Karaca: “İsyan Eden Arapların Temel Motivasyonu İslam’ı Türklerden Korumaktır”

Türk/Arap ilişkileri ve Arapların Osmanlı’ya isyanlarına dair bir çalışma yapma fikri nasıl ve neden ortaya çıktı?

“Sınırları Çizen Kadın: İngiliz Casus Gertrude Bell” (https://www.dibace.net/soylesiyorum) başlıklı eseri kaleme alırken İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nu ve Orta Doğu’yu şekillendirme politikalarını incelemiştim. Bu süreçte yerli ve yabancı yazarların Türk-Arap ilişkilerine yönelik taraflı ve bilimsel gerçeklikten uzak bilgiler verdiğini tespit etmiştim. Bu taraflı bilgiler çoğunlukla Türklerin Araplara yönelik olumsuz politikalar takip ettikleri ve Arapları Türkleştirmeye çalıştıkları tezleri üzerine kurgulanıyordu. Hâlbuki bu iddiaların hiçbir tutarlı yanı bulunmuyordu. Türk-Arap ilişkileri ve 1916 Arap İsyanı ile ilgili iddiaları ve tutarsızlıkları da belirttiğim bir eser kaleme alarak tutarsız iddiaları belgelerle çürütmek ve konunun tarihsel zemine daha gerçekçi bir şekilde oturmasını sağlamak temel amacım oldu. Eser aynı zamanda yerli ve yabancı yazarların daha önce kaleme aldıkları çalışmaların bir eleştirisi niteliğindedir.

Eserin başlığının “Türklere Veda” olarak belirlenmesinin nedeni nedir?

Ortodoks tarih yazıcılığında sürekli vurgulanan konu Osmanlı İmparatorluğu’nun sonları ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türklerin Araplara sırt çevirdiğidir. Bu iddia tamamen gerçek dışıdır. Aynı imparatorluk içinde yaşayan iki toplumdan biri olan Araplar, Türklere sırt çevirmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını reddetmişlerdir. Ayrılmayı isteyen Türkler değil, Araplardır. Bu nedenle de Türklere veda eden Araplar olmuştur. Kitap başlığı, kitap içeriğinin Ortodoks tarih yazımının vurguladığı Türklerin Araplara sırt çevirdiği tezine karşı bir tezin ortaya konduğunu ifade etmektedir.

Eserinizin diğer çalışmalardan farklı olduğunu vurguluyorsunuz. Diğer çalışmalardan ne gibi farklar ortaya koyduğunuza dair bazı örnekler verir misiniz? Sizce Türk/Arap ilişkileriyle ilgili mevcut çalışmalardaki eksiklikler neler?

Kaleme aldığım çalışma kendi içerisinde birçok farklı teze sahiptir. Örneğin, Ortodoks tarih yazımı, Arap isyanında Arap milliyetçiliğinin etkili olmadığı üzerinde durur. Hazırladığım eserde Arap isyanının 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren gelişen siyasal milliyetçilik kavramı ile uyumu ortaya konmaktadır. Yine Ortodoks tarih yazıcılığının üzerinde durduğu önemli nokta genelde Türklerin, özelde de İttihat ve Terakki’nin Türkçülük yaptıkları ve Arapların bu nedenle ayaklandıklarıdır. Oysa bu iddia hem tutarsız hem de gerçek dışıdır. Eserde bu konudaki tutarsızlıklar, gerekçeleriyle ve belgelerle ortaya konmuştur. Bu konuda eser kaleme alanların üzerinde durdukları diğer bir nokta Aliye Mahkemeleridir. Mahkemede idam edilen Arapların masum olduğu, Cemal Paşa’nın masum Arapların öldürülmesini istediği iddia edilir. Bu bilgiler de tutarsız ve gerçek dışıdır. İngiliz belgelerini inceleme zahmetinde bulunmayanlar gerçek dışı bilgileri ön plana çıkarmışlardır.

Türklere Veda’da İngiliz belgeleri doğrultusunda idam edilen Arapların İngiltere ile olan ilişkileri ve İngiliz ajanı oldukları açık bir şekilde ortaya konmuştur. Araplara verilen altınlar da tutarsız bilgi alanlarından birini oluşturmaktadır. Birçok yazar belgeleri incelemediği için Araplara verilen altınların önemsiz olduğunu, Arap ayaklanmasına etkisi olmadığını belirtir. Çalışmada Araplara dağıtılan altınların neleri gerçekleştiği belgeler üzerinden tespit edilerek ortaya konmuştur. Aslında Arap İsyanı ile ilgili birçok bilgi tutarsız ve taraflıdır. Bazıları da uydurma referanslara dayandırılmıştır. Örneğin, Hicaz Valisi Vehip Paşa’nın göreve başlar başlamaz Arap memurları işten çıkardığı ve bu nedenle Şerif Hüseyin ile aralarının açıldığı Ortodoks tarih yazıcılığının iddiaları arasında yer almaktadır. Bu bilgi için verilen ana referans Ürdün Kralı Abdullah’ın hatıralarıdır. Oysa bu hatıralarda böyle bir bilgi bulunmamaktadır. Dolayısıyla referans takibi ile bilginin uydurma olduğu tespit edilebilmektedir. Aynı şekilde başka bir uydurma bilgi Osmanlı İmparatorluğu içerisinde sayıları 300.000 olarak gösterilen Arap kökenli askerlerle ilgilidir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda bulunan Arap kökenli asker sayısının fazla gösterilmesi tamamen sahte üretilmiş bilgi ve referanslara dayalıdır. Bu konudaki çarpıtmalar da eserde ortaya konmuştur. Arap İsyanı ile ilgili o kadar çok çelişki ve tutarsızlık bulunmaktadır ki, bunların hepsini bu söyleşide örneklemek mümkün değil. Sadece şunu söyleyebilirim ki, belgelere dayanmayan, ön yargılar üzerine bina edilmiş Ortodoks tarih yazıcılığının doğru bilgi dayatmasıyla kabul ettirmeye çalıştığı argümanların hepsi Türklere Veda’da tek tek ele alınarak, belgelerle çürütülmüştür.

Millet ve milliyetçilik kavramları üzerinde tam bir uzlaşmaya varmak mümkün değil. Hocam, millet ve milliyetçiliğin ortaya çıkışı hakkında ne söylersiniz? Aynı zamanda Türklere Veda kitabında millet ve milliyetçilik düşüncesinin kabaca üç farklı kategoride değerlendirildiğini belirtiyorsunuz. Bu konuda neler söylersiniz?

Millet ve milliyetçilik kavramlarıyla ilgili belirli bir uzlaşmaya varılamıyor. Bu da doğaldır. Çünkü Avrupa merkezli milliyetçilik hareketleriyle diğer coğrafyalardaki millet oluşumu ve milliyetçilik hareketleri aynı özelliklere sahip değildir. Günümüzde çoğunlukla millet ve milliyetçiliğin 19. yüzyıla ait bir kavram olduğu empoze edilmektedir. Aslında bu görüş konuyla ilgili farklı tezlerden biri olan modernistlere ait düşüncelerin ifadesidir. Modernist görüşe göre; millet ve milliyetçiliğin alt yapısını sanayileşme, medya, anayasal devlet ve vatandaşlık hakları gibi yeni, modern kavramlar oluşturur. Din olgusu, millet ve milliyetçiliğin içerisinden çıkarılır. Avrupa merkezli düşünülünce bu bakış açısı kısmen doğrudur. Ancak aynı görüş Çin, Japon ve İbrani toplumları gibi eski çağlardan beri süreklilikleri olan kadim toplumlardaki millet ve milliyetçilik oluşumlarını açıklamakta yetersizdir.

Farklı tarihsel süreçlerde ve farklı coğrafyalarda gelişen millet ve milliyetçiliğin tek bir kalıp halinde açıklanmaya çalışılması doğal olarak üzerinde uzlaşma kabul edilemeyecek görüşlerin de ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu konuda üzerinde uzlaşılan tek nokta millet ve milliyetçiliğin doğrudan ırk ile ilişkilendirilemeyeceğidir. Irk biyolojik bir kavramken; millet ve milliyetçilik kavramları sosyolojik, kültürel ve toplumsaldır. Irkı millet oluşumunun içerisinde kabul eden ilkçiler denilen bir grup düşünür de bulunmaktadır. Fakat bunların tezleri diğer iki grup olan modernistler ve etno-sembolistler tarafından reddedilmiş ve günümüzde ırkın millet ile eşit olduğu düşüncesi tamamen geçerliliğini kaybetmiştir. Anthony Smith’in başı çektiği etno-sembolist tezi savunan düşünürlere göre; millet oluşumu tek merkezli ve tek kalıplı olarak değerlendirilemez. Din olgusu da millet ve milliyetçilik oluşumunun bir parçasıdır. Netice itibariyle millet ve milliyetçilik sosyolojik, kültürel bir oluşumdur. Başta birey olmak üzere toplumun aidiyet bilincini yansıtır. Bu aidiyetin temelinde nelerin olduğu da toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir.

Arap isyanları ve Arap milliyetçiliğini çalışırken onlarca kitap, dergi ve gazete incelediniz. Hocam bu kaynakları incelerken Arap milliyetçiliği ve isyanlar hakkında ortak bir kanaate rastladınız mı? Arap isyanını bölgedeki bütün Araplara hasredebilir miyiz?

Arap milliyetçiliği ve Arap isyanlarıyla ilgili maalesef ortak kanaatler bulunmamaktadır. Hatta tabir yerinde olacaksa, her kafadan bir ses çıkmaktadır. Araplar kendi tarihlerini kaleme alırken bir Arap Uyanışı’ndan (en-Nahda) bahsederler ve bunun Arap milliyetçiliği olduğunu belirtirler. Yabancı ve Türkiye menşeili bazı yazarlar ise Arapların belirli bir milliyetçilik bilincinin var olmadığını yazarlar. Arap milliyetçiliğinin oluşmadığına yönelik gerekçeleri de bütün Arapları kapsayıcı düşüncelerin ortaya çıkmamış olmasıdır. Oysa bu bile başlı başına sorunlu bir bakış açısıdır. Geniş bir coğrafyaya yayılmış Arap toplumları tek bir kalıpta ve tek bir millet oluşumu içinde değerlendirmek sorunun temelini oluşturur. Lübnan-Arap milli kimliğinin oluşumu ile Mısır-Arap kimliğinin oluşumu farklıdır. Bütün Arapları tek bir kimlik altında toplamanın adı Panarapçılıktır. Birçok yazar Arap milliyetçiliği kavramını Panarapçılık ile açıklamaya çalışmıştır. Konuya sorunlu yaklaşmak doğal olarak açıklamaların da sorunlu olmasına yol açmıştır.

Hicaz Arapları dışarıda tutulacak olursa Arap coğrafyası yaklaşık olarak 900 yıl Türk hâkimiyetinde kalmıştır. Bunun 500 yılı Osmanlı öncesi, 400 yılı ise Osmanlı hâkimiyeti dönemindedir. Bu kadar uzun süre Türklerle birlikte kalan Arapların hepsinin Türk karşıtı ve Osmanlı hâkimiyeti düşmanı olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşamayı tercih eden aşiret ve toplulukların sayısı ayrılıkçılardan daha azdır. Özellikle Yemen hâkimi İmam Yahya’nın isyan sürecindeki tavrı övgüye değerdir. İngilizlerin kendi taraflarında savaşa girmesine yönelik bütün baskılarına karşı durarak, Osmanlı İmparatorluğu safında savaşa katılmıştır. Irak’taki bazı aşiretler de savaş sonuna kadar kendi devletlerine bağlılıklarını devam ettirmişlerdir. Ancak Suriye, Lübnan ve Filistin hattındaki aşiretlerin devlete bağlı olduklarını söylemek mümkün değildir. Çoğunlukla İngilizleri desteklemişlerdir.

Araplar neden isyan etti? İsyanı ortaya çıkaran ve besleyen dinamikler hakkında neler söylenebilir? Hocam Türkler ve Araplar aynı dinin mensupları. İslâm bu isyanda nerede duruyordu?

Bazı tarihçiler Türk-Arap ilişkilerinin seyrini anlamakta güçlük çektiklerini belirtirler. Örneğin Adid Davişa, yüzyıllarca Türk hâkimiyetinde yaşamış Arapların Türk kültüründen hiç etkilenmemiş olmalarını ve tam tersine yönetici sınıfın Araplaşmalarını tarihin akışına aykırı bir durum olarak değerlendirir. Bütün coğrafyalarda yönetici sınıf yönetilen toplumu bir şekilde kendi dil ve kültürüne yakınlaştırır. Bu durum 900 yıllık Türk hâkimiyetinde Araplar, için söz konusu olmamıştır. İngiltere ve Fransa’nın işgal döneminde Araplar kısa sürede İngiliz ve Fransız kültürü ile hemhal olmuşlardır. Arap aydınlar başta olmak üzere Araplar çoğunlukla Türkleri İslam’a zarar veren toplum olarak görme eğilimindedir. Bu düşünce selefilik akımının güç kazanmasına neden olmuştur. Arap düşünürler Türkleri Araplaşmayan kavim olarak değerlendirip, Araplaşmadıkları için de kavmiyetçilik yapmakla suçlamışlardır. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu içinde yapılan her yenilik, her reform hareketini kendilerinin asimile edilmesi olarak değerlendirmişlerdir. İmparatorluğun son yıllarında üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri imparatorluk dili olan Türkçenin okullarda seçmeli ders olarak okutulup okutulmayacağı üzerinedir. Araplar kendi yaşadıkları vilayetlerde Türkçe öğrenmek istemediklerini açıkça ifade etmişlerdir. Bu doğrultuda önce otonomi daha sonra da bağımsızlık talep ettiklerini kurdukları dernekler aracılığı ile dile getirmişlerdir. 1878’den sonra somutlaşan ve kimlik bulan otonomi ve bağımsızlık söylemleri 1914’te Dünya Savaşı’nın çıkışıyla aksiyona dönmüştür. Arap bağımsızlık talepleri 19. yüzyılın ortaya çıkardığı şartlarla gelişen, büyüyen ve 20. yüzyılda somutlaşan hareketlerin sonucudur. İsyan da aynı düşüncenin ürünüdür. Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı oldukları, Sultan II. Abdülhamid’i çok sevdikleri gibi tanımlamalar tamamen gerçek dışıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en fazla uğraştığı isyanlar Vehhabiler başta olmak üzere Arapça konuşulan vilayetlerde ortaya çıkan isyanlarıdır. 

Arap isyanında İslam temel noktalardan biridir. Araplara yönelik propagandalarda genelde Türklerin özelde İttihatçıların İslam’a zarar verdikleri, İslam’ı bozdukları iddia edilmiştir. İsyan eden Arapların temel motivasyonu İslam’ı Türklerden korumaktır.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı bir soru daha sormak istiyorum. Osmanlı/Arap ilişkileri ve isyanlarda genel olarak İngiltere, Fransa gibi devletler suçlanıyor. Bu doğru bir tavır mı? Osmanlı’nın bölgede hatalı politikaları olmuş muydu? Neler söylersiniz?

Her milliyetçilik hareketinin mutlaka dış destekçileri bulunur. Bu kaçınılmaz bir durumdur. İngiltere 1878’den başlayarak Arapları kendi çıkarları için kullanmanın mücadelesini vermiştir. Günümüzde Arap milliyetçiliğinin ileri gelen isimleri olarak kabul edilen Cemaleddin Afgani, Reşid Rıza ve ardıllarının hepsi İngiltere kontrolündeki isimlerdir. Arap milliyetçiliğinin gelişmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nun veya İttihatçıları uyguladığı yanlış politikalar oldu mu? Araplar bu yanlış politikalara tepki olarak mı isyan ettiler? Bedevi Arapların yaşam tarz açısından bakılırsa bu soruya farklı, İmparatorluk yönetimi ve modernleşme süreci açsından bakılırsa farklı cevaplar verilebilir. Arap ayaklanmalarının 17. yüzyıla uzanan serüvenine bakılacak olursa imparatorluk yönetiminin yapmak istediği devleti güçlü kılacak reformlara imza atmak oldu. Dolayısıyla burada Osmanlı yönetimlerini suçlamak doğru ve gerçekçi olmaz.

Arapların en fazla düşmanlık besledikleri isimler aslında İttihatçılar değil, Sultan II. Abdülhamid olmuştur. Gerekçesi de Sultan II. Abdülhamid’in Türk hilafetini ön plana çıkarmasıdır. Arap milliyetçilerinin birçoğu da İttihat ve Terakki Fırkası üyesidir. İttihatçıların yanlış politikalar uyguladıklarına yönelik bazı safsatalar İngiltere’nin işgali meşrulaştırmak için 1915’te uydurduğu propagandalardan ibarettir. Osmanlı yönetimi Hicaz’a demiryolu döşemek istemiş, Araplar istememiştir. Osmanlı yönetimi, okullar açmak ve kız çocuklarının da okullara gitmesini istemiş Araplar reddetmiştir. Tek eşliliğin uygulanmasına yönelik karar alınmış, Araplar bu uygulamayı kabul etmiyoruz demiştir. Mahkemeler ihtiyaçlara göre düzenlenmiş, Araplar karşı çıkmıştır. Kölelik kaldırılmış, Araplar isyan etmiştir. Aslında Arapların karşı çıktığı her şey bugün modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasını sağlayan yeniliklerdir. Eğer Osmanlı İmparatorluğu bedevi Arapların istediği şekilde devlet ve toplum yapısını şekillendirseydi sadece bir çadır devleti olurdu. Bu nedenle Türklerin Arap topraklarında yaptıklarına yönelik bazı iddialar tamamen propaganda ürünü bilgilerden ibarettir. Türklere Veda’da bu bilgiler tartışılarak, mesnetsiz iddiaların gerçek boyutları okuyucuya sunulmuştur.

Hocam ülkemizde bir dönem ilgiyle takip edilen Muhammed Abduh, Taha Hüseyin, Reşid Rıza, Cemaleddin Afgani gibi Arap düşünür ve entelektüellerinin Türklere karşı düşmanca tutumlarının nedenleri neler olabilir? Vahhabilik ve selefilik Türk düşmanlığına katkı sağlamış mıydı?

Daha önce de belirttiğim gibi Arap düşünürler Türkleri Araplaşmadıkları için İslamiyet’e zarar veren bir toplum olarak görmüşlerdir. Türkçeyi ve Türk kültürünü aşağı özellikte değerlendirmişlerdir. Türklerin siyasal olarak güçlü olmaları ve hilafeti ellerinde bulundurmaları da önemli bir tartışma konusu olmuştur. Arap düşünürler hilafetin Araplarda olması gerektiğini savunmuşlardır. Diğer taraftan 900 yıl Türk hâkimiyetinde yaşayan Araplar 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi sonucunda yaşanan büyük hezimeti görünce bağımsızlık hevesine kapılmışlardır. Bu hevesin yaşatılabilmesi için de büyük bir ötekiye ihtiyaç duyulmuştur. Doğal olarak o öteki Türkler ve Türk hâkimiyeti olmuştur. Bu durum imparatorluğun diğer unsurları için de geçerlidir.

Selefi düşüncelerin neşvünema bulmasının nedeni zaten Türk düşmanlığıdır. Araplar 18. yüzyıldan itibaren bu düşmanlıkla beslenerek daha fazla selefi görüşe bağlanmışlardır. Vehhabilik de bu atmosferde gelişti. 1740’ların Osmanlı İmparatorluğu göz önünde tutulduğunda bu görüşlerin ortaya çıkmasında ne İngilizler rol oynamıştır ne de Osmanlı yönetiminin Arap topraklarında oluşturmaya çalıştıkları bir ıslahat süreci olmuştur. Vehhabilik tamamen kendi iç dinamikleriyle şekillenen, Türk düşmanlığı ile beslenen, büyüyen ve Suudların desteği ile de Hicaz’ı etkisi altına alan bir hareket olmuştur.

Osmanlı idaresi altında Arapların birçok irili ufaklı isyanını görüyoruz. 1916’daki isyanı bu diğer isyanlardan ayıran, farklı kılan olgular nelerdi?

Osmanlı İmparatorluğu içinde en fazla isyan eden topluluklar Araplardır. Hristiyan isyanları genellikle 19. yüzyılda başlamıştır. Fakat Arap isyanları 17. yüzyıldan itibaren imparatorluk yönetimini uğraştırmaya başlamıştır. 1910’dan sonra Asir’deki İdrisi isyanı İtalyanlar tarafından desteklenmiş, önceki bütün isyanlar ise Arap aşiretlerin kendi iç dinamikleriyle ortaya çıkmış ve gelişmiştir. 1916 isyanı ise tamamen İngilizlerin desteği, parası ve nüfuzuyla beslenip geliştirilmiştir. Bir de savaş ortamında gerçekleşmiş olması önemlidir. Devlet, İslam düşmanlarına karşı savaş ilan ettiğinde Araplar savaş ilan edilen Batılı devletlerle işbirliği yaparak Türkleri İslam düşmanı ilan edip Türklere savaş açmışlardır. Bu yönüyle bakıldığında Arap isyanı kendi içinde biraz trajikomik bir durum da ortaya çıkıyor.

1916 isyanının temel meşruiyet kaynağı neydi sizce?

Araplar isyan öncesinde yaptıkları eylemlerle otonomi ve bağımsızlık istediklerini defalarca dile getirmişlerdi. Onlarca gizli ve açık dernek Arap bağımsızlığını sağlamak için kurulmuştu. 1913’te Paris’te yapılan bir kongrede hazırlanan otonomi belgesi ittihatçılar tarafından kabul edildi. İttihatçı yönetim bu doğrultuda vilayet düzenlemeleri yaptı. Savaş başladıktan sonra başta Suriye’deki milliyetçiler olmak üzere Arap milliyetçiler Şerif Hüseyin ile irtibat kurarak isyan etmesini istediler. Dolayısıyla Arapların kuvvetli bir bağımsızlık talepleri savaş öncesinde zaten vardı. İş güçlü bir müttefik bularak, savaş ortamının karışıklığından faydalanmak ve bağımsızlık sürecini hazırlamaktı. Arapların bulduğu müttefik İngilizlerdi. İngilizler, Çanakkale ve Kutülamare yenilgilerinden sonra Arapları Türklere karşı kullanmaya karar verdiler. Bağımsızlık ve büyük Arap krallığının kurulacağına yönelik vaatte bulundular.

Ancak isyanın belirli bir meşruiyet zeminine oturması gerekiyordu. Meşruiyet zeminini de İngilizler belirledi. Hazırladıkları ve Hüseyin adına yayınladıkları isyan ilanı metninde İttihatçıların İslam dışı yaşadıkları, İslam’a zarar verdikleri, İslam’ın hükümlerini yok saydıkları maddeler halinde ifade edildi. İsyanı meşru kılmanın tek yolu da bu bakış açısıydı. 1916’da İngilizlerin ürettiği bu propaganda malzemelerinin günümüzde dahi geçerliliğini koruduğunu, bazı mahfiller tarafından kullanıldığını görmek mümkün olabiliyor. Ancak tekrar belirtelim ki Türklerin ve İttihatçıların İslam’a yönelik olumsuz faaliyetleri tamamen uydurma, mesnetsiz, savaş ortamının ortaya çıkardığı propaganda ürünü olmasından ibarettir.

Türklerdeki Hz. Muhammed sevgisi Araplarda dahi var olmamıştır. Türkler Hz. Muhammed ve İslam ile ilgili bütün somut verileri kutsarken Araplar Hz. Peygamberin kabrini topa tutmakta tereddüt etmemişlerdi. İslam’a ve Peygambere gösterdikleri şartsız büyük saygıya rağmen İslam dışılıkla suçlananlar da Türkler olmuştur.

Şerif Hüseyin hakkında neler söylersiniz? Kişiliği, isyanı başlatma süreci, amaçları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Hüseyin’in Mekke Emiri olarak atanması İngiltere’nin isteği ile gerçekleşmiştir. Hüseyin, henüz şeriflik ataması söz konusu olmadığı dönemde İngiltere elçisine gönderdiği mektuplar ile İngiltere’ye olan bağlılığını bildirmiş, İngiltere adına çalışacağını deklare etmiştir. Hüseyin’in ihtiraslarını bilen ve elinde kullanışlı bir araç tutmak isteyen İngilizler, saraydaki adamları Sadrazam Kamil Paşa aracılığı ile Hüseyin’in Mekke Emiri atanmasını sağlamışlardır. İngiliz raporlarında Hüseyin muhteris ve kurnaz bir kişilik olarak tanımlanmıştır.

Hicaz’a gönderilen valilerle çatışma çıkarması, aşiretleri kendi arkasında toplaması bu kişiliğin yansımasıdır. Ancak Araplar üzerinde nüfuz kurması İngiltere’nin yaptığı yardımlar ve dağıttığı altınlarla gerçekleşmiştir. Orta Doğu’da ortaya çıkan büyük ateşin kıvılcımını Hüseyin ateşlemiştir. Hüseyin, İngiliz çıkarlarının bir piyonu olarak satranç tahtasında yer almış, işi bitince de İngilizler tarafından bir kenara fırlatılıp atılmıştır.

1916 isyanı sonrasındaki durum ve gelişmeler hangi çizgide seyretti?

Mekke Emiri üzerinden büyük bir Arap krallığı kurulacağına yönelik vaatler Arapları gerçekte İslam düşmanlarıyla işbirliğine sevk etmişti. Kurulan hayaller Arapların bağımsızlık kazandığı ve hatta Türkiye’nin güneyinin de içinde bulunduğu büyük bir krallığın kurulması ve Türklerden hilafetin alınması idi. Savaş bittiğinde ortaya çıkan manzara Osmanlı İmparatorluğu’nun Arapça konuşulan vilayetlerinin İngiltere ve Fransa arasında pay edilmesiydi.

Özellikle Filistinliler kendilerini özgürlüklerine kavuşturacak İngilizleri büyük coşkuyla karşılamışlardı. Ama imparatorluğun Arapça konuşulan hiçbir vilayeti bağımsız devlet olamadı. Türklere veda ederken aslında hepsi özgürlüklerine de veda etmiş oluyorlardı. Bunu acı bir şekilde kısa sürede öğrendiler. Arap toprakları üzerinde kurulan manda idareleri uzun süre bu coğrafyayı sömürmenin aracı haline geldi. Günümüzde dahi Arap devletlerinin tam anlamıyla bağımsız yönetimlerinden bahsetmek mümkün görünmüyor. Her biri kuvvetli bağlarla batılı ülkelere bağlılıklarını devam ettiriyorlar. Gerçekte manda yönetimleri hala coğrafyadaki varlığını koruyor.

Bugünkü Türk/Arap ilişkileri hakkında neler söylersiniz?

Arapların Osmanlı İmparatorluğu mirasını reddetmesi ve Türklere sırt çevirmeleri Türkler üzerinde uzun süren bir travma ortaya çıkarmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün akılcı yaklaşımıyla Arap ülkeleriyle olan ilişkiler eşit ülkeler statüsünde devam ettirildi. Araplar ve Arap Birliği ülkeleri 900 yıl hâkimiyetlerinde bulundukları Türklerin kendilerine yönelik her hareketini şüpheyle karşıladılar ve karşılamaya da devam ediyorlar. Arapların bu tereddütlerine rağmen Türkiye Cumhuriyeti devleti Arap ülkeleriyle ilişkilerini cumhuriyetin kuruluşuyla belirlenen eşit devletler statüsünde, hayallerden uzak, gerçekçi zeminlere oturtarak geliştirmelidir. Demokratik devlet geleneğine ve uygulamasına sahip yegâne İslam ülkesi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bu Arap toplumlarına örnek olma açısından önemli bir özelliktir ki günümüzde Arap ülkelerinde yapılan reformlar Türkiye’nin tarihsel süreçte durduğu yerin ne kadar doğru olduğunu göstermektedir.

“Türklere Veda” kitabımızı gündeme getiren bu söyleşi için çok teşekkür ederim sizlere. 

Biz teşekkür ederiz değerli görüşlerinizi bizlerle paylaştığınız için.

Muaz ERGÜ

Prof. Dr. Taha Niyazi Karaca

    • 1967 yılında Yozgat’ta doğdu.
    • İlk ve orta öğretimini Yozgat’ta tamamladı.
    • 1988 yılında Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu.
    • Aynı üniversitede, 1995 yılında doktorasını tamamladı.
    • 1996 yılında Erciyes Üniversitesi Yozgat Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak göreve başladı.
    • 2006 yılından itibaren Bozok Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’nde görev yapmaktadır.

Yayınlanmış Eserleri

    • TBMM’ne Geçiş Sürecinde Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2004.
    • Türk-İngiliz İlişkileri ve Mehmet Akif Paşa’nın Anıları (İbret), IQ Yayınevi, İstanbul 2004.
    • Ermeni Sorununun Gelişim Sürecinde Yozgat’ta Türk-Ermeni İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2005.
    • Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey Olayı, IQ Yayınevi, İstanbul 2008.
    • Büyük Oyun, Timaş Yayınları, İstanbul 2011.
    • Sınırları Çizen Kadın-İngiliz Casus Gertrude Bell, Kronik Kitap, İstanbul 2018.
    • Tarihçi: Geçmişi Kurgulamak – Kuram – Tasarım – İnşa, Timaş Yayınları, İstanbul 2020
    • Türklere Veda – Araplar Neden ve Nasıl İsyan Etti?, Timaş Yayınları, İstanbul 2022

1 Yorum

  1. Feridun Eser Cevapla

    Ropörtaj ve edindiğim bilgiler için hem Muaz bey’e hem de T. N. Karaca hocaya teşekkür ediyorum. Bir süredir ilgi duyduğum ama net cevaplar bulamadığım konuda güzel bir söyleşi olmuş, istifade ettim ve sorularıma cevaplar buldum. İlgili kitabı alıp okumakta fayda var.
    Arapların bir kısmındaki Türk düşmanlığının ilk izleri İsmail Hami Danişmend hocanın Türkler ve Müslümanlık adlı kitabında Haçlı seferleri yıllarına kadar gittiği görülür. Orada okuduklarımı hatırladım.
    Uzatmadan bir önerimi/ isteğimi dile getireyim. Yine bir süredir aklımda olan bir sorun. Türk devletlerine Türk isyanları. Yükseklisans tezimi bu konuda hazırlamak istemiştim ama o yıllarda (2002) uygun görülmedi. İçimde ukdedir. Bu konuda (sisli bir alan) bir ropörtaj olsa istifade etsek! Tarihten ders almamız, milli birlik yönünde mesafe kat etmemiz için bugüne ve yarınlara ışık tutacaktır, düşüncesiyle. İyi çalışmalar diliyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir