-Cumhuriyetin 100. yılı Özel-
2022 Mayıs’ın son haftasında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni arayarak Seha Okuş Hanım’a telefon ile ulaştım. Kendimi tanıttım.
“Adınız ne güzel” dedi. “Benim adım gibi pek duyulmamış” diye devam etti.
Birlikte gün belirledik. Eşim Ersin ve oğlum Utku 28 Mayıs 2022 Cumartesi, saat 15.15 gibi Koşuyolu’nda, güzide bir sitedeki Seha Hanım’ın evine bıraktılar. Beni ve söyleşi teklifimi kabul ettiği için kendisine minnettarım. Misafir odası Validebağ Korusu’na bakıyordu.
Kendimi daha detaylı tanıttım ve nehir söyleşinin önemini, iyi yapılırsa başta tarihçiler olmak üzere birçok araştırmacı için ciddi veriler sunabildiğinin altını çizerek söyleşi başlıklarımı okudum. Çok zeki ve duyarlı bir kadın olduğunu sorduğu sorulardan anladım.
“Sizi bana kim önerdi?” diye sordu.
“Müzik dinlemeyi seven bir arkadaşım” diye cevap verdim.
Memnun oldu. Yuvarlak ahşap, İtalyan yemek masasında yan yana oturduk. Bilgisayarımı açtım. Daha önceden hazırladığım soruları sormaya ve Seha Hanım anlattıkça yazmaya başladım.
Bir süre geçtikten sonra birlikte mutfağa geçtik. Kendisinin özenle yapmış olduğu ortası şokolalı, içi dövülmüş bademli muhallebilerimizi aldık. Mutfak da Validebağ Korusu’na bakıyordu. Bir ağaç deniziydi sanki ve çok güzeldi. İçimden doğa sevgisini sezmiştim.
Söyleşimize muhallebilerimizi yedikten sonra devam ettik. Eşim ve oğlumun beni alacaklarını söylediğimde “Lütfen buyursunlar, muhallebimin tadına baksınlar” diyerek davet etti. İkrâmdan sonra Ersin fotoğrafları çekti. Seha Hanım’ın özel arşiv fotoğraflarından birlikte seçtiklerimizi kayda aldı. Utku’ya bazı yazıları okuttu ve sesinin güzel ve eğitimli olduğunu söyledi. Anılarını anlatmaya devam etti mutlulukla ve saat 19.30’a kadar sohbetimiz sürdü. Bu bağlamda Ersin ve Utku’ya teşekkür ediyorum.
Birkaç gün sonra beni telefon ile arayarak bazı hatırına gelen detayları yazdırdı. Tekrar buluşmak üzere gün saptadık.
2 Haziran 2022, Perşembe günü 11.30 gibi yine evinde buluştuk. Bu defa tam gün çalıştık. Önce fotoğraf arşivinden başladık. Sonra temize çektiğim notları okudum, üzerinde düzeltmeler yaptık ve birlikte güzel bir öğle yemeği yedik. Kendisinin yardımcısı hanımla birlikte yaptığı açma ıspanaklı böreklerini, sade çöreklerini ve elmalı turtasını yedik.
Çaylarımızı içtik. Bizim de aile âdetimiz olarak elimiz boş gitmemekti tabii. Tatlı, börek, çikolata sevdiğini öğrenmiştim.
Şimdi söyleşimize geçelim ve Seha Okuş Hanım’ın yaşam tarihine yolculuk yapalım.
Kıymetli Seha Hanım, 7 Nisan 1928 yılında, İstanbul Teşvikiye’de doğmuşsunuz. Teşvikiye’de hangi sokakta, nasıl bir evde doğdunuz, hangi yıllar arasında yaşadınız? Bize sizin yaşadığınız dönemi aktarabilir misiniz?
Bazı yazılarda 1933, bazı yazılarda 1935 yazar, ama ben 1928 doğumluyum.
Teşvikiye Camii’nden aşağı doğru Topağacı Kuyulu Bostan Sokak’ta üç katlı ahşap, küçük bir konakta doğdum. Aile büyüklerimize ait bir konak diye aklımda kalmış. Biz en üst katta otururduk. Orta katta Enise Hanım teyzeler otururdu. Büyük bahçe içinde idi. Bahçede incir, ayva, erik gibi ağaçlar vardı. Sokağa oyun oynamak için bırakmazdı annem.
Bahçedeki incir ağacının tepesine çıkardım. Annem “Aşağı in” derdi. Her sene ham incirin sütünden yara tedavisi olurdum.
Sözünü ettiğiniz bu ahşap konak maalesef İstanbul’daki diğer güzel konaklar, yalılar gibi günümüze ulaşamadı, öyle değil mi Seha Hanım?
Maalesef, ulaşmadı.
Bize yakın Samet Ağaoğlu ve Süreyya Ağaoğlu’nun babası Ahmet Ağaoğlu’nun evi vardı. Ahmet Ağaoğlu’nun kız kardeşi Hümay Ağaoğlu’nun kızları Gökçe ve Suna benim arkadaşlarımdı. Annem bir tek onlara gitmeme izin verirdi. Suna, Profesör Giritli ile evlendi.
İsmet Giritli mi Seha Hanım?
Evet. İsmet Giritli.
Okula gidip gelirken kimler ve neler dikkatinizi çekerdi?
Fikret ve Güner ilk aklıma gelen arkadaşlarımdı. Güner bir albayın kızıydı, iyi bir aileydi. Okulda çok samimi idim arkadaşlarımla ve hâlâ çok arkadaş canlısıyımdır.
İlkokul dönemimde İstiklâl Savaşı’na katılmış Ali İhsan Paşa’nın köşkleri vardı. Onun kızı da benim arkadaşımdı. Ali İhsan Paşa’yı merak ederdim. Konağı bizim konağa yakındı. Mühim bir kimse idi. Asil, iyi bir aileydi. Hanımı da öyle idi.
Ali İhsan (Sâbis) Paşa mı Seha Hanım?
Evet. Biz Ali İhsan Paşa diye bilirdik. Kızı Nemika arkadaşımdı.
Babaannem Nevzat Hanım gibi musikişinas bir İstanbul hanımefendisi olan ve ut çalan anneniz Vildan Hanım’ı ve aile bağlarınızı anlatır mısınız?
Anne tarafım İstanbullu.
Doktorunuz, eczacınız kimdi?
Adli abimin ve benim (yani biz iki kardeşin) sıhhatimiz iyi idi. Ortaköy’de fizyoterapist Mösyö Albert Aşer’e gidiliyordu diye hatırlıyorum. Taksi pek yoktu o tarihlerde. Annem siyatik olmuştu, sızı içinde yatmaktaydı. Tıp ilerlemiş değildi. Fizik tedavide iyi olduğu söylenmişti Dr. Albert Aşer’in. Taksi şoförü bir komşumuz, ailesi ile birlikte bizim mahallemizde oturuyordu. Taksi mühim bir iş. Düzgün bir beyefendi idi. Bir gün annem beni onlara gönderdi. “Annem sizi bekliyor amca” dedim. Birlikte bizim konağa gittik. Annem taksici amca ile anlaştı. “Beni birkaç hafta, her gün, ya da gün aşırı Ortaköy’e Mösyö Albert Aşer’e götürüp, getirebilir misiniz?” diye sordu. Konuşup, ücretinde anlaştılar. Ve ben Mösyö Aşer’e gidileceği günlerde o taksiye annemle bindiğimde mutlu olurdum çünkü annem sokakta oynamama izin vermezdi. Taksi ile Teşvikiye’den Ortaköy’e gitmek çok değişik bir duygu idi.
Annemin o sancılı döneminde bana evde yapmam gerekenler ile ilgili söylediklerini de unutamam. Sofrayı hazırlarken “Ekmeği ince doğra” demesi gibi. “Sobadan kömürleri al mangala, ama ateşi yere düşürme” derdi. Küçük bir kız çocuğuyum tabii. O çocuk aklımla “Annem yine sancılansa” diye düşünürdüm. Çünkü otomobil ile sokakları görecektim ve mutlu olacaktım. Ertesi sene de iki defa gitmiştik Mösyö Aşer’e. Demek istediğim şu: Çok az şeyle çok mutlu oluyorduk.
Adli abimi de bu söyleşimizde anmak isterim. Benim için çok kıymetlidir. Sigortacıdır kendisi, musikiye meraklıdır ve hayattadır. Telefonla konuştuk şimdi zaten, izin aldık kendisinden.
Ne kadar zarif ve saygılı bir davranış sergilediniz Seha Hanım. Gerçekten örnek alınacak pek çok yönünüz var. Anneannem “Eski terbiye” derdi.
Teşekkür ederim. Abimle o vakitler Fransız tiyatrosu, Darülbedai Tepebaşı’na giderdik. Annem abimle gitmeme izin verirdi. Çok zevk alırdım. Bir defasında Cahide Sonku Hanım sahnede idi. Bir seyirci sahneye doğru bir şey söyledi. Cahide Sonku piyesi durdurdu. “Biz size bir şeyler vermeye çalışıyoruz, siz almıyorsunuz” demişti.
Primadonna Cahide Sonku. Tütüncü İhsan Bey’in eşiydi.
Şaziye Moral, Nevin Akkaya, Nevin Seval, Nezihe Becerikli, Hazım Körmükçü. Vasfı Rıza Zobu. Her biri çok kıymetli tiyatrocularımızdı.
Evet, değerli Seha Hanım. Bahriye anneannem, babam da anlatırlardı. “Bataklı Damın Kızı Aysel” diye bahsederlerdi. Cahide Sonku, Talat Artemel, Feriha Tevfik, Hazım Körmükçü, Ergun Köknar’ın babası Sait Köknar. Muhsin Ertuğrul da rejisörmüş. Nâzım Hikmet senarist. “Önemli bir film” derlerdi. Vasfi Rıza Zobu’nun babasını yayınlanacak kitabımızda yazdım. Annenizin ve sizin terziniz var mıydı Seha Hanım? Hangi kumaşçılardan kumaş seçilirdi?
Annem bana dikiş dikerdi. Eve Rum terziler gelirdi. Bir günde elbise bitirirlerdi.
Üç elbiseniz varsa zengin sayılırdınız o devirde. Çok güzel bordo bir elbisem vardı. Kumaşın adı amaroza idi. Annem sandıkta saklardı. Bayramlarda annem onu naftalin kokan ceviz sandıktan çıkartır, giyerdim. Büyüdükçe her sene eteğini uzatırdı. Şatafat, gösteriş, müsriflik yoktu.
Beyoğlu’na gidilirdi. Pasajlar vardı. Daha çok iki pasaj hafızamda ama isimlerini hatırlayamadım. Annem düğme, kuşak, kurdele alırdı. Çok güzel şapkacılar vardı. Beyoğlu’na çıktığımızda Tokatlıyan Oteli’nin içine bakmaya doyamazdık. Şapkalı şık şık hanımlar ve beyler görürdük. Bir asalet vardı.
Babanız ‘‘Kadifeden Kesesi, Kahveden Gelir Sesi’’ türküsünün güftekârı İhsan Bey’i ve büyüklerinizi sizden dinleyebilir miyiz?
Evet güftekârdı, güfteleri vardı. Müjdat (Gezen) kitabında da yazmıştı.
‘‘Kadifeden Kesesi, Kahveden Gelir Sesi’’nden başka kitapta yazanları size söyleyeyim, not alınız.
- Vuracak Sine Arar
- Sevdası Henüz Sinede
- Firkatin Aldı
Şetaraban çok güzel bir makamdır. Maalesef epeydir bu makamlarla eserler çalışılmıyor.
Müzik ile iç içe bir aile profili çıkıyor karşımıza Seha Hanım. Müjdat Gezen’in babası TRT müzisyenlerinden, İstanbul Radyosu sanatçısı Ahmet Necdet Bey (darbuka). Şerif İçli (ut), Şükrü Tunar (klarnet) ile birlikte anılıyor radyoda. Aynı zamanda futbolcu. Hakemlik yapmış. Amcası Osman Vamık, sporcu, Taksim Stadı’nda müdür. Atatürk bu görevi vermiş. Gazelhân imiş. Abim dediğiniz Vamık Gezen mi? Söz yazarı babanız İhsan Bey, Müjdat Gezen’in dedesi midir? Babanızın çalışma hayatından bahsedebilir misiniz?
Çok bilgi edinmişsiniz. Sizi tebrik ederim.
Müjdat’ın babası Ahmet Necdet ve amcası Osman Vamık ile baba bir anne ayrı kardeşleriz. Babam İhsan Bey, Müjdat’ın dedesidir.
Evet. Müjdat’ın babası Ahmet Necdet abim darbuka çalardı. Şerif İçli ut, Şükrü Tunar klarnet çalarlardı.
Büyük abim Osman Vamık, İstiklal Savaşı’nda çok mühim bir vazife yapmış. Karadeniz’e Bartın’dan ileriye İstanbul’dan gizli silah kaçırmış. Ne büyük bir cesaret. Yakalanma riski var. Almanya’ya tahsile göndermiş dedesi. Almanca bilirdi. O tarihte çok nadir. Savaş çıkınca gelmiş Türk ordusuna hizmette bulunmuş. Aile tam vatanseverdir.
Vamık abim sporcuydu. Taksim Stadı’nda müdürdü. Evet, Atatürk mükafatlandırmış ve bu görevi vermiş. Gazelhandı. Çok kibardı. Hassas, duygusal. Sanata ehemmiyet verirdi. Pek zarifti. Viyana’nın güneyinde yaşardı. Shcwechat’ta. Kotrası vardı. İstanbul’a geldiğinde kotrasına ziyarete giderdik. Dolmalar, börekler yapardık. Çok güzel sohbetlerimiz
olurdu. Avrupa seyahat merakıma vesilelerden biridir Vamık abim.
Viyana şahane bir yer.
Nehrinin kültürü var. Basel’den Fransa hududuna yakın Tuna nehri Karadeniz’e akıyor. Avrupa’da bir kültür var. Bu kültür beni etkilemiştir.
Çok seyahatler yaptım arabayla. İspanya, Portekiz hariç her yeri defalarca dolaştım. İngiltere’de Londra ve Edinburgh’a seyahatim de oldu. Amerika’ya da gittim.
Hollanda da pek güzeldir. En çok İtalya’yı sevdim. Bu masam da İtalyan’dır. Yugoslavya sahilleri de pek güzeldir. Gerçi Yugoslavya kalmadı ama. Split’i çok beğendim. Adriyatik’i geçip, İtalya’da çizmedeki Bari’de indik. Bir seyahatimiz de öyle oldu.
Bu seyahatlerimi her yaz yapmaya gayret ettim. Bu bana mutluluk verdi. Hep arabayla seyahat ettim. Yaz tatillerinde seyahatler yaptım.
Macaristan’ı pek sevdim. Budapeşte yakınlarında orman içinde Macar Çigan müziği çalıyordu orkestra. Kemanlar eşsizdi. Gece geçlere kadar dinledik ve yolculuğumuza ara vererek o gece orada kaldık. Orkestra öyle coşkulu çalıyordu ki izleyiciler de coştu. Orman içinde müzik ziyafeti. Unutmam mümkün değil.
Fransız şansonlarını severim. İtalyan Napolitenlerini de. Jacqueline François vardı. Édith Piaf. Yves Montand. Severek dinlerdim. Kaliteli cazı da severim.
Eski güfteleri seviyorum. “Aşkın ile Gündüz Gece” Sadi Hoşses’in bestesi. “Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın” gibi. Amir Ateş de kıymetli bir bestekârdır. Aruz veznini seviyorum.
Hayri Bedii Yönetken iyi bir folklorcudur. Halk, Batı ve Türk musikisini çok iyi bilirdi. Bu üç tahsili yapmış: Batı, Halk, Klasik. Kitabı vardır. Viyana’da okumuştur. Asalet akıyor, öyle bir beyefendi idi. Konservatuvarın 5. sınıfında, senenin sonuna gelmişti bize. Kendisinden dinlemiştim bir anısını. Eğitim için burslu Viyana’ya gittiğinde konserlere, operalara öğrenci olarak izleme imkânı sağlanmış. Operada, o sessizlikte salonda “fış fış” diye bir ses duyuyormuş. En üst kat 2. balkonda. Nedir bu ses diye arkasına baktığında izleyiciler operayı kitaptan takip ediyorlarmış. O ses, sayfaların çıkarttığı sesmiş. Gözleri hem kitapta hem sahnede. Notaları biliyorlarmış. İşte buna medeniyet denir.
Necdet abim futbolcuydu, hakemdi. Devlet Deniz Yolları’nda muhasebe müdür yardımcısıydı.
Bir de Müeyyet ablam vardı.
Müjdat bir temsilinde beni göstererek “Bu halam ne kadar kibarsa, öbür halam küfürbazdı” demişti gülerek. Müeyyet ablam vefat ettiğinde cebinden Zeki Müren’in konser bileti çıkmıştı. Neşeli, şen, nüktedan bir insandı.
Babam İhsan Bey, Kızılay’da memur idi. Beyoğlu şubesinde. Her sene Kızılay Balosu tertip edilirdi. Tokatlıyan veya Pera Palas’ta. Babam bu balolara gittiği zaman sevinirdik. Baloda renkli kurdeleler, kâğıttan oyuncaklar, kâğıttan üflenen parti düdükleri, maskeler dağıtılırmış. Artakalanları da aralarında paylaşırlarmış. Abimle bana bir dolu böyle oyuncak getirirdi balodan. Renkli balonlar ile oynardık. O zaman “Aman patlatmayın balonları. Ses çıkmasın” derdi annem.
Böyle mutlu olurduk. Oyuncaklarımız buydu.
Babamın iş yerine de gittik birkaç defa. Poğaça gibi yiyecek aldırıp yedirmişti. Masasının üzerine bir şey serdirdi. “Aman dökmeyin” diye tembih etmişti.
Baba tarafım Giritlidir.
Dedemin Zeyrek’te harem selamlıklı küçük bahçe içinde konağı varmış. Her hafta fasıl için Romanlar gelirmiş. Beyler hem musiki dinler hem rakı sofrasında sohbet ederlermiş.
Hanımlar da kafes arkasından fasıl dinlerlermiş.
Fasıl nedir? Sözsüz sözlü. Romanların musiki yeteneği var.
Annenizle birlikte Küçük Çiftlik Parkı’nda saz dinleyerek büyümüşsünüz. Küçük Çiftlik Parkı’nı bize anlatır mısınız? Nasıl etkilendiniz? Ne sohbetler yapılırdı? Damak tadınız olarak Teşvikiye’de yediğiniz ve unutamadığınız neler gelir ilk aklınıza? Taşlık Gazinosu’na, Beşiktaş Kamburun Bahçesi’ne ve yazlık sinemalara gider miydiniz? Beyoğlu’ndaki sinema ve tiyatrolardan da bahseder misiniz lütfen?
Yaşlı bir baba ile genç ve güzel bir annenin çocuğuyum. Babam hayata sefalı gözle bakardı. Nasıl denir?
Ehlikeyf mi Seha Hanım?
Evet. Ehlikeyifti.
Müzik, şiir ilgi alanıydı. Sohbetlerde içerdi.
Annem genç, güzel, duygusal ve bahtsız bir kadındı. Annem bedbahtlığını müzik ile tedavi ederdi. Müziği çok severdi. Maçka’da Narmanlı Apartmanı vardır. Çok güzeldir.
O apartmanların her biri pek güzeldi. Maçka Palas, Teşvikiye Palas, Belveder Apartmanı, İzmir Palas gibi.
Annem o zamanlar Adli abimle beni alır, yürüye yürüye Narmanlı Apartmanı’nın önüne gelirdik. O apartmanın önünde durduğunda anlardık ki o akşam Küçük Çiftlik Parkı’nda musiki dinleyeceğiz. Narmanlı Apartmanı’nın altında francala, peynir, eski kaşar peyniri satan bir dükkân vardı. Tramvay durağı da Narmanlı’nın önünde idi.
Maçka – Taksim, Maçka – Fatih tramvayı vardı. 1. mevkii kırmızı renkliydi, deri kaplama koltukları vardı ve daha şıktı. Bindiğimizde hoşuma giderdi. 2. mevkii sarı renkliydi, oturma koltukları tahtadandı. Bazen sarıya bazen kırmızıya binerdik. 5-6 yaşlarındaydım.
Küçük Çiftlik’e gitmeden önce annem taze, uzun francala ekmeğini üçe böldürtür arasına da eski kaşar koydurturdu. O zamanlar fazla ekmek çeşidi yoktu. Ya somun ekmeği ya francala. Francala lükstü. Eski kaşar da pek lezizdi.
Böylece yürüye yürüye Küçük Çiftlik’i bulurduk.
Yol boyunca ateş böceği sesleri duyardım. Çok hoşuma giderdi. Kaç sene geçmiş aradan bana ateş böceklerinin sesi, fasılları hatırlatıyor. Işıklı geceleri, gazinoları, mehtabı hatırlatıyor.
O yokuş, ağaçlı bir yokuştur. Ağustos böceklerinin sesini annem pek sevmezdi, ama ben çok severdim.
İçki içilen lüks yerinde dinlemezdik fasılları. Çay içilen aile yerine dinlerdik.
Ayakta sandviçlerimizi yememize izin vermezdi annem. Demir masa etrafında demirden iskemleler vardı, önce bizi oturtur, sonra kendi otururdu. Ve bilirdik ki annem bize çay ısmarlayacak. Biz o çaylarımızı taze francala arası eski kaşarlarımızla içerdik. Sonra ben yerlerdeki gazoz kapaklarını toplardım. Gazoz mühimdi. Böylelikle de hem dolaşırdım hem sahneye yaklaşırdım. Fasılları annem huzur içinde dinlerdi. Bana da ara sıra tembih ederdi. “Demir masanın üstünde gazoz kapaklarının sesini çıkartma” derdi. Fasılı pür dikkat dinliyor çünkü. Bir akşam birden ağlamaya başladım. Kürdili Hicazkâr makamı çalıyordu ve beni derinden etkilemişti. Annem düştüğümü zannetmişti.
Kürdili Hicazkâr makamı sizi çok etkilemiş. Sizde ne duygular yarattı?
İçimi sızlatıyor. Acem Kürdi, Muhayyer Kürdi, Kürdili Hicazkâr.
Taşlık’ta İnönü’nün Evi’ni geçince bir gazino daha vardı. Manzarası çok güzeldi. Annemin eğlencesi saz dinlemekti. Annem fazla komşuluk sevmezdi. Yalnızlığı severdi. Ut evimizde vardı, ama çaldığını görmedim. Güzel yemek yapamazdı. Sulu reçel yapardı. Yazın çilek, vişne, incir, kışın ayva. Soğuk suyla karıştırırdı. Abimle pilavla kaşık kaşık hoşaf, komposto içerdik.
Ben baba tarafına çekmişim. Yemek yemeyi ve yemek yapmayı, misafir ağırlamayı, sofralar kurmayı pek severim. Yapacağım yemeklerle ilgili alışveriş de pek hoşuma gider.
Seyrek olarak Beşiktaş Kamburun Bahçesi’ne film izlemeye gittiğimizde annem çekirdek yedirtmezdi. Yasaktı bize. Bazen türkü dinler, bazen film izlerdik.
Sinemalara gitmeyi hayatım boyunca sevdim. Beyoğlu’nda Melek, İpek, Lale. Audrey Hepburn, Ingrid Bergman, John Fontane, Gary Garson, Gary Cooper. Hoşuma giderdi.
Her şey, hepsi unutulur. Şan, şöhret para. Her şey geçicidir. Sadece o meşhur oldukları dönem ilgi çeker. Bunu hayat içinde öğrendim.
İki ilkokula gitmişsiniz Seha Hanım. Teşvikiye 16. ve 15. ilkokullarınızı, o dönemi anlatabilir misiniz? Okul arkadaşlarınızı, ailelerini, öğretmen ve müdürünüzü.
Üç sınıflı bir okul idi 16. İlkokul. Teşvikiye’de evimize çok yakındı. Düşünebiliyor musunuz 3 sınıflık bir okul! Abim de orada okudu. 4. ve 5. sınıfları 15. İlkokul’da okudum. 15. İlkokul Nişantaşı’na daha yakındı.
Amerikan Hastanesine mi yakındı Seha Hanım?
Evet. Amerikan Hastanesi’ne yakındı.
Bizim mahallemiz kozmopolitti. Rum bakkal, iki Rum ile bir Ermeni aile. Kardeş gibi geçinirdik. Din hiç konuşulmazdı. Bakkal, Dimitri idi. Tanaş oğluydu. Selanik Rumlarından. Sabahları bizim için taze ekmek hazırlardı, somun ya da francala. Gide gele “Dimitri amca” demeye başladım. Bir Şeker Bayramı sabahı, yine bakkala gittim. Annem taze ekmek ile beraber bisküvi, şekerler, karamela almamı tembihlemişti. Bakkaldan çıkarken “Dimitri amca bayramın kutlu olsun” dedim. Teşekkür etti. Eve gelince anneme söyledim. “Allah müstahakkını versin. Bu bayram bizim bayramımız” dedi. O zaman Müslümanlığı anladım. 8-9 yaşındaydım.
Yazın Suadiye’de bir konağın alt katında 2-3 ay kalırdık. Tren yolunun solundaydı. Erenköy’e yakındı. Çok güzel konaklar vardı. Bahçede oynardık. Ev sahipleriyle çay saatlerimiz olurdu. Bahçe kocamandı ve salıncak, meyve ağaçları, güller, çamlar vardı. Çok güzeldi Suadiye.
Çocukluğumda ara sıra Bursa’ya da giderdik annemle.
Annemin dedesi tıp okumuş. Doktorluk yapmış ama bir süre sonra yürüyemez olmuş. Bursa Armutlu Kaplıcaları iyi gelir diye tedavi amaçlı gitmiş. Annesi de yanındaymış. Yirmi gün sonra annesi namaz kılarken bastonuyla yanına geldiğinde annesi çok etkilenmiş ve Bursa Çekirge’de bir konak almış. Kocaman bahçe içinde bir evdi ve bahçenin içinden su akıyordu. Ahşap bir konaktı ve kapısının üzeri demirli idi. Yıllar içinde saraylı bir hanım ile izdivaç yapmış dede. Annem “Bizim de hakkımız var bu konakta” diyerek yılda bir kez giderdik, ama dedemden bize bir miras kalmadı diyebilirim.
Annemiz çok disiplinliydi. Aristokrat bir kadındı.
Birkaç arkadaşı dışında pek kimse ile görüşmezdi. Hanım arkadaşları Bebek üstünde, Balat’ta, Çamlıca’da ve Büyükada’da otururlardı. Beni de götürürdü. Büyükada’daki aile Mısırlı idi ve anneme çok saygı duyarlardı.
Teşvikiye’de oturduğumuz konak satıldı, yıkıldı. Biz de Ayazağa’da bir dairede kirada oturmaya başladık. Evin ön tarafı Japon Sefareti’ne bakardı, arkasındaki balkondan yeni yapılan apartmanı ve bahçesini görürdük. Alman Sefareti’nin arkası Park Otel’di.
O apartmanın bahçe katında Avusturya kökenli bir müzisyen bey ve eşi otururdu. Madam şort giyerdi. İncecik, çok zarif bir hanımdı. Hiç sesi çıkmaz, çiçekleriyle ilgilenir ve Park Oteli’nde Avrupa müziği yapan eşinin keman provalarını dinlerdi. Avusturya Wels diye bir kasabadan geldiklerini duymuştuk. Annem “Bakma ayıp olur” derdi ama ben gizli gizli hayranlıkla balkondan seyreder ve keman provalarını dinlerdim. Herhalde mutlu bir karı koca idiler. Hayatımdaki ilk Avrupalıları böylece görmüş ve etkilenmiş oldum.
Nişantaşı Kız Lisesi’nin orta bölümünü bitirmişsiniz. Okuldaş büyüğüm olarak 1914 yılında Nişantaşı Sultanisi olarak kurulan ve aslında erkek okulu olan kuvvetli, disiplinli, hâli vakti yerinde ailelerin oturduğu bu elit semtimizdeki okulumuzu sizden dinleyebilir miyiz?
İtalyan Sefarethanesi o zaman boştu. Biz onun yanındaki binada okuduk.
Nişantaşı Kız Ortaokulu, 1940’lı yıllara kadar kullanılan ve daha sonra yıkılan Valide Sultan Sarayı diye geçiyor. Siz bu binada mı okudunuz? Zira ben bu okulun da tarihçesi üzerinde çalışıyorum birkaç yıldır. İz sürmek de hayli meşakkatli bir süreç.
Çok faydalı araştırmalar yapıyorsunuz. Sizi tebrik ederim.
Şükûfe Nihal Hanım da NKL’de hocalık yapmış. Saygı duyduğum, kaleme aldığım bu çok önemli şair, eğitmen, aktivist edebiyatçımız hocanız oldu mu? Neriman Altındağ Tüfekçi Hanım da 1942’de Nişantaşı Kız Ortaokulu’ndan mezun olmuş. Okuldaki hocalarınız, arkadaşlarınız, aileleri ile aklınıza gelen anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz lütfen? Fotoğrafınız var mı? Küçük yaşlarınızdan itibaren müziğe ilginiz ve yeteneğiniz nasıl keşfedildi? Annenizin yönlendirmesi oldu mu?
O devrilerde pek fotoğraf çekilmezdi bugünlerdeki gibi. Fotoğrafım yok.
Nişantaşı Orta Mektebi’nde Ayten Alpman da bizim sınıftaydı. Bizim sınıftan iki sanatçı çıktı biri Ayten, diğeri de ben.
Muavin Semiha Hanım’dan çok çekinirdik. Tatlı-sertti. Becerikli, merhametli, cesur, çalışkandı. Müzik hocamız Mutarahha Hanım. İki kız kardeştiler. Birisi lisan diğeri müzik hocası idi.
Okulda hocalarım sesimi keşfetmedi.
Şarkı söylemeye meraklıydım. Annem söylerken ben de söylerdim. Okulda da teneffüslerde bazen söylüyordum. Arkadaşlarım müzik öğretmenimize “Öğretmenim Seha’nın sesi çok güzel” dediler. Birkaç defa tekrar ettiler. Sonunda “Oku bakalım” dedi. Küçük Çiftlik’ten kulağım dolu olan aklımda kaldığı kadar ile okudum. Ancak yarıda kesti. Sadece “Sesin iyi” dedi. Türk Müziği değil Batı Müziği eğitimli olduğu için üzerinde durmadı.
Coğrafyamın iyi oluşunda coğrafya hocamın etkisi olduğunu düşünüyorum. Yumuşacık, eski terbiye almış bir hocaydı. Sevilen, iyi bir hocaydı. Öğreten, uğraşan bir eğitmendi.
Yıllar içerisinde Türkçe’nin içine girmiş Fransızca kelimeleri topladım, yazdım. Size gösterdiğim gibi. Yazdıkça mektepte öğrendiklerimi hatırladım. Yabancı bir hanım gibi idi Fransızca hocamız.
Formamız siyah önlük, beyaz yaka idi. Kasket takardık okula gidip gelirken. Baharda kasket yerine saçımıza kocaman beyaz kurdele takardık. Misafirliğe giderken de kurdele takardık başımızın üstüne. Annem tembih ederdi. “Elinle kontrol et, kurdelen düşmesin” diye.
Yerli Mallar önemliydi. Halkevleri fevkalade yerlerdi. Atatürk’e çok büyük saygım var.
Müzik eğitiminizi ilerletmek amacıyla İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın Türk Müziği Bölümü’ne girmişsiniz. Kaç yılında bu bölüme girdiniz?
Annem son zamanlarda hasta ve bedbahttı. Babamız vefat etmişti.
Annem hasta olduğu için beni bir an evvel evlendirmek istiyordu. Kısmetmiş, arzu etmememe rağmen bu evlilik çok kısa zamanda gerçekleşti. Maalesef mutsuz evlilikti.
Bomonti’de kirada oturuyorduk. Görümcem de üç çocuğu ile Feriköy’de oturuyordu. Arada görümceme gittiğimde dertleşiyordum.
Kızı Suna Canıtez “Seha abla, gazetede ilan gördüm. Senin sesin çok güzel. Konservatuvarın sınavına girmeyi denesene” dedi.
Ben bu sözü ciddiye aldım ve konservatuvara giderek dilekçemi verdim.
Mutsuz bir evlilik benim ayaklarımı yere basmamı, kendime inanmamı, tek başıma ayakta durabilmeyi öğretti. Ve sanatçı yaptı.
İstanbul’daki Türk Müziği Konservatuvarı tekti. Belediye’ye bağlı idi. Ankara’daki Batı Müziği idi.
Seçmeler sürüyordu. 200 kişi müracaat etmişti. Bir gün yine sınava alınmak için bekliyorum. Hocalardan biri çıktı sınav odasından. “Siz gelin” dedi.
Sınav odasına girdim. “Bir şarkı okuyun” dedi. Okudum. Sonra piyanodaki tuşlara bastıkça “Ses çıkartın” dedi. Çıkarttım. Daha sonra odadaki üzgün genç kıza döndü hoca ve dedi ki “Bak gördün mü kızım? Senin sesin var, ama kulağın yok”. O genç kız da ağlayarak sınav odasından çıktı.
Anlatmak istediğim; dünyanın en güzel sesine sahip de olsanız, kulağınız yoksa hiçbir şey yapamazsınız.
Sesimin de kulağımın da iyi olduğunu böylece anlamış oldum.
Sonra “Nerede oturuyorsunuz?” dediler. O kadar heyecanlıydım ki eve tramvayla nasıl gidileceğini anlatmaya başladığımda, sonradan Nevzat Atlığ olduğunu öğrendiğim hocamız “Biz size misafir gelmeyeceğiz. Okula devam edip etmeyeceğinizi soruyorum” dedi.
İmtihana Tepebaşı Bankalar Yokuşu üzerinde eski bir binada girmiştim. Novotni Gazinosu’na yakındı.
Novotni mi Seha Hanım?
Evet, Novotni. Bir gazinodur Novotni.
O dönemdeki İstanbul Belediye Konservatuvarı’nı bizlere anlatabilir misiniz? Nerede idi? Binası nasıldı? Kimleri görür, kimlerle sohbet ederdiniz?
Eğitim önce Şişli’de bir apartman katında idi. Sonra Beşiktaş Belediyesi’nin arkasında avlulu binaya taşındı. Güzel bir bina idi. İç avlusunu pek severdim. Sonra da Kadıköy’e geçti.
Şefik Gürmeriç, Türk Müziği nazariyat hocası idi. O tarihte Türk Müziği nazariyatı kitap olmadığı için o söylüyordu, biz yazıyorduk. Çok kuvvetli bir hocamızdı.
İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda okurken Şefik Gürmeriç, Emin Ongan, Halil Bedi Yönetken, Nevzat Atlığ, Münir Nurettin Selçuk, Mefharet Yıldırım gibi kıymetli hocalarınızdan dersler almışsınız.
Evet, çok kuvvetli hocalarımız vardı. Şule Sönmez de nota (solfej) hocamızdı.
Ankara’da konservatuar kurulmasına vesile oluyor Atatürk. Batı Müziğini, bale hocalarını getirtiyor o tarihte. Opera. Ne müthiş değil mi? Atatürk ile batılılaşma. Sonra bu eğitim kurumları YÖK’e bağlandı.
Atatürk benim tek aşkım.
Hocalarınızı, ders tekniklerini bize anlatabilir misiniz lütfen?
Disiplinli idiler. Disiplin vardı ve biz de saygı ile uyardık. Bu disiplini öğretmenlik yaptığım için öğrencilerime de yansıtmak istedim.
Müzik bir disiplin işi. Yüksek disiplin ve düzenli çalışma, emek gerektirir. Yaradılışınız da aldığınız eğitime uygun sanırım. Disiplinli bir ailenin prensipli, disiplinli bir çocuğu olarak doğduğunuzu anlıyorum. Başarılı olmak için bu önemli bir faktör değil mi? Ne dersiniz?
Bizim okuduğumuz dönem terbiye vardı, saygı vardı. Bir gün bile geç girmedim sınıfa.
1958 yılında İstanbul Belediye Konservatuvarı Klasik Türk Müziği bölümünden mezun olmuşsunuz. İstanbul Radyosu’nda, konservatuvarın icra heyetinde ses sanatçısı olmak istediğinizi fakat kadrosuzluk nedeniyle bu iki kurumda da sanatını icra edecek ortam bulamamışsınız. Günümüzde de başarılı öğrenciler okullarından mezun oluyorlar ancak kadro yetersizliğinden bazen mesleğe küskünlük yaşıyorlar. Siz o gençlik duygularınızı, şimdiki gençlere örnek olması adına bizimle paylaşır mısınız lütfen? O dönem konservatuvarın Klasik Batı Müziği bölümü korosunun soprano kadrolarından birinde açık varmış. Bu konservatuvar, şimdiki adı İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı olan İstanbul Belediye Konservatuvarı değil mi Seha Hanım? Hocalarınızın, arkadaşlarınızın teşvikiyle bu görevi kabul etmişsiniz. Hangi hocalarınız? Arkadaşlarınız kimlerdi? Arkadaşlarınızın aile profilini de bize aktarabilir misiniz? Ferdi Statzer (Prof. Friedrich von Statzer) de hocanız oldu mu?
Hayır hocam olmadı. Statzer zira Batı Müziği hocası idi.
İdealim, isteğim İstanbul Belediye Konservatuvarı icra heyeti korosuna girmekti.
Münir (Nurettin Selçuk) Bey, İstanbul Belediye Konservatuvarı Türk Müziği bölümünün şefiydi. Zamanla Münir Bey, kendi özel konserlerinde arkasında hanımlardan oluşan küçük bir koro oluşturdu. Okuldaki son sınıf talebelerinden seçiyordu.
Seçilen koristler icra heyetinde boş kadro olduğu zaman birer birer kadroya alınıyordu. Münir Bey, kendi korosuna beni seçmediği için icra heyetine girmekten ümidimi kesmiştim. Münir Bey, Ant Sineması’nda konserler veriyordu. Bilirsiniz Divan’ın karşısındaydı.
Evet, Seha Hanım. Benim ilk gençlik yıllarımda Şan Müzikholü adını aldı sanırım. Güzel müzikaller oynanıyordu. Babam sinemaya ve tiyatroya, sanatçılara pek önem verirdi. Sinemalara, tiyatrolara, müzikallere, buz revülerine giderdik. O zamanki fuayeleri de pek severdim. Şan Müzikholü’nde “Hisseli Harikalar Kumpanyası”nı birkaç defa izledim. Seyrine doyulamaz bir performanstı. Egemen Bostancı hayata geçirmişti. Sonra ne yazık ki yandı.
Bu konserler çok da rağbet görüyordu. Bu belediyenin konserleriydi. 15 günde bir olan periyodik konserlerdi. Münir Bey şef idi. Ayrıca özel konserler verirdi Saray Sineması’nda. Turnelere de çıkarlardı.
Mesleğimi icra etmek istiyordum. Mutsuz bir günümdü, Sabahattin Kudret Aksal Bey’e ulaşmak aklıma geldi. Mezun olduğum konservatuvarın müdürü, şair Kudret Bey’in makamına gittim.
“Ben bu okuldan birincilikle mezun oldum. İcra heyetine girme imkânı olmadı, radyo sınavında başarılı olamadım. Bu durumuma bir çare arıyorum. Sizi bana yol gösterir misiniz?” dedim. “Bir dakika bekleyin. İyi mi sesiniz?” diye sordu. “Hocalarım sesimi beğeniyorlardı” dediğimde, “Peki bir dakika” diyerek masasındaki zile bastı. Şerif Yüzbaşıoğlu geldi. Kendisi konservatuvarın Klasik Batı Müziği şef yardımcısı idi. “Açık bir kadromuz varsa kızımızı orayı yerleştirebilir miyiz?” diye sordu Sabahattin Bey. Şerif Bey, müdürümüzün ricasına olumlu baktı ve bana dönerek “Türk Müziği mezunusunuz, ama bir arya öğrenip gelmeniz gerekir. Bir Ermeni hanım vardır Nişantaşı’nda. Kendisinden bir arya öğrenin. Ders alın” dedi. Ermeni Hanım’a randevu alarak gittim. Sesime piyanoda baktı.
Bir hafta içinde Almanca “Brahms’ın Ninisi”ni öğrendim ve sınava girdim.
Beni imtihan eden hocalarım “Çok temiz bir ses. Sopranoya uygun bir ses” dediler. Ve böylece kadroya girdim. Az da olsa hayallerime kavuşmuş oldum.
Aradan iki yıl geçti.
İstanbul’da bir opera kurma gündemdeydi. Aydın – Azra Gün Ankara’dan İstanbul’a geldiler. Opera kuruyorlar. Kadroya gençleri alacaklar.
Söyleşinin devamı için aşağıdaki linki tıklayın!
MUSİKİDE ÖNCÜ KADINLARIMIZDAN-SEHA OKUŞ
Rengigül URAL
Son Yorumlar