“Tenirşek Adem” adıyla bir öykü kitabınız yayımlandı. Dileriz okuru bol olur. Kitabınızın ilginç bir adı var. Neden “Tenirşek Adem” adını verdiniz kitabınıza?
İyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Tenirşek Adem “Ayarsız” öyküsünde, sadece ismi geçen bir karakter. Öyküye hiçbir etkisi yok. Bu ismi seçmemin tabi ki özel bir sebebi var. Acısıyla tatlısıyla bütün insanların bir hikâyesi var. Ama malumunuz herkesin hikâyesi yazılamıyor. Tabi ki “Tenirşek Adem”in de bir hikâyesi var ve ben bu hikayeyi biliyorum ama onun hikâyesini yazmadım. “Tenirşek Adem” hikâyesi yazılmayan çoğunluğu temsil ediyor. Bir su birikintisinin oluşması için milyonlarca damla lazım. Ama herkes üzerinde yüzen kuğuları izliyor. İşte Tenirşek Adem o su damlalardan biri. Hikâyesi hiçbir zaman yazılmayacak olanlardan. Tıpkı benim gibi, tıpkı bu yazıyı okuyacak çoğunluk gibi. Bu kitap hikâyesi hiçbir zaman bilinmeyecek olanlar için yazıldı.
Özellikle kitabınızın ilk iki öyküsü “Üç Elli” ve “Ayarsız”ı okurken sanki bir masal, destan okuyor gibiyiz. Coşkun, büyülü bir dil… Masallar hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizi etkileyen masal var mı?
Her çocuk masal sever. Ama bizim masal sevmekten başka şansımız yoktu. Zira televizyonun bile geç ulaştığı bölgelerde büyüdük. Masallarda hayal gücü sınırsızdır. Yarattığı büyülü ortamda her şey anlatıcının inisiyatifine kalmıştır. Büyüklerimizden öğrendiğimiz masalları istediğimiz gibi süsleyerek arkadaşlarımıza anlatırdık. Çünkü anlattığımız masallar için yazılı bir kaynak yoktu. Masal anlatma isteğim o zamanlardan kalma. Beni etkileyen bir sürü masal var ama o masallar kitaplarda yok.
“Üç Elli” öykünüzü okurken Mevlana ve Mesnevisi geldi aklıma çokça. Mesnevi okur musunuz?
Tıp Fakültesi’nin üzerine Felsefe eğitimi de aldığım için doğal olarak Mevlana ve Mesnevi hakkında pek çok okuma yaptım. Ama ilgimin yoğunlaştığı bir alan olduğunu söyleyemem. Antik Yunan felsefesi ve mitoloji daha çok ilgimi çekiyor. Esas ilgilendiğim ve öykülerimi üzerine inşa etmeye çalıştığım felsefi akım ise varoluşçuluk.
Genelde öykülerinize ironik bir dil hâkim. Birçok öykünüzde Üç Elli, Mülakatta, Voodoo, Coitus İnterruptus…- cinselliği de ele alıyorsunuz. Malum her türlü duyguyu özellikle de cinselliği kapalı, baskı altına alınmış, abartılmış tarzda yaşayan bir toplumuz. Öykülerinizde cinselliğe yer vermeniz, cinsellik çağrıştıran göndermeleriniz hakkında neler söylersiniz? Bunun malum toplumsal yapımızla ilgisi var mı?

İroninin okuyucuyu metne dahil ettiğini düşünüyorum. Bence yazarın yaptığı çeşitli oyunların okur tarafından anlaşılması bu ikili arasında bir bağ kuruyor. Cinsellik konusuna gelince: İnsan doğar, yaşar ve ölür. Atılmış olduğu bu dünyada bir motivasyona ihtiyacı vardır. Zaten sonunun ne zaman olduğunu bilmediği bu hayattan hazzı çıkarırsanız yaşamanın çok da bir anlamı kalmaz. Var olmanın ilk şartı da doğmaktır ki bunun için de birilerinin seks yapmış olması gerekir. Cinsellik öykülere çok sık konu edilmez. Ama bence insan hayatını en çok yönlendiren güdü cinselliktir. Cinsel ihtiyaçlar insan için çok güçlü motivasyon kaynağıdır. İnsanlar cinsellik için pek çok şey yapar ama bunlara başka kılıflar bulurlar.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde insanın nefes alması, beslenmesi ve barınmasından hemen sonra gelir. Dini inanışlarda bile iyi insan olmanın karşılığı cinsellikle ödüllendirilmedir. Yani karnını doyurabilen ve yatacak sıcak yeri olan herkesin aklının bir köşesinde durur. Ama birey toplumsal baskılar sonucu hiç yokmuş davranmak zorundadır. Nasıl hiç tuvalete gitmiyormuş gibi yapamıyorsak, cinsel yaşam da yokmuş gibi yaşayamayız. Böyle davranan bir toplum olmanın sorunlu yan etkileriyle her gün karşılaşıyoruz. Yalnız öyküde cinsellik derken kastettiğim şey kesinlikle erotizm değil. Tabi ki bu tarz şeyler yazanlar da olabilir ama cinsellik gerçeği erotizmden çok farklı bir konudur.
Çok ilginç öykü başlıklarınız var. İronik, komik aynı zamanda düşündürücü… Ayarsız, Coitus İnterruptus, Voodoo, Kayıp Ölü, NBA, Dil Kalır, Bolero… Öykü başlıklarını koyarken neler düşünüyorsunuz, herhangi bir kuralınız var mı?
Öykülerime başlık bulmak konusunda pek zorlanmam. Genelde öykülerim başlığıyla birlikte gelir. Vurucu ve hikâyeye anlam katan hatta anlamı destekleyen başlıklar seçmeye çalışırım. Bolero ve Coitus İnterruptus gibi başlıklar aslında öyküyü tamamladığını ve öykünün anlaşılırlığını arttırdığını düşünüyorum.
Öykülerinizde cıncık, üleşme, uşak, takım taklavat, bilabar, zıbık gibi sık kullanılmayan yöresel sözcüklere ve “tırsma oğlum”, “harama uçkur çözmemek”, “kabız mı oldun?”, “bak zilliye…” gibi sokak dili ve argo cümleler de kullanıyorsunuz. Neler söylersiniz bu hususta?
Şive kutsaldır. Her yörenin şivesine saygı duyulması gerekir. Sık kullanılmasa da bazı kelimelerin yaşaması lazım. Çok az kelime ile konuşan günümüz insanına bazı kelimeler hatırlatılmalı bence. Argo ise her gün durakta beklerken, ekmek alırken, hastanede, postanede duyduğumuz kelimeler. Yine çoğunluğun konuştuğu ama yokmuş gibi yaptığı kelimeler. Bizim gerçeğimiz.
Öykülerinizde anlatıcılar değişiyor. Mülakatta, Voodoo, NBA, Sarı öykülerinde ben anlatıcı varken Ayarsız, Kayıp Ölü, Bolero gibi öykülerde üçüncü tekil anlatıcı var. Öykülerinizde neden farklı anlatıcılar var? Bunun nedenleri hakkında neler söylersiniz?
Öykülerimde anlatıcılar farklı. Farklı olan sadece anlatıcılar da değil. Teknik olarak çok farklı yöntemler denedim öykülerimi yazarken. Hangisinde izlemesi daha kolay, daha vurucu olacaksa anlatıcı ve kurgu matematiğini ona göre kurdum. Okuyucu her öyküde farklı bir evrene girsin istedim.
Öykülerinizde sürpriz sonlar var. Aynı zamanda bazı öyküleriniz sayfalarda bitiyor ama okuyucunun zihninde devam ediyor. Bu sizin bilinçli yaptığınız bir şey mi?
Bence sözcükler bittikten sonra öykünün okurun zihninde devam etmesi öykü türünün genel bir başarısı. Öykü formu gereği çok uzun olmayan bir metin. O yüzden yazılmış olanların yanında sadece hissettirilmiş ama söylenmemiş pek çok şeyi de kapsar. Öykünün bu kadar sevilmesinin sırrı da bunda gizli. Sürpriz sonlu öykülerim de Maupassant hayranlığımdan kaynaklanıyor. Julio Cortazar “Roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir” der. Öykülerim bunları hissettirdiyse ne mutlu.
Kimleri okursunuz? Başucu kitaplarınız var mı?

Okurluğum yazarlığımdan çok daha oburdur. Yeni yazarlar keşfetmeğe bayılırım. Ama maalesef zamanımız her şeyi okumaya yetmiyor. Son dönem İskandinav Edebiyatı çok ilgimi çekiyor. Ama başucu kitabı diyorsanız külliyatını defalarca okuduğum Camus ve Dostoyevski en sevdiklerim. Öykü olarak Sait Faik Abasıyanık–Sabahattin Ali karşılaştırılmasında Sabahattin Ali’yi beğenen azınlıktayım.
Son olarak neler söylersiniz?
“Tenirşek Adem” benim ilk kitabım. İlk kitap için sesini duyurmak çok zor. Oluşmuş bir okur kitleniz yok. Ben yine de şanslı sayılırım. Pek çok dergide öykü ve denemelerim yayınlandı. Yazdığımı bilen ve okuyan bir çevrem oluşmuştu. Ama bunu daha da artırmak için elimizden gelen fazla bir şey mevcut değil. Bunun böyle olacağını da baştan biliyorduk zaten. O yüzden beklentilerimiz büyük değil. Amacım fazladan bir tek kişiye ulaşmak ve o kişinin gönlüne girmek, yüzünde donuk bir gülümseme yaratmak, işte bu yüzden yazdık o kadar metni.
Teşekkür ederiz.
Muaz ERGÜ
Tahsin ÇEMBER
-
- 1971 yılında Kilis’te doğdu.
- İlk ve orta eğitimini Kilis’te tamamladıktan sonra 1988 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nde okumak üzere İstanbul’a geldiğinden beri İstanbul’da yaşıyor.
- Özel ve devlet kuruluşlarında çeşitli basamaklarda hekim olarak çalıştı.
- Bu dönemde İstanbul Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı. 2018 yılında ülke şartlarında daha fazla hekimlik yapamayacağına karar verip istifa etti.
- Edebiyatla okur olarak başlayan ilişkisi son on yıl içinde öykü yazma çalışmaları ile yazarlığa evrildi.
- Öyküleri ve denemeleri Öykü Gazetesi, Edebiyatist, Gamlı Baykuş, Son Gemi, Deliler Teknesi gibi dergilerde yer aldı.
- Çeşitli internet sitelerinde sağlıkla ilgili mesleki yazılar yazmakla birlikte halen bir internet sitesine kitap inceleme yazıları yazıyor.
- 2023 yılında ilk öykü kitabı “Tenirşek Adem” Papirüs Yayınları’ndan çıktı.
- Evli, iki kızı var.

Son Yorumlar