Emin Alper’in Kurak Günleri’ni izlemek için yola çıktığımda, yağmur yağıyordu. Teşvikiye Caddesi boyunca yürürken böyle bir günde daha iç açıcı bir filme gidilebilirdi diye düşünmeye başladım. Sonra yol boyunca aklıma düşenlerden biri de şu oldu: Bela Tarr yağmur için şu minvalde bir cümle kuruyor; yağmur benim filmlerimde çamurdur, Tarkovski filmlerinde rahmet olur. Bir de aklımda birkaç dize var İsmet Özel’e ait olan “sen ve yağmur, başa dönemezsiniz” ve Sezai Karakoç’a ait olan “iyi ki bilmiyor kalabalıklar yağmura bakmayı cam arkasından, insandan insana şükür ki fark var” ben daha çok cadde boyunca insandan insana oluşan farkı yağmur eşliğinde anlamaya çalıştım diyebilirim. Sonra film başlıyor ve kocaman bir obruğun başında duran savcı ve hakimin birkaç cümlesine tanık oluyoruz. Savcının obruk için korkunç kelimesini kullanması sonunda filmin özet kelimesine dönüşüyor ama sanırım burası için cümle kurmaya ihtiyaç var.
Burada biraz yönetmen bakışı ve taşra algısı üzerine söz almak isterim. Bunun sadece Emin Alper’de ortaya çıkan bir sorun olduğunu düşünmemekle birlikte, sorunlu ya da çarpık diyebileceğimiz o etkiyi filmde de hissetmek mümkün. Taşramız, Anadolumuz İstanbul’dan bakan biri için her zaman eğitilmeye değer görülen ve bir tür doğasında, ilişki biçiminde vahşet yaratmaya açık olan bir dünya. Oranın gerçekliğinin dinle ve muhafazakârlıkla örülü yapısı sanki bütün insani olmayan yaşam şeklinin de ortaya çıktığı alan. Ben bunun üstenci ve İstanbul merkezli kendini abartan hatta kibirli bir bakışın parçası olduğuna inanıyorum. Ve bunun üzerine cümle kurmayı deneyen kişilerin şimdi sizi biraz eğitelim tarzı yaklaşımı da oranın gerçeğinin aslında olduğundan çok üstenci bakışın kendi algısının parçalanamaz bir bütünü gibi. Bununla birlikte taşradaki hayatı kutsayan ve oraya ekmek kadar aziz anlamlara boğan bakış açılarını görmek de mümkün. Burayı belki, kendi gerçekliğinden koparmadan yeni oluş şeklinin ne olduğu üzerine anlamaya çalışmak en sağlıklısı. Bu açıdan taşrayla ilgilen birçok yönetmende olduğu gibi Emin Alper’in dünyasında da taşra insanlık tarihi boyunca medeniyetle tanışamamış barbar yapısını görmek güç değil. İtiraz etmekten çok, yönetmenlerin artık taşraya bakarken yeni arayışlar peşinde olması gerektiğini düşünüyorum.
Filme dönersek, savcının gözümüze sokulmaya çalışılan politik duruşunun ne olduğunu tam olarak anlayamıyoruz. Sadece hukuk devletine sıkı sıkı bağlı olduğu vurgusunu yapan biri. Üstelik bu hukuk devletini var kılmaya çalışırken çok da zorlandığına şahit olmuyoruz. İçinde kendisinin de yer aldığını bildiğimiz tecavüz olayında Ankara’nın belgeyi sonuçlandırmadan göndermiş olması dışında sorun yok. Belediye başkanıyla da gerçekten politik bir gerekçeyle mi ayrı düşüyorlar yoksa oranın kendi dinamikleri içinde erkler ayrımı mı anlayamıyoruz. Film bir noktadan sonra hep şöyle size bir konu açtım, devamını tamamlayın. Bütünde ne anlamam gerektiğini ben fikir, görüntü, ses olarak bulamadığım için evrenini genel olarak yapay buldum. Mesela Çingene kadının tecavüze uğraması film adıyla söylersek; pekmez. Burada kadının dengesiz olması bir tercih sebebi olabilir ama şu şekilde itiraz etmek istiyorum, bu ülkede kadınlar engelli ya da aptal oldukları için tacize ya da tecavüze maruz kalmıyorlar, gayet bilgili, algıları normal olan birçok kadın bu olayların mağduru olarak aramızda yaşıyor. Bunun kadının başına birden çok gelmiş olası üzerine yine taşraya dair korkunç algımız perçinleniyor. Geriye taşranın sanırım tek iyi insanı olarak gazeteci kalıyor. Burada da şöyle sorunlu yanlar var; savcı ve gazetecinin kimliklerinin homoseksüel olduklarını en başından biliyoruz. Adeta cehennemde iki melek algısı veriliyor ama bu ne kadar haklı bir algı. Gazetecinin zaten yıllarca orada yaşadığı gerçeği görmezden geliniyor ve üzerine dram, yaşadı ama hangi aşağılanmalara karşı. Hangi aşağılanma bilmiyoruz sadece adı çıkmış hakarete maruz kalmış. Dünyanın, ülkenin gerçeği ve taşranın gerçeği etrafında nesnel olarak bakmaya çalışırsak; kendinden olmayan hangi unsur bu tür ithamların dışında orada varlık gösterebilir.
İnsana dair olan kamusal alanda birinin kimliğinden olayı dışlandığını göstermenin daha gerçekçi yolları aranabilirdi. Sonunda savcı ve gazetecinin gayri ahlaki bulunup taşradan kovulmaları karşısında, işte taşra bu; tecavüzcüyü, kirli siyasi ilişkileri olanı bağrında taşıyor ama homoseksüellere tahammülü yok diyerek alkış bekliyor. Evet alkışlayalım ama neyi? Filmden tam olarak neyi öğrenmiş ya da görmüş, hissetmiş, bilmiş olarak çıktık ki. Birçok kişiyi tatmin eden bir film gibi göründüğü için, eksik yanlarına dair bir şeyler ifade etmeye çalışmak uğraşı havada kalabilir. Ama Emin Alper’in filmografisi bağlamında düşündüğümde en zayıf ve olmamış filmi gibi duruyor. Bir film çok şey söylemek ya da göstermek iddiasında olmak zorunda değil ama yönetmen bu iddia üzerine kuruyor filmi sanırım bunu da bize biraz göstermeli ve kanıtlamalıydı diye düşünüyorum.
Zeynep KARACA
Son Yorumlar