Mustafa Everdi İle Seyahat ve Dünyaya Dair Söyleştik…

“Her gezilen ülke, sizi yükseltir, çoğaltır ve genişletir.”

Sayın Everdi, yeri geldikçe sosyal medya paylaşımlarınızda her yıl uzunca bir seyahate çıktığınızı, zamanınızın önemli bir kısmını bir ülkeyi gezip görmeye ayırdığınızı söylüyorsunuz. Sizin için gezme, görme veya seyahat etme niçin bu kadar önemli desem, neler söylersiniz?

Bu ülke insanlarımızı çok yoruyor ve gerilim içinde bırakıyor. Dahlimiz olmayan olaylar bile ruhsal dengemizi bozuyor. Bu psikolojiden kurtulma isteği, seyahatlere çıkmamın ilk sebebi. Başka ülkelere ulaşınca, bize yüklenen kaygıların, endişelerin, yaklaşımların yanlış, hatta gereksiz olduğunu görüyor, kısa bir süre de olsa bunalmanın etkisinden çıkıyorsunuz.

İkincisi Barbara Frischmuth seyahat hakkında diyor ki: “Bizim hayat tarzımız, bizim değerlerimiz, insanlık için tek doğru, tek olası, tek geçerli görülür seyahate çıkmayınca. Hayatta başka türlü de düşünmek, duymak, inanmak ve yaşamak mümkün. Başka ülkelerin, milletlerin de yaşanabilir hayatlar kurduğunu görürsünüz seyahatle.” Seyahat, kendi değerlerimize, hayatımıza, ülkemize uzaktan bakabilmeyi de mümkün kılıyor. Yani ıslah edici bir etkisi oluyor insanlar üzerinde.

Elbette biz Erasmus gibi “Ben bir dünya vatandaşıyım, her yerde evimde, daha doğrusu herkese yabancıyım,” diyemiyoruz. Yine dönüp alışkanlıklara teslim olmak zorundayız. Ülkemiz, evimiz ve dostlarımıza… Erasmus baskıdan kaçıp hürriyete, zorbalardan kaçıp güvenli dostlara ulaşabiliyordu. Biz topuklarımızla bağlı olduğumuz için Mevlânâ’nın pergel metaforuna tabiyiz. Dünyayı dolaşsak da merkezdeki pergelin bacağı bizi çekip bağlıyor bu ülkeye.

Üstadım, bir gezgin “Ben ülkemden dışarıya çıkmadan önce yeryüzündeki bütün insanlar aynen bizim gibidir, zannederdim. Birçok ülkeyi gezip gördükten sonra nice fazlalık ve eksikliğimizin olduğunu gördüm, müşahede ettim” şeklinde bir itirafta bulunuyor. Ya siz neler hissettiniz; gördüğünüz bunca yeni ülke, ettiğiniz bunca seyahat, sizde de böylesi bir fikrî kırılma meydana getirdi mi?

Elbette. Başka ülkeleri görmeyenler kendi ülkelerini cennet bilir, hallerini mutluluk görür, milletinin üstünlüklerine inanır. Oysa başka ülkelere gittiğinizde, dünyanın yaşanabilir bir hayat getirdiğini, bu kadar gerilim, çatışma, parçalanmış bir toplum yaratmadan da toplumsal yaşamın yollarını görürsünüz. Kaldı ki insan başka ülkelere gidince kendi ülkesinin iyi yanlarının, değerlerinin daha çok farkına varmaya başlar. Arkadaş, dost ve ailenin arasında olmakla, yabancı ülkelerde garip olmanın kıyasını bile yapabilir. Böylece ülkenizi sevmeye bile başlarsınız. Yemeklerinizi, dostlarınızı, arkadaşlarınızı özler; içinde bulunduğunuz yabancılığın kıyasını yaparak ülkenizin, şehrinizin, evinizin üstünlük ve aksaklıklarını değerlendirme imkânı bulursunuz.

Bugüne kadar yaklaşık otuza yakın ülkeye seyahat ettiniz. Gezdiniz, gördünüz. Ve bu gezilerle ilgili gözlemlerinizi “Pasaport Lütfen-Gezi Yazıları” başlıklı eserinizde bir araya getirip okuyucularınızla paylaştınız. Bütün bu seyahatler sizin düşünce dünyanızda nasıl bir değişim meydana getirdi? Gezip gördüğünüz bu ülkelerde nelerle karşılaştınız veya ne gibi farklılıklar hissettiniz?

