Han, Müslümankul tarafından ortadan kaldırıldı ve yerine iyi bir devlet adamı olmayan Muhammed Hüdâyâr Han [5] (1845-1858) getirildi. Bunu fırsat bilen Rusların Kazalinsk Kalesi’ni almaları, Hokand Hanlığı’ndaki Özbek, Kırgız, Kıpçak ve Kazak Türkleri’nin birbirleriyle mücâdeleye başlamaları da Muhammed Hüdâyar Han’a siyasetini değiştirtememiştir. Bu durum 1854 yılında kuzeydeki Kazak topraklarını tamamını kendisine bağlayan ve Türkistan’ın her tarafına yayılmaya başlayan Rusların işini daha da kolaylaştırdı.

Hokand ve Buhara arasındaki düşmanlık 1865 yılına kadar (Rusların Taşkenti almasına dek) devam etti. Türkistan’ın iç siyaset buhranı geçirdiği 19. Yüzyılın ortalarında, Ruslar Maverâünnehir olarak bilinen Amuderya (Ceyhun) ve Sirderya (Seyhun) arasını ele geçirmek üzere askerî harekata başladı. Rus kuvvetleri ilk önce Hokand Hanlığına saldırdı ve 1860 yılında Bişkek’i, 1864 yılında Çimkent’i işgâl etti. Rus kuvvetleri batıda Orenburg, doğuda Sibirya üzerinden olmak üzere iki kol üzerinden Türkistan içlerine ilerlemeye devam ederek 1865 yılında Hokand Hanlığına ait Taşkent’i aldı. Hokand tahtına üç defa çıkan Muhammed Hüdâyâr Han’ın üçüncü hanlık zamanında (1865-1875) iç karışıklıkların artması ve halkın memnuniyetsizliği üzerine Han, 1868 yılında yapılan bir antlaşma ile Rus hâkimiyetine boyun eğerek ülkenin kapılarını Ruslara açar. Bu anlaşma ile Hanlığa sadece Fergana Vadisi kalır.

1868 yılında tekrar askerî harekâta başlayan ve Buhara Emirliği üzerine yürüyen Rus kuvvetleri 2 Mayıs 1868 tarihinde Semerkant şehrini aldılar. Yapılan antlaşma sonucunda, Buhara Emiri 500.000 ruble tazminat ödemeyi ve Semerkand’dan Pamir’e kadar olan tüm Doğu Buhara’yı Rusya’ya bırakmayı kabul etti.

Kafkasya tarafından gelen Rus birlikleri 1869 yılında Hazar Denizi kıyısından Hive topraklarına çıktı ve burada Krasnavodsk limanını kurdular, Türkmen kıyılarını İran sınırına kadar ele geçirdiler. Krasnovodsk, Orenburg, Taşkent ve Mangışlak olmak üzere dört koldan Hive üzerine saldırdılar. Rus saldırılarına karşı koyamayan Hive Han’ı, Rusların himâyesine girmeyi kabul etti. Yapılan antlaşmaya göre, Hive Han’ı, Rusya’ya tazminat ödemeyi, Amuderya’nın sağ tarafını Rusya’ya bırakmayı, Rus tüccarlarına da ülkesinde serbest ticaret hakkı vermeyi kabul etti. Hive Hanlığını kendilerine tâbî hâle getiren Çarlık Hükûmeti 1873 yılında Buhara Emirliği ile de bir anlaşma yaparak onların da Rusya himâyesine girmesini sağladılar.  

Hokand halkı 1868 yılında imzalanan antlaşma ile ülkenin kapılarını Ruslara açan Muhammed Hüdâyar Han’a karşı 1875 yılında bir isyan başlatınca Han, Ruslar’a iltica eder ve yerine de oğlu Nâsırüddin getirilir. Bu gelişmeler üzerine Ruslar Hokand Hanlığı’nın topraklarını işgâl etmeye başlar. Ruslar, Nâsırüddin Han ile yaptıkları antlaşmaya dayanarak ülkenin bir kısmını ilhak eder. Bunun üzerine halk Polat Bey’i han ilân eder. Polat Han Ekim 1875 ayında Hokand’ı geri almayı başarır. 8 Ocak 1876 tarihinde ülkenin batısındaki Andican, Ruslar tarafından işgâl edilir; kısa bir süre sonra Polat Han Margilan’da öldürülür ve Hokand Hanlığına ait Güney Kırgızistan’daki Pamir ve Alay dağlık bölgelerindeki topraklar Rus Çarı II. Akesander’ın 19 Şubat 1876 tarihli fermanıyla Fergana eyaleti adıyla Rusya’ya ilhak edilerek Türkistan Genel Valiliğine bağlanır.

Hokand, Buhara ve Hive’yi hâkimiyetleri altına alan Ruslar, Türkmenistan’daki Türkmen bölgelerini de ele geçirmek için harekete geçtiler. 1879-1881 döneminde devam eden askerî harekât sonucu Hazar’ın doğusundaki Türkmenlerin yaşadıkları bölge de Ruslar tarafından işgâl edilince Batı Türkistan’ın tamamı Rus hâkimiyeti altına girmiş oldu. 19. yüzyıl sonuna gelindiğinde, Çarlık Rusyası, özerk yapıda bırakılmış Hive ve Buhara Hanlıkları hâriç Batı Türkistan bölgesine tamamen hâkim durumdaydı.

Kurmancan Datka’nın Gençliği ve İlk Evliliği

Tarihe mal olmuş kişiliğinin yanı sıra, sıra dışı bir hayata sahip olan Kurmancan, bugünkü Kırgızistan’ın Oş [6] şehrinin güneybatı tarafındaki bir yer olan Orke Köyü’nde 1811 yılında doğmuştur. Kurmancan, Kırgızların Munguş Boyu’nun Capalak Uruğu’ndan (soy) Mamatbay denilen bir adamın kızıdır. Kırgızlar arasında Hicrî yıla göre Ramazan ve Kurban bayramlarında doğan erkek ve kız çocuklarına Kurmanali, Kurmancan, Kurmanbek, Kurmanbay diye isim konulduğu takdirde, o çocukların mutlu ve uzun ömürlü olacağına dair bir inanış vardır. Bu sebepten kurban kesilip ölenlerin hatırlandığı Kurban Bayramında dünyaya geldiği için ona Kurmancan diye isim konulmuştur.

Kurmancan örf-âdeti bilen, saygılı ve iyi bir ailede terbiye almış, düşündüklerini hiç çekinmeden insanların yüzüne söyleyen, aklı ve zekâsı yaşıtlarından oldukça ileri namuslu bir kızdır. Kurmancan, babasının da etkisi ile İslam Dini’ne, Türk örf – adetlerine, gelenek ve göreneklerine çok bağlı olan bir ailede büyümüş, küçük yaşından itibaren kendisini iyi ifade edebilen, zekî, mücâdeleci, onuruna düşkün bir kız olarak dikkat çekmiştir. Kurmancan’ın babası Mamatbay ve yakın arkadaşı Törökul, gerek kendi aralarındaki dostluğu gerekse tâbî oldukları boyların arasındaki ilişkileri güçlendirmek maksadıyla çocuklarını küçük yaşlarda nişanlarlar. Henüz on yedi yaşında iken babasının yakın arkadaşı olan Törökul’un oğlu Kulseyit ile görücü usulüyle evlenen Kurmancan, bu evliliğinden mutlu olamamış, karakter olarak zayıf olan eşini sevememiş ve onunla gönül bağı kuramamıştır. 

Kendisinin dengi olarak görmediği eşini, evliliğinin ilk yılında terk etmeye karar veren Kurmancan, çeşitli zorlukları ve tehlikeleri göze alarak dönemin katı kanunlarına karşı direniş göstermiş ve gece gündüz yol giderek, dağlardan ve tepelerden aşarak baba evine dönmeyi başarmıştır. Türk gelenek ve göreneklerine aykırı olan bu davranışın toplum tarafından hoş görülmediğini ve cezalandırılabileceğini bildiği hâlde, kararından dönmeyen Kurmancan, bir daha kocasının yanına gitmemiştir. Ancak onun bu kararlı duruşu hayatının ileriki dönemlerine olumlu mânâda yansıyacaktır.

Soldan sağa doğru: Fransız oryantalist Paul Pelliot, Kurmancan Datka, torunu, o dönemde Rus ordusunda Fin kökenli bir subay olan (sonradan da Finlandiyalı asker, general, mareşal, devlet adamı ve cumhurbaşkanı) Albay Carl Gustaf Emil Mannerheim

Bir yiğit gibi güçlü ve akıllı olarak büyüyen Kurmancan 17 yaşındayken, görücü usulüyle, Cooş boyunun beyi Törökul’un oğlu Kul Seyit ile evlendirildi. Kocası kendisinden haylî yaşlı idi. Bu duruma tahammül edemeyen Kurmancan Hatun, bir yıl sonra kocasını terk edip, baba evine döndü. Bu hareketi ile toplumun yazılmamış dinî ve geleneksel kanunlarını bozan Kurmancan Hatun değerlerinden asla taviz vermez.

İrfan PAKSOY

Makalenin tamamını okumak için aşağıdaki linki tıklayınız:

TÜRKİSTAN’IN EFSANEVÎ KADIN KAHRAMANI, KURMANCAN DATKA

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *