Bisiklet Hırsızları: Hırsızlık Tercih Mi, Zorunluluk Mu?

İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı’da sosyal hayat büyük bir buhran ve sarsıntı yaşadı. Savaşın izleri insanların hayatında; yokluk, yoksulluk gibi büyük yaralar açtı. Bu durum sosyal hayatta kendini ciddi bir şekilde ortaya koyarken, sanata da bunun yansımaları oldu. Edebiyatta Varoluşculuk akımı yerini aldı. Ve artık bu dünyaya fırlatıldığını düşünen insanların sayısı hızla artı. Bunlar yazılan metinlere yansıdı. Resimde de Soyut Ekspresyonizm (Soyut Dışavurumculuk) ortaya çıktı. Bu sanatlarda savaş sonrası hayatları alt-üst olan insanların, yaşamı daha başka yollarla ele alış biçimleri yer aldı.

Bu savaş sonrası ağır dramdan etkilenen sanatlardan biri de hiç şüphesiz ki sinema oldu. Filmler artık, sokakta ve ötekileştirilmiş insanların dünyasından anlam bulmaya başladı. Bu anlam arayışının biri de bugün kült filmler kategorisinde yer alan Bisiklet Hırsızları (Ladri di biciclette, 1948). Yönetmeni Vittorio De Sica. De Sica yoksul bir ailede büyüdü ve zorluklar içinde geçen bir hayatı oldu. Bunun izlerini filmlerinde de görmek mümkün. Bisiklet Hırsızları’na geçmeden önce İtalyan Yeni Dalga hakkında birkaç söz söyleyelim.

1945-52 yılları arası etkin olan bu akımın başını çeken yönetmen Roberto Rossellini’dir. Rossellini’nin Roma Açık Şehir filmi akımın öncü filmleri arasında yer alır. Akımın diğer yönetmenleri şunlardır: Federico Fellini, Vittorio De Sica, Roberto Rossellini, Luchino Visconti, Pietro Germi. İtalyan Yeni Dalga’nın fimlerinde; savaş sonrası ortaya çıkan buhranlar içindeki toplumdur. Bu toplumun ahlaki değerleri alt-üst olmuştur, işsizlik ve yoksulluk hayatı yaşanmaz kılmıştır. Kahramanları da normal hayatın içinden insanlardır.

Filmin konusuna gelecek olursak; fakir bir baba ve oğlun ağır dramı… İşsiz olan Antonia, uzun uğraşlarının sonunda bir iş bulur ve bisikletle dolaşıp duvarlara afiş asacaktır. Yalnız baba ilk iş günü bisikletini çaldırır. Hırsızı bulmak için sokaklarda dolaşan baba-oğul İtalya’nın içler acısı durumunu da ortaya koyar. Arayışın yapıldığı sokaklar açlık ve sefaletle doludur.

Filmde belki de tartışılabilecek sahnelerden biri, kendi bisikletini bulamayınca, bisiklet çalmaya karar veren babanın durumudur. Hırsızlık gönüllü yapılan bir suç mudur yoksa şartların dayattığı mecburiyet midir? Eğer şartlar yeteri kadar olumsuzsa iyi, onurlu bir baba da hırsızlık yapacaktır. Bu belki de çok eskiden beri tartışılan bir sorunun sorgulanma sebebi.

İnsanlar toplumun gayri ahlaki bulduğu eylemleri zevk ya da meslek edindiği için mi yaparlar yoksa yaşam şartları, devlet yönetimi insanı bu yolu seçmeye mi itmiştir? Film boyunca babanın yoksulluğu ve ona eşlik eden oğulun dramına şahit olunca bu durumda olsam ben de hırsız olmayı mı seçerdim, onurumla aç kalmayı mı sorgulaması yapıyor insan. Bu film elbette sinemasever bir çok insanın başyapıtı, kendinden sonra çekilecek filmlere de örnek teşkil etmiştir. Türkiye’de de geçtiğimiz yıllarda vizyona giren Yavuz Turgul’un Yol Ayrımı filminde söz ediliyordu. Kapitalizm ve sosyalizm arasında geçen filmde kahramanın en sevdiği film Bisiklet Hırsızları idi. 

Zeynep KARACA

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir