Geriye dönüp hayatımıza baktığımızda ilk göreceğimiz çocukluğumuz sonra ilk gençliğimiz yaygın tabirle ergenliğimiz. Eğer oralarda sığınacak güzel anılar varsa yaşamın geri kalanında tutunacak sağlam şeyler bulma isteğimiz güçlenir ama oraları problemli yaşadıysak yaşımızın kaç olduğu fark etmez hep bir sıkıntı, sıkıcı bir duygu peşimize düşer. Aslında çok da kötü bir şey değildir bu duygu, bizi yeni şeyler keşfetmeye götürür. Farklı deneyimlere, bakış açılarına ulaştırır.
Bugün de yetişkinler için şöyle geri dönüp bakmamıızı sağlayacak, gençler için de kendilerini sorgulamaya, arayışlarına yardım etmeye yarayacak bir filmden söz etmek istiyorum. O film, Fransız yönetmen François Truffaut’ya ait. Filme geçmeden önce yönetmenden biraz söz etmekte fayda var. Truffaut, Fransız Yeni Dalga’nın öncü isimlerinden biri, film teorisyeni Andre Bazin’den etkilenerek Jean Luc Godard’ın da başını çektiği yeni bir akım ortaya koyuyorlar.
Auteur yani yazar-düşünür yönetmen bakışısını bize kazandıranlardan. Onların filmlerinde hayatın daha içindeyiz, sokaktayız, evdeyiz, yoldayız, hikâyeden bağımsız hikâyeler peşindeyiz. O zamana kadar Hollywood’a hâkim olan filmin sahibi yapımcıdır bakış açısından uzakta; başı, ortası ve sonu olan hikâyelerin uzağındayız. Filmlerin artık bir teorisi var, sanat sinemasının başladığı yerdeyiz. Kendilerinden önce birkaç örnek olsa da teknikte ve teori de Yeni Dalga ile hayatımıza bir çok yenilik giriyor. Truffaut da bu yeniliğe yazdığı film eleştirileri ve çektiği filmlerle büyük katkı sağlayan isimlerden birisi.
Burada bahsetmek istediğim film, 400 Darbe, serserilik etmek, okulu kırmak gibi anlamlara geliyor. Yönetmenin otobiyografik filmlerinden biri. Truffaut’nun hayatından kesitleri içeriyor film. Antoine Doinel (Jean-Pierre Léaud) filmin baş kahramanı,12 yaşında bir çocuk. Eğitim gördüğü okulda baskıcı bir sistem var. Öğretmenler ruhsuz ve öğrenciye sevgiyle yaklaşmanın ötesinde katı, otoriter. Antoine bu tabloda başarılı olmak istese bile fark edilmeyecek. Hatta filmin bir yerinde bir kompozisyon dersinde Balzac’tan alıntı yapıyor, öğretmen bunu çalıntı olarak görüyor. Evde ise durum okuldan beter ilgisiz bir anne ve baba var. Her fırsatta evde istenmediği ve fazlalık/yük olduğu duygusu hissettiriliyor çocuğa.
Antoine’in babası gerçek babası değil, annesinin daha önceki bir birlikteliğinden dünyaya gelmiş. Antoine hırsızlık yapıp hapse düştüğünde de karşımıza çıkan devlet acımasız ve gerçeklerden uzak. Aile, toplum, devlet Antoine’ın dünyasından bir haber onu anlamaya ve onunla sevgi yoluyla bir barış yapmaya açık değil. Bunun karşılığı olarak çocuk çıkışı, okuldan kaçmakta, aileden kaçmakta buluyor. Antoine’ın mutlu olduğu tek yer arkadaşıyla okuldan kaçıp sinemaya gittiği zamanlar bir de ailenin birbirine en çok yaklaştığı ve sinemaya gittikleri gün. Onun dışında kendini bu sıkışmışlıkta mutlu edebileceği bir an yok. Bir de bir hayali var; bir gün denizi görmek. Antoine’ı bu baskı altında ve sevgisizlik çemberindeki ortamda hep bir kaçış yolu ararken görüyoruz.
İlk gençlik yıllarındaki çözümsüzlüğe karşı duruş da bu değil midir zaten, yeni ve bilinmeyen bir hayata kaçmak. Adına özgürlüğe kaçmak diyelim. Ne olarak tanımlarsak tanımlayalım bir değişim isteğine kaçış, kendini var etme denemesidir bu. Ve filmin belki de en etkileyici sahnesi Antoine’ın ıslah evinden kaçtığı sahnedir. Tek ve uzun bir planda çekilen sahnede kahramanımız dakikalarca koşar, koşar ve sonunda denize ulaşır. Onu boğan, dünyasını yaşanmaz kılan her şey ve herkes artık geri dönülmeyecek uzaklıkta kalmıştır. Filmde sadece bir yerde geçen denizi görme arzusuna da kavuşmuştur. Son sahnede ise o zamana kadar filmlerde yapılmayan bir olay karşımıza çıkar; çocuk kameraya bakar yani bize. Filmin bittiği yerden geriye dönüp, ilk gençliğinize, kaçmak ya da içinde kalıp mutlu olmak istediğiniz yere dönebilirsiniz.
Zeynep KARACA
Son Yorumlar