Ülkemizi yeşil, cennet gibi bir yer biliyordum. Oysaki İsviçre, İtalya, İsveç, Vietnam ve Çin bu sıfatı hak eden güzellikte ülkelermiş. Norveç sistemini -daha doğrusu İskandinav ülkelerini- görünce, devlet, sistem, rejim ve siyasetin bir halkı nasıl mutlu, onurlu, özgüven içinde vatandaş kıldığını görüyorsunuz. Doğuya, Afrika’ya vb. gidince devletin nasıl iştahlı bir obur olduğunu ve halklarını zayıf düşüren bir sistemle ayakta kaldığını gözlemliyorsunuz. Kuran-ı Kerim’deki semiz ve zayıf inekler misali, halkın neden zayıf korunaksız düşürüldüğünü görüyor, semiz ineklerin zayıf inekleri yiyerek -kitabın tam tersine- zaptedilmez bir güce dönüştüğünü yakından öğreniyorsunuz. Polis devleti ile hukuk devletinin arasındaki uçuruma, hukuk devletinin özgüvenli yurttaşına, tebaanın ahlaksızlığını besleyen doğunun etkisine şahit oluyorsunuz. Rejimler ve otoriter sistemlerin halkların ahlakını bozan etkisinin farkına varıyorsunuz.

Kıymetli üstadım; bilgi, görgü, gezi veya seyahatle ilgili naçizane bendenizin; “İnsanoğlunun algı gücü, bildiği ve kullandığı kelime sayısının yanı sıra, gezdiği ve gördüğü yerlerin mesafesi, genişliği ve çeşitliliği ile ölçülür” şeklinde bir tezi var. Bu kadar gezmiş, görmüş, seyahatlere çıkmış bir şahsiyet olarak bu teze katılır mısınız?

Elbette. Sizin “Nil’in Dili-Kahire 1992” adlı kitabınızı okuyunca, Mısır ve Kahire hakkında o kadar güzel şahitlikler, betimlemeler, ayrıntılar ve güzellikler gören yanınızı tebrik etmek istedim. Her gezilen ülke, sizi yükseltir, çoğaltır ve genişletir. Dağa doğru tırmandıkça ufkunuz genişler, enginleri kuşatıcı bir bakış kazanırsınız. Her geziden kalan gözlemle, âdeta “evrensel bakış” sahibi biri olursunuz. Ve dünyaya, hayatınıza, değerlerinize mukayeseli bir hikmetten bakmaya başlarsınız.

Mustafa Bey, biraz klasik bir soru olacak ama… Bunca geziye katıldınız, uzun seyahatlere çıktınız, onca ülke gezip gördünüz. Bu seyahatler sırasında en çok gıpta ettiğiniz, hayranlık duyduğunuz ülke hangisiydi? Bir de bunun tam tersi, keşke gitmeseydim dediğiniz bir ülke oldu mu?

En çok beğendiğim ülkeler siyasal yönden İskandinav ülkeleri oldu. Amerika’nın 52, İngiltere’nin 5 ayrı eyalet veya devletin bir araya gelmesiyle nasıl küresel bir güç hâline gelebildiklerini görmekle gıpta ediyorsunuz. Vietnam’ın genç nüfusu ile nasıl dinamik bir ülke hâline evrildiğine şaşıyor, 100 milyon motosiklet trafiğinde insan ilişkilerindeki hoşgörüye, birbirine saygıyla yol veren anlayışa, o baş döndürücü kaotik resmin içindeki toplumsal uyuma hayran oluyorsunuz.

En yoğun hayal kırıklığı yaşadığım ülke Azerbaycan oldu. Eşimle gitmiştik. Eşim başörtülü diye neredeyse terörist muamelesi yaptılar. Özel bir odaya alıp başörtüsünü, kıyafet ve çantalarını didik didik eden nobranlığa isyan ettim. Elçiliğimizi bile aradım ama onlar bu uygulamaya itiraz etmek yerine “iç işlerine karışamayız” diye cevap verdiler bana. Fakirlik görülmesin diye havaalanından şehrin merkezine kadar duvar ve panolarla turistlerin gözünü bağladığını sanan Azerbaycan, mazbut Türkiye vatandaşlarına böyle bir uygulama yapınca “keşke gelmeseydim” dedim elbette.

Sayın Everdi, müsaade ederseniz birazcık “Gezi Felsefesi” yapalım isterseniz. Sanki bana, insanoğlu, yaşlandıkça daha çok gezmek, görmek istiyormuş gibi geliyor. Hatta merhum babam başta olmak üzere iki üç şahsiyetin vefatına yakın günlerde “Ah! Ah! Dünyayı gezip görmek lazımmış” şeklinde seyahat edememe pişmanlığını andıran birtakım hayıflanmalara tanık oldum ben… Sizce insanlar, yaşlandıkça dünyayı daha mı çok gezip görmek istiyor? Veya hayatın kısalığı, emellerin uzunluğu ile çelişiyor mu? Ne dersiniz?

Türkiye’de hayat zor, geçim için gerekli para aslanın ağzında. Gençliğinde insan, evlilik, çocukların yetiştirilmesi, eğitimi derken; ev almak, araba edinmek için yırtınırken, özel hobilerine ne zaman ne de imkân bulabiliyor. Ancak yaşlılıkta bu kaygı ve çabalardan kurtulunca elbette insan kendi hayatını gözden geçiriyor. Kendini ve dünyayı tanımak için daha istekli hâle geliyor.

Yalnız bu emekli maaşı ve döviz kurlarının yükselişi herkesi “Seyahat hürriyeti”nden mahrum eden bir gerçeğimiz. Ben de ölmeden görmem gereken ülkeleri görmeliyim diye bir tutkuya kapılıyorum. Yaşlandıkça vücudun eskisi gibi seyahatlere, yolculuklara, yabancı diyarlardaki müşkülata katlanması zorlaşır. Kaldı ki, ülkemizde hacca gidenlerin büyük çoğunluğu yaşlı. Ancak o yaşlarda buna para ve vakit ayırabilir hâle ulaşıyoruz. Yoksa ekmek tavşan olmuş biz tazı. Yetişmekten umudumuzu kesince yan yollara sapıyor, seyahate niyetlenip tempolu yürüyüşlere karar veriyoruz. Ruhsal olarak da geçen uzun yıllar insanı bir monotonluğa, kısırdöngüye hapsediyor. Bu duygudan kurtulmak için de seyahatin sağaltıcı, şifa veren bir işlevi var.

Üstadım, söz gezi ve felsefeden açılmışken, teknolojik gelişmeler sizce seyahatin geleceğini nasıl etkileyecek? Dünya küçüldükçe seyahatlerimiz büyüyecek mi? Dünya dışına doğru bir açılım söz konusu olabilir mi? Olursa, böylesi bir gelişme insanın ruh dünyasını nasıl etkiler? İç firarımızı veya kendimizden kaçışı daha da hızlandırır mı? Neler söylersiniz?

Teknoloji seyahati kolay ve hızlı hâle getirdi. Düşünsenize deve kervanları ile altı ay, bir senede alınan mesafelere biz uçaklarla 12-13 saatte ulaşabiliyoruz. Dünyanın öte yanına bu sürede kavuşup geceden gündüze değil, geceden geceye konarak, dünyanın yuvarlak olduğunu bile kabul edebiliyorsunuz. Gemiler, otobüs ve hızlı taşıtlarla bir haftada bir ülkeyi baştan uca gezebiliyoruz. Dil bilmeyince başka ülkelerde anlaşmak çok zordu eskiden. Bugün cep telefonları, yazılımlar, çeviri uygulamaları her milletle anlaşmayı sağlayan imkânlar getirdi. İngilizce dünyanın ortak dili oldu.

Ne var ki dünyanın müreffeh ülkeleri ile fakir ülkeleri arasındaki mülteci ve sığınmacı sorunlarının yanı sıra, yabancı ülkelerde ahlâka ve güvene dayalı sistemi aşındıran bazı kurnaz mülteciler yüzünden “Seyahat hürriyeti” birtakım kısıtlamalarla karşı karşıya. Vizeler, deportlar, vize için aranan şartları göz önüne getiriniz. Despotik ülkeler, mümkün olabilecek seyahatleri yüksek maliyetlerle fiilen zorlaştırıyor. Sınır kapıları, mayın, tel örgü, pasaport yasakları, yurtdışı çıkış kuralları vb. gerekçelerle, halkını kendi ülkesinde tutmayı cezalandırma gören anlayışlarla, bu hürriyeti âdeta kullanılamaz hâle getiriyor. Bir ülkeye giriş, çıkıştan daha kolaysa işte bu sorunla malulüz demektir.

İnsanlar iç dünyalarına sığmayıp başkalarına görünmeye, ulusal ya da uluslararası bir fenomen olmaya yöneldikçe bütün dünya birbirine benzemeye başladı. Kültürlerin renk ve dokusu, zenginliği ve çeşitliliği gibi dünyada her milletin ve ülkenin değerlerini ortak bir tektipliliğe benzetmeye zorluyor. Dolayısıyla nereye gidersek gidelim, aynı resimlere ve popüler kültürlerin tekdüzeliğine muhatap olacağız. Sonuçta ancak içimize yönelik bir muhasebe ile ruh dünyamızın derinleşmesi mümkün olacak. O zaman makro kozmosun monotonluğuna karşı mikro kozmosun değerleri yeniden ilgi çekici bir otantikliğe bürünecek. Belki insanlar gibi milletler de içe dönecek ve ruhları ile birlikte ülkelerini onarmaya öncelik verecekler. Kendi ülkelerini yaşanabilir kılacaklar.

Sayın Everdi; sizin gibi dünyayı ve ülkemizi gezip gören bir entelektüel ve yazarla böyle bir söyleşi yapmak keyifli olduğu kadar bilgilendiriciydi de. Önemli gözlemleriniz, özgün tespitlerinizle aydınlandık. Bu kadar yoğunluk ve yorgunluk arasında bize böyle güzel bir erişim, mutluluk verici bir sohbet imkânı sağladığınız için size çok teşekkür ediyorum.

Ben teşekkür ederim

“Pasaport Lütfen-Gezi Yazıları” adlı kitabım, bu düşünceleri yerinde gözlemleyen, edebî bir dille seyahatleri anlatan bir kitap. Bu vesileyle kitabıma dikkat çekmeniz nedeniyle de ayrıca teşekkür ederim.

Mustafa Everdi

    • Gazeteci, yazar, yayıncı, hukukçu, avukat, düşünür, Ankara 33’üncü emekli Noteri.
    • 1960 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde doğdu.
    • İlk ve ortaokulu ilinde okudu. 1975’te Niğde Öğretmen Lisesi’nden, 1982’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.
    • Konya, Niğde ve Aksaray illerinde öğretmenlik yaptı.
    • Bir müddet “Dinozor” adlı mizah dergisinin sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü üstlendi ve yayınladı.
    • Ankara’da serbest avukat olarak çalışmanın yanında, sahibi olduğu 21. Yüzyıl Yayınlarını yönetti.
    • İlk yayımlanan edebî çalışması, 1970 yılında “Yeşil Bor” gazetesinde çıkan “Vatan” adlı şiiridir.
    • 1982-1994 yılları arasında; Mavera, İslâm, Kelime, Dergâh ve Varide gibi dergilerde öyküler, hukuk ve siyasetle ilgili yazılar yazdı.
    • 1987 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Kültür ve Sanat Yıllıkları ile Zaman gazetesinde köşe yazıları yayınlandı.
    • Ankara Barosu Edebiyat Ödülü sahibidir.
    • “Böyle Buyurdu Hukuk, Türk İçtihatlar Ansiklopedisi (3 cilt takım), Seçim Mevzuatı, Sen de mi Sezar, Milletin Kırmızı Kitabı-Derin Demokrasi, Kelebekler Yürümez, Diyanet’in Hacısıyım, Yeşile ve Maviye Yürüyüş, Örgütlü Ölüler, Dava Kıran, Kılçıklı Hikâyeler, Metropol Mücahidi, Dante İle Şaman Dansı, Pasaport Lütfen-Gezi Yazıları, Sözlükten Taşan Kelimeler, İnsan Okudum-İnsan Portreleri” gibi çok sayıda hukuki, siyasi ve edebî eseri yayınlandı.

Mesut ÖZÜNLÜ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir