Göç, göç yolları ve göçe sebep olan olgular her zaman insan hikâyesi anlamında malzemesi bol anlatılardır.
Bir kimsenin herhangi bir zorunluluk nedeniyle vatanını terk etmek zorunda kalması; insanlık tarihinin kırılma noktalarından biridir aslında. Günümüzde de doğudan batıya doğru hareket eden mültecilerin varlığı, göç etmek zorunda kalmaları… Başlıca savaş olmak üzere; birçok sebepten vatanlarını terk etmek zorundalar. Kim durup dururken vatanını, doğduğu yeri, çocukluğunu, hatıralarını terketmek ister ki?!
Göçlerin zorluğu, mültecilerin iç parçalayıcı yolculukları, acılar, dramlar şiir, roman, sinema gibi sanat dallarına ilham oluyor. birçok eser meydana getiriliyor. Etkileyici, sürükleyici… Aki Kaurismäki‘nin en son (Umudun Öteki Yüzü) filmi gibi göç trajedisini gündeme alan filmler var. Dünya genelinde bir göç edebiyatından bahsetmek de mümkün. Hikâyesi insan olan yazınsal türlerin belki de en dramatik olanı.
Bir insanın devletler arası savaş sonucu vatan bildiği yeri terk etmesi… Bu, bizim de yabancısı olduğumuz bir konu değil. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle sınırları değişti. Ve burada yüzyıllarca yaşamış olan, Rumlar, Ermeniler buralardan gitti. Aynı şekilde Balkanlar’da, Kafkaslar’da yaşayan Türkler de yaşadıkları yerleri terketmek zorunda kaldılar. Hem de tarifi imkânsız acılarla.
Uzak Ülke filmi göç olayına daha yakından bakmaya çalışıyor. Mübadele sonucu Trabzon’dan göç etmek zorunda kalan Rumlar’ı anlatıyor. Filmin Yönetmeni Kubilay Erkan Yazıcı. Göç filmini üçleme şeklinde düşünen Yazıcı, Uzak Ülke ile üçlemenin ilk filmini yapmış oldu. İstanbul Film Festivali’nde de gösterilen Uzak Ülke yurt dışında da çeşitli ödüller aldı.
Filmde Paris isimli Pontus Rum’u bir çocuk, kampta kalmaktadır. Babası mübadele kararını duyunca intihar eder. Başka yerde ölmek istememektedir. Annesi ile bir kızılhaç kampına yerleştirilen Paris, annesinin bir askerle ilişki yaşaması yüzünden kamptan kaçar. Amacı babasının annesi için yaptığı bir hediyeyi evden alarak annesine vermek ve babasını hatırlatmaktır. Kampa döndüğünde mübadillerin gittiğini ve kampın boşaldığını görür. Başka bir geminin gelmesini ve kendisini kamptan almasını beklemek dışında yapacağı bir şey yoktur. Kampta Binbaşı Osman dışında kalacağı kimse yoktur. Binbaşı ile kalmak zorundadır. Binbaşı Osman İzmir’e ilk giren askeri birliğin komutanıdır. Ama yeni rejim tarafından dışlanmış ve cezalandırılmıştır. Padişahın düşman olarak gösterilmesini kabul etmemektedir. Çeşitli cezalardan sonra bu kampta adeta Paris’in bekçiliğini yapmakla görevlendirilmiş gibidir. Film bu ikilinin kampta geçirdiği süreye odaklanmaktadır. Bu ikilinin yakınlaşmaları, birbirleriyle dost olmaları anlatılıyor. Sinematografik olarak çok iyi görüntülere sahip olan film; iki insanın arasındaki ilişkiyi küçük bir alanda yoğunlaşarak sunuyor. Filmin belki de en dikkat çeken yanı; bu ilişkinin kendini drama teslim etmemesi. Sade bir bütünlük içinde sunulması.
Filmde Paris ile Binbaşı Osman’ın ilişkisi; zaman zaman gergin anlardan geçiyor ve bir süre sonra birbirlerini besleyen bir yöne evriliyor. Yalnız hem Binbaşı’nın konuşmaları hem de Paris’in ilk başlardaki gergin hali, eline geçen her şeyi fırlatması filmin doğal akışını bozuyor. biraz zorlama olmuş. Mübadele, göç gibi büyük bir trajedinin yanında bu ikilinin durumları örtüşmüyor.
Filmin etkileyici sahnelerinden biri kuleden kuleye Paris ve Binbaşı Osman arasında geçen konuşma sırasında yapılan ışık gösterisi. İkisi arasındaki sona gönderme yapan iki kişinin kaderi arasındaki bir birliktelik.
Sonunda ise, Paris’in canı pahasına koruduğu bohçasını Binbaşı Osman’a bırakması iki insanın farklı inanç ve kültürde de olsa birbirlerine yakınlaşmanın tezahürü.
30 Temmuz’da gösterime giren Uzak Ülke 70 sinemada ve yaklaşık 50 şehirde gösterimde. Hikâye ve görsellikle kendini ortaya koyan film, görülmeye değer.
Zeynep KARACA
Son Yorumlar