Çelik: ” Turuncunun Kıvamı Romanımda Canlılık Daha Önde. Canlılık ve Dirim…”

Yakın zamanlarda “Turuncunun Kıvamı adlı romanınız yayımlandı. Hayırlı olsun, okuru bol olsun. Romanınız gerek üslup gerekse de içerik açısından gayet dikkat çekici. Aynı zamanda son dönemlerdeki romanlara göre oldukça farklı, okunması zor ve dikkat gerektiren bir kitap. Kitabın herkesin aklında kalabilecek bir hikâyesi yok gibi görünüyor. Anladığım kadarıyla bu, bilinçli bir tercih. Neredeyse konusuz bir kitap yazmadaki amacınız neydi? Kitabınızın üslubu ve içeriği hakkında neler söylersiniz?

Romanın bir hikâyesi var, romanın başkişisini bugünüyle ve geçmişiyle tanıyor, neler yaşadığını öğreniyoruz. Beri yandan, onun iç hikâyesi, iç dünyasında neler olup bittiği; dışarıda, dış dünyada neler yaşadığı veya vaktiyle yaşadıkları kadar önemli. Romanın aksiyonlu, avantür bir olay örgüsü yok, bunu kabul ederim, ama roman kişisinin iç dünyası hiç hareketsiz değil, inişlerle çıkışlarla dolu.

İç dünyalarımızdaki karmaşalar, çatışmalar benim hep ilgimi çekmiştir, yazarken bunları takip etmeyi seviyor ve istiyorum. Bu kez de öyle oldu, otuz beş yaşlarında bir kadın roman kahramanının iç dünyasını görmeye, anlamaya çalıştım.

İç dünyamız dümdüz değil, engebeler var, tıkanan yollar, kısayollar, çıkışsız döngüler… Dolayısıyla iç dünyaya odaklanan bir edebiyat yapıtının anlatımının da dümdüz olmaması gerektiğini düşündüm. Daha doğrusu romanı yazarken metin bu şekilde ilerledi. Olay örgüsüyle, aksiyonuyla öne çıkacak, özetlenebilecek bir metin kurmak yerine, metnin ritminin, akışının, ahenginin olaylar kadar bize bir şeyler anlattığı bir metnin peşinden gitmeye çalıştım.

Edebiyatta turuncu renk canlılık, şehvet, merak, mutluluk, hevesli olmak… gibi anlamlara geliyor. Başkahramanınıza “Arzu” adını vermenizin turuncunun anlamlarıyla bir ilgisi var mı? Romanda siyah-beyaz dışındaki diğer renklerle ilgili herhangi bir kodlama yapılmazken turuncunun bu denli öne çıkarılmasının gerekçesi nedir? Kaldı ki bizim kültürümüzde turuncu rengi, -en fazla- Akdeniz’in portakal bahçelerini ve güneşi çağrıştırır.

Turuncu rengin bu anlamlara geldiğinden haberim yok doğrusu. Turuncunun romanda öne çıkması Arzu’nun çocukluğundan ve gençliğinden unutmadığı, etkisi süren iki anısıyla ilgili. Özellikle birinde adını koyması, tarif edilmesi zor bir deneyim, yoğun bir duyumsama yaşıyor, sonrasında, hatta daha yaşarken “turunculuk” diye kodluyor yaşadığını.

Bununla kastetmeye çalıştığı en çok canlılıkla, dirimle ilgili bir şeyler; bu yüzden sorunuzun başında sıraladığınız kavramlardan ilki, canlılık daha önde. Beri yandan, kahramanın ismini seçerken henüz romanda turunculuk bahsini yazmamıştım, bunu belirtmek isterim. Belki de bu ismi seçtiğim için hikâye o yönde ilerlemiş olabilir, bunun yanıtı bende tam olarak yok.

Kitapta Türk edebiyatında örneklerine pek sık rastlamadığımız monolog tekniği ağır basıyor. Başkahramanın kadın olduğu göz önüne alınırsa bu kurgunun, günümüz kentli kadınlarının yaşadıklarıyla bir ilgisi var mı?

Monolog tekniği o kadar az değildir aslında edebiyatımızda. Kaldı ki romanda üç ayrı anlatıcı var, Arzu’nun ve Kenan’ın ağzından takip ettiğimiz gibi, bir dış anlatıcı da var. Ayrıca Arzu’yla Kenan’ın diyalogları da az değil romanda. İç konuşmanın önde olması önceki sorularınızdan birini yanıtlarken ifade etmeye çalıştığım gibi iç dünyadaki hareketi takip etmek istememle ilgili.

Romandaki yan kahramanlardan biri, Arzu’nun arkadaşı Suna da “günümüz kentli kadınlarından”, ama o dışa dönük, sürekli başkalarıyla konuşuyor. Dolayısıyla “günümüz kentli kadını” diye tek bir yaşam tarzı ya da var olma, kendini var etme yahut ifade etme biçimi yok. Beri yandan romanda nispeten az da olsa Kenan’ın ağzından takip ettiğimiz pasajlarda da iç konuşma var.

Romanın bazı yerlerinde kahramanları şiir hakkında tartıştırıyorsunuz. Bu tartışmalardaki görüşler de yabana atılmayacak cinsten. Bu paragraflarda şiire uzak olmadığınız anlaşılıyor. Buradan hareketle sormak istiyorum: Şiirle alakanız nasıl? şiir yazıyor musunuz? En önemlisi de bu türden spesifik bilgilerin romanda kullanılması hakkında neler düşünüyorsunuz?

En az otuz yıldır şiir olduğunu düşündüğüm bir şey yazmadım. Otuz yıl önce tek tük karaladıklarımdan da yayımladığım olmadı. Şiir okumayı severim, ancak güncel şiiri yakından takip ettiğimi söyleyemem. Romanın iki kahramanının şiir tartışmaları, şiir konusundaki kendi düşüncelerimi, spesifik fikirlerimi aktarmak için değildi. Arzu’nun fikirlerinin hepsine katıldığımı da söyleyemem zaten.

Arzu’yla Kenan’ın ortak yönleri edebiyatın hayatlarında vaktiyle çok önemli yer tutmuş olması ve halen de hayatlarının baş köşelerinden birinde bulunması, ancak birbirlerinden oldukça farklı iki kişi onlar. Şiir konusunda ayrıldıkları noktalar onların kişiliklerinin de ayrı yönleriyle ilgili. Belirsizlik karşısında nasıl bir tutum alınacağı konusunda mesela ayrılıyorlar, bu hayatlarıyla olduğu kadar şiirde ne aradıklarıyla da ilgili.

Malum son yıllarda edebiyat, örneklerini daha çok post-modern öykü ve romanlarda gördüğümüz, âdeta tiyatroda kostüm, ışık dekor ya da diğer yardımcı materyallerin olmadığı loş bir sahnede tek kişilik gösteri sunan oyuncunun anlattığı gibi, kimi kurmaca eserler de zaman, mekân, şahıs kadrosu hatta olay unsurlarının olmadığı bir yalın söyleyişe evriliyor. “Turuncunun Kıvamında da bu türden bir üslup kullanılmış. Daha önce okuduğum “Soluk Bir An” adlı romanınızda her ne kadar psikolojik gerilim unsurları kullanılmış olsa da bu denli flu görüntüler yoktu. Demem o ki, “Turuncunun Kıvamısizin edebi maceranızda yeni bir dönemin habercisi mi? Yoksa sadece bu kitaba özgü deneysel bir çalışma mı?

Sözünü ettiğiniz üslup ve teknikler, bana sorarsanız, postmodern edebiyattan önce ve daha çok modernist edebiyatta yeğlenmiştir. Kaldı ki zaman ve mekân unsurlarının Turuncunun Kıvamı’nda önemli ve ağırlıklı yeri olduğunu düşünüyorum. Söylediğiniz gibi “flu” görüntüler varsa, bu “zamanın ve mekânın” flu olmasından, ele avuca kolayca gelip kolayca tanımlanabilir olmamasından. Arzu’nun ve Kenan’ın iç dünyalarındaki gerilimin Soluk Bir An’ın kahramanı Taner’in gerilimlerinden aşağı kaldığını da zannetmiyorum.

Bu romanın öncekilerden çok ayrık bir yerde ve deneysel bir çalışma olduğundan da emin değilim. Benim bunu takdir etmem ne kadar doğru olabilir bilemiyorum, kişi yapmaya çalıştığı şeyi yaptığını düşünmeye eğilimlidir çünkü, ancak önceki roman hatta öykülerimle bir süreklilik çizgisi içerisinde olduğunu zannediyorum bu romanın. Elbette farklı yanlar var, anlatım daha önde, ama öncekiler de salt olay örgüsünden ibaret metinler değildi.

Romandaki başkahraman Arzu’nun sürekli feyz aldığı ve ona benzemeye çalıştığı annesinin arkadaşı Yelda var. Muhakkak ki gerek Yelda gerekse Arzu sıradan tip olmaktan karaktere dönüşmüş kişiler. Yelda’nın tipten karaktere evrilme macerasını bilmiyoruz ama Arzu’nun karakter hüviyeti kazanmasını örnekleriyle uzun uzun açıklıyorsunuz. Dolayısıyla “Turuncunun Kıvamının bildirisi için bir kadının tekamülü diyebilir miyiz?

Arzu, tanımlanmaya, sınıflandırmalara kapatılmaya itiraz eden biri. Ablası başkalarıyla beraber onu da içine kattığı bir “siz”den söz edince isyan eder mesela. Dolayısıyla kendi hikâyesinin “kadının tekamülü” olarak tanımlanmasına da itiraz edecektir. “Arzu’nun hikâyesi” demekle yetinirdi. Arzu’nun gençliğinde, kişiliğinin belirmeye oluşmaya başladığı çağlarında çevresinde aralarında annesi ve ablasının da bulunduğu birçok kadın var, ama onlara değil de Yelda’ya yakın hissediyor kendisini. Bunun nedeni öbür kadınlarda gördüğü bir şeyin, kapanlara sıkışıp kalmışlık duygusunun Yelda’da olmaması. Ondan feyz almıyor, hele ki sürekli olarak bir feyz aldığı hiç söylenemez. Zamanında Yelda’nın varlığı ve tutumları, farklı da olunabileceğinin örneği olarak yoluna bir ışık düşürmüş. Sonrası kendi hikâyesi Arzu’nun.

Şu an yazdığınız ya da yazmayı düşündüğünüz bir roman ya da öykü kitabı var mı? Nelerle uğraşıyorsunuz bu aralar? Bahseder misiniz?

K24 kitap kritik sitesinde düzenli olarak kitap yazıları yazıyorum, bunu sürdürmek istiyorum, sürdürmeye çalışıyorum. Bu yazılar bana çok şey katıyor. Okuduğum kitaplar üzerine dikkatle düşünmeme, çalışmama neden oluyor, bu yönde çaba harcamanın, emek verip çalışmanın edebiyattan, okumaktan aldığım tadı, hazzı çoğalttığını, çeşitlendirdiğini düşünüyorum.

Başkalarının metinlerine bu denli odaklanmak teknik konularda da algımı etkiliyor, dolaylı olarak yazdığım metinler üzerinde de etkisi vardır diye tahmin ediyorum. Bu sıralarda okumak yazmaktan daha ön planda benim için, diyebilirim.

Genç romancılara, roman ya da öykü yazmaya hevesli insanlara tavsiyeleriniz var mı? Neler söylersiniz?

Hep söylenegelen şeylerden farklı bir şey söyleyebileceğimi zannetmiyorum. Okumak, birbirinden farklı tarzlarda kitaplar, metinler okumak… Bize çok yakın gelmeyen tarzlardaki, bizi okurken yoran kitapları da okumak önemli. Farklı tarzları, teknikleri kavramaya, anlamaya çalışmak.

Bir metni bugüne kadar oluşmuş edebiyat algımız çerçevesinde kalarak değerlendirmek yerine, o metnin neden farklı olduğunu, yazarın misal neden bu tekniği yeğlediğini, bu tekniğin metne neler kattığını görmeye, anlamaya çalışarak okumak. Bizimkinden farklı edebiyat anlayışlarına kapalı olmamak. Okuduklarımızın çeşitlenmesi edebiyat algımızı zenginleştirir. Şu ana kadar oluşmuş edebi anlayışımıza kısılıp kalmayız böylece. Bizim yaratıcılığımız da bileylenir, yenilenir bu sayede.

Son olarak neler söylersiniz? 

İlginiz için çok teşekkür ederim.

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir