Özlüoğlu: “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar, Muazzam bir Hayata Tutunuş Hikâyesine Ortak Ediyor Okuru.”

“Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” ismini verdiğiniz romanınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Okuru bol olsun. Okur sizi daha önce yayımlanan “Günlerden Kırmızı, Hevesi Kirpiğinde, Peri Kızı Af Buyrun, Annem Kovboylar ve Sarhoş Adlar, Sahi Adım Neydi” isimli öykü kitaplarınızla tanıyor. Beş öykü kitabından sonra neden bir roman yayımladınız? Öykü ve roman arasında bir karşılaştırma yapsanız neler söylersiniz?

Yazmak sadece belli bir türe sıkışıp kalmayı gerektirmez. Hikâyenin, karakterin ya da anlatının ihtiyaç duyduğu türleri çağırdığını düşünenlerdenim. Bu kitabın romana evrilmesinin sebebi Meşhur’un hikâyesinin öyküye sığmamasıydı. Yazdıkça yazası gelir ya bazen insanın bu romanda da Meşhur’un peşine takıldım. Adeta beni yaz diye sayıklıyordu içimde, kafamda, ruhumda. Karşı koymanın yararı yoktu. Ben de teslim oldum. Devrimci mücadele içinde yer almış, bu uğurda gençliğini, masumiyetini, saçlarını, duygularını yitirmiş, direnmiş, yenilmiş, ayağa kalkmış bir kadının hayata tutunuşunu bir öykü içinde anlatmak ona haksızlık olacaktı. Tüm yönleri ve bedelleri ile bir kadının hayatının anatomisini çıkarmanın en güçlü yolu onu roman formunda dillendirmekti.

Öykü yazarken de kısa öyküler yazmadım hiçbir zaman. Sonuçta uzun uzun anlatmayı sevmenin faydasını roman yazarken epeyce gördüm. Elbette ilk başlarda bilinmeyen bir suda gibi hissettim ama yazmaya devam ettikçe aslında bildiğim, tanıdığım sularda olduğumu fark ettim ve keyif almaya başladım. Sadece tek bir ana, kareye ya da karaktere odaklanmak yerine pek çok ana ve karaktere yöneldim. Sonrası çok kolay ve çok zordu.

Romanınızdaki mekânlar (yetiştirme yurdu, üniversite, hapishane, perukçu dükkânı, mahalle kahvehanesi…) ve olaylar (yetiştirme yurdundaki hayat, üniversitedeki siyasi/sosyal yaşam, hapishanedeki işkenceler…) son derece başarılı anlatılıyor. Çok güçlü tasvirler, şiirsel cümleler, aforizma tadında söyleyişler var. Ortama ve yaşananlara hâkim bir kalemden çıkmış bu metin. Romana nasıl hazırlandınız?

Hazırlık değildi aslında yaptığım, sadece kafamda bir kadın vardı, devrimci bir kadın, çocukluğu, gençliği, ihtiyarlığı ile bir ülkenin çeşitli dönemlerine tanıklık etmiş direnen bir kadın. O kadının peşine takıldım. 1980 darbesini en ağır şekilde yaşamış, bu uğurda işkence görmüş ama çözülmemiş, cezaevinde yatmış, kayıpları olmuş, toplum dışına itilmiş, sıradan bir hayata teslim olmamış, insanlardan uzaklaşmış, münzeviliği seçmiş, sokaklara alışamamış ve bütün bu olumsuzluklara rağmen hayata tutunmaya çalışmış bir Meşhur var karşımızda. Darbe döneminde çocuktum, yaşadığımız karanlığın ve kötülüğün farkında değildim. Yaş aldıkça, okuyup izledikçe, araştırıp inceledikçe nasıl bir zorbalığa teslim olduğumuzu gördüm. O zamandan bu zamana yaşanan onca travmanın kaynakları hep geçmişte yatıyor. Bunu bilmek yetiyor aslında.

Bir direniş öyküsüydü kafamdaki, darbeyi tüm ağırlığıyla sırtlanmış yaralı bir beden, hasarlı bir ruh ve vurgun yemiş bir belleğe sahip bir kadının ayakta kalma hikayesi. Araştırma kısmı romanı yazıp üzerinde epey çalıştıktan sonra gerçekleşti. Roman yayımlanmaya hazır olduğunda tarihsel gerçekliğin ve tutarlılığın roman kurgusu içindeki yeri ve detayları üzerinde çalıştım. Meşhur nasıl bir hayal ürünü ise ülkede yaşanan siyasi kaos, ekonomik buhran, toplumsal değişim ve dönüşümler o kadar gerçek ne yazık ki. İşkenceler, failler, faillerin cezasızlığı, kayıplar, ölümler, fişlenmeler, gözaltılar, yasaklar, baskılar, sansürler gerçek.

Son dönemlerdeki roman ve öykülerde seksenli yılların sert siyasal ortamı, çatışmalar, darbelerin siyasal ve toplumsal etkileri çokça yer alıyor. Siz de metinde Meşhur’un hayatı üzerinden seksenli yılları anlatıyorsunuz. Neden seksenli yıllar bugünkü roman ve öykülerde fazlaca yer alıyor? Neler söylersiniz? Düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Açıkçası tam olarak yüzleşilemeyen bir dönem 1980 darbesi, hâlâ acılarını, izlerini, kayıplarını, karanlığını, yasını yaşıyoruz. Toplum üzerindeki sancısı, korkusu hiç geçmedi. Yasaklar ve sansürlerle bir ülkeyi karanlığa teslim ettiler. Milyonlarca insan gözaltına alındı, fişlendi, binlercesi yargılandı, işkence gördü, öldürüldü, asıldı, kayboldu, sürgün edildi, kitaplar, dergiler, gazeteler yakıldı. Bu kayıplarla yüzleşemedik millet olarak, yasımızı tutamadık, yaralarımız hiçbir zaman kapanmadı, acımız soğumadı.

Yazar olarak resmi kayıtlarda geçen tarihe inanmıyorum hiçbir zaman, bu yüzden edebiyatın gayri resmi tarihine not düşmeyi tercih ediyorum. Sanırım insan tam olarak hak yerini bulmadıkça hesabı kapatamıyor. Failler zamanında yargılanmadığı, adalet sağlanmadığı, hak yerini bulmadığı için üzerinden asırlar geçse de yazılacak dönemlerden biri darbe yılları. Vicdan borcuna inananlardan biriyim, ben borcumu romana taşıdım. Sırtımdaki yükü Meşhur ile boşalttım.

“Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” çizgisel bir zamanda ilerlemiyor. Romanda zaman sıçramalarıyla, geriye dönüşlerle, paralel anlatımlarla zenginleşmiş bir tarz var. Romanda birden çok hikâye söz konusu. Çok katmanlı bir yapı var. Bir yönüyle siyasi bir yönüyle psikolojik bir roman. Aynı zamanda bir kadın romanı… Siz nasıl değerlendirirsiniz romanınızı? Bir bildirisi var mı “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar”ın?

Açıkçası siz romanın meramını çok güzel özetlemişsiniz, bir bildiri değil ama bir direnişin sembolü olsun isterdim. Meşhur hem kadın hem devrimci olarak hem de yaralı bir ruh olarak tüm varlığı ile direniyor. Önce işkencecilere, sonra devlete, sisteme karşı, en sonunda da topluma karşı duruyor. Muazzam bir hayata tutunuş hikâyesine ortak ediyor okuru.

Romanı yazarken sadece tek bir formun içine hapsolmak istemedim pek çok anlatı tekniğini, formunu kullandım. Geriye dönüşler, zaman kaydırmaları, farklı şahısların dile gelmesi, roman içinde romanlar, oyunlar, öyküler, fragmanlar kitabın ağırlık merkezini ve odak noktalarını yapılandırdı. Değerlendirme işini eleştirmenlere bırakmak en doğrusu zannımca. Roman türünün tüm olanaklarını kullandığım bir kitap oldu.

Yetiştirme yurdunda yetişen, sonrasında yurt müdürüyle birlikte yaşayan, gençliğini işkencelerle geçiren, hapisten ilk çıktığında hayatın yabancısı, yalnız, insanlardan uzak duran Meşhur bir roman kahramanı olmaktan çıkıp bir karaktere dönüşüyor. Perukçu dükkânında peruk sattığı genç bir kız olan Elmas ve taksi şoförü Muhsin Onun yeniden hayatla bağ kurmasına sebep oluyorlar. Meşhur’un hayatıyla ismi arasında bir tezat var. Neden kendini toplumdan gizleyen, çeviri yapmasına rağmen ortalıkta görünmeyen, tanınmayan karakterinize Meşhur adını verdiniz?

Hikâye daha ortaya çıkmadan önce karakterin ismi kafamda mevcuttu. Annemin çocukken yaşadığı mahalledeki kuaförün ismiymiş Meşhur. Çok hoşuma gitti ilk duyduğumda. Romana başlarken kadın gözümde canlandığında etiyle kanıyla o Meşhur’du artık. Bir kahraman yaratmak değildi amacım bir karaktere, bir kadına can vermek, nefes vermek, ruh üflemek istedim açıkçası.

Hayatın içinde silkelenip savrulmuş, kaderin tokadını yemiş, devletin üvey evlat bellediği, kimsesizliği, yalnızlığı, aidiyetsizliği, yurtsuzluğu bir kıyafet gibi üzerine giyinmiş bir kadın olarak karşımda belirdi Meşhur. Adının aksine o kadar silik, kayıp, kaybolmuş, hayatın kıyısında, kalabalıkların kenarında yürüyen bir kadının peşine düştüm. Okurun kendinden bir şeyler bulmasını istedim o ufacık bedende, ruhta.

Meşhur üniversitede muhalif bir grubun içinde yer alıyor. Burada Murat diye biri de var. Meşhur Murat’la sürekli beraber çalışıyor. Ona ilgi duyuyor. Hapishaneye girdikten sonra bağlantıları kopuyor. Murat bir defter bırakıyor Meşhur’a. Meşhur defteri okuduğunda hayal kırıklığına uğruyor. Düşündüğü gibi yer etmemiş Murat’ın hayatında. Murat ideolojik faaliyetlerde ve çalışmalarda Meşhur’la beraber olmasına rağmen ondan bahsetmiyor. Mustafa adlı birinden bahsediyor. Meşhur kendine değer verilmediğini görüyor. Burada ister sağ olsun ister sol olsun ister modern olsun isterse anti modern bu topraklarda kadına gereken değerin verilmediği anlayışına bir gönderme mi var? Neler söylersiniz?

Açıkçası bu soruyu romanı okuyanlara sormak gerek. Ancak özetlemek gerekirse her dönemde her coğrafyada devrim sürecinde kadınlar çoğunlukla ikinci planda kaldı, mücadelede gereken özen ve değere sahip olmadılar, direniş erkek işi dendi, oysa pek çok fedakarlığı yapan, sokaklarda omuz omuza mücadele eden de kadınlardı.

1980 darbesinde işkenceye maruz kalan kadın sayısı çok fazladır. Onlar konuşmadılar, yaşadıkları kötülüğü, karanlığı anlatmadılar, çektikleri acıyı, tuttukları yası dillendiremediler. Topluma karışamadılar, kapandılar, içlerine çekildiler. Kadının adı o zaman da yoktu hâlâ yok.

Romanda işlevsel nesne görevini gören peruk var. Perukçu dükkânı… Perukla neyi imlediniz?

Peruk bir kadının hayatta kalış ve direniş sembollerinden biriydi. Meşhur’un yeniden hayata karışmasına vesile oldu. Saçlarındaki eksikliği, yaralanan kadınlığını onardı peruk. Onu uzak durduğu kalabalıkların içine girmeye teşvik etti. Her perukla sanki duygu durumu değişti Meşhur’un ya da en azından öyle hissetti peruklarla. Elmas içinse yeniden diriliş, canlanış sembolü oldu peruk. Ölmek üzere olan bir kıza can simidi uzatmak gibiydi peruğu vermek.

Meşhur’un perukçu dükkânının vitrininde cansız manken başları var. Bunları o dönemin baskı dolu siyasi ve askeri ortamı dolayısıyla suskunlaşan, sinen, adeta canı çekilmiş gibi yaşayan insanları hatırlatan bir gösterge olarak okuyabilir miyiz? Suskun, sinik insanlara bir gönderme mi var?

Göndermeleri, göstergeleri yazar olarak benim imlemem doğru olmaz zannımca. Okurun hayal ve duygu dünyasına müdahale etmeyi sevmiyorum. Neden olmasın demekle yetiniyorum. Toplumsal kırılma ve travma noktalarında insanların üzerine sinen suskunluk, sessizlik, korku, baskı ve karanlık hepimizi pek çok şekilde etkilemiştir. Etkilemeye de devam ediyor ne yazık ki.

“Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” anlatıcı yönünden de zengin. Anlatıcıların bakış açıları dolayısıyla da… Bunlar. Gözlemci Bakış Açılı Birinci ve Üçüncü Tekil Anlatıcı, Kahraman Bakış Açılı Birinci Tekil Anlatıcı, Hâkim Bakış Açılı Üçüncü Tekil Anlatıcı. Neden metninizde birden fazla anlatıcıya yer verdiniz?

Roman türünün tüm olanaklarını kullanmak istedim bir yazar olarak. Peşinden koştuğumuz hikâye ve Meşhur’un başından geçen olaylar, karanlık ve kötücül siyasi ve politik dönem, toplumun yaşadığı sansür, baskı, değişim ve dönüşüm bu teknikleri rahatça kullanmama olanak sağladı.

Kısa bir forma mecbur olmadığım için geniş zamanlarda, detay ve ayrıntılarla anlatmayı seçtim. Özellikle külliyatın yarıdan sonra devreye girmesi romanı bambaşka bir boyuta taşıdı. İtiraf etmek gerekirse roman yazmanın hazzını her anlamda yaşadım.

Romanda metinlerarasılık (Gülten Akın, Füruzan, Nazım Hikmet, Yusuf Atılgan metinlerinleri…) ve üst kurmaca gibi anlatım teknikleri de kullanılıyor. Meşhur’un çevirdiği işkence külliyatı birden başlayıp on üçe kadar devam ediyor. Külliyatın on üçüncü bölümünde “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” Meşhur’un yazdığı son işkence külliyatı romanı olarak ortaya çıkıyor. Bu sürprizle ilgili neler söylersiniz?

Bunlar romanın sürprizleri elbette, üzerine başka bir şey söylemek doğru olmaz. Okurun bu detayları kendi başına romanla hemhal olurken keşfetmesini tercih ederim.

Romanınızın dokuzuncu bölümünün bazı yerlerinde yazı karakteri değişiyor. Değişik yazı karakteri kullanmanızın herhangi bir sebebi var mı?

Anlatıcı bakış açıları değiştikçe yazı karakterlerinin de değişmesi düşüncesi en başından beri mevcuttu. Roman bu tekniği kullanmama izin verdi.

Romanda “Koku” metaforu var. Meşhur uzun süre bu kokuların etkisinden kurtulamıyor. Meşhur’un anne yerine koyduğu Mü’nün ölümünden sonra evde ve her yerde Meşhur’un hissettiği yanık kokusu… Neden bu kokuya yer verdiniz romanınızda?

Bazı duyguları, kayıpları, yasları, sessizlikleri, yalnızlıkları anlatmak için farklı duyuları çağırırsınız. Meşhur’un ruh halini, acısını en güzel anlatacak metafor buydu zannımca. Yazarken aklıma geldi, özellikle planlayarak yazdığım bir bölüm değildi.

İster istemez insan etten, kemikten ve çamurdan yoğrulmuş bir canlı, geçmişte yaşanan pek çok duyguyu, hatırayı çağırıyor bellek. Zihnimin dehlizlerinden yanık kokusu geldi burnuma yazarken.

Meşhur’un zihninde bir sürü kız var. Her olayda ortaya çıkan bazen gülen bazen hüzünlenen bazen susan bazen ağlayan bazen isyan eden bazen ölen bazen dirilen kızlar… Bu kızlar en çok da Meşhur kararsız olduğu zamanlarda sesleniyorlar. Ayrıca Meşhur’un tanıştığı bir taksici Muhsin var. Muhsin de annesinden bahsediyor: Onun hiç gülemediğinden, sürekli ağladığından… Meşhur’un zihnindeki bu kızlar bu topraklarda yaşayan kadınların birer izdüşümü mü? Siz bu topraklardaki kadınların hikâyelerini nasıl görüyorsunuz? Kaybolan kadınların yanında mısınız? Yoksa bütün olumsuzluklara rağmen ayakta kalan, hatırlayan, direnen kadının yanında mı?

Yazar olarak yazdığım öykülerin bugüne kadar yüzde sekseninden fazlasında kahramanlar hep kadınlar ve çocuklar oldu. Onların ağzından hikâyeler dillendirmeyi, yalnızlıklarını, korkularını, suskunluklarını, acılarını, yaslarını, mağduriyetlerini ya da direnişlerini anlatmayı tercih ediyorum. Kadınlar bu dünya var olduğundan, dönmeye başladığından beri direnişte. Coğrafya fark etmiyor, zaman fark etmiyor her daim kadınlar mücadele içinde ayakta kalmaya, hayata tutunmaya, sessizliklerini sonlandırmaya çalışıyor. Yılda on binlerce, günde ortalama yüz elli kadının öldürüldüğü bir dünyada kadınların yanında olmamak gibi bir seçenek var mı?

Kadına şiddet, kadın cinayetleri politiktir. Düşününce insanın çıldırası geliyor. Bir yazar olarak kadına dair hikâyeler anlatmak, yapılan şiddeti, karşı durulan direnişi, mücadeleyi, cinayetleri, failleri ifşa etmek, cezasızlığı deşifre etmek, dillendirmek benim için hayati önem taşıyor. Öldürülen kadınlar isimsiz birer vaka olarak adli kayıtlara geçiyor, resmi kayıtlarda cisimleri yer almıyor, istatistiksel rakamlardan ibaret, gazetelerde üçüncü sayfa haberi olarak kalıyorlar. Hikâyeleri anlatılmıyor, birkaç gün konuşulup sonra unutuluyor. Edebiyat resmi kayıtlara alternatif toplumsal bir başka bellek kaydı yaratır. Edebiyat bir çığlık gibi yankılanır zihinlerde. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmadıkça, şiddet failleri indirim almadan doğru dürüst yargılanmadıkça yazmaya, yazılmaya devam edecek bu öyküler.

Son olarak neler söylersiniz? 

Teşekkür ederim… 

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Polat ÖZLÜOĞLU

    • 1974’te İzmir’de doğdu.
    • Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü’nde okudu.
    • 2015’de ilk öykü kitabı ‘Günlerden Kırmızı’
    • 2017’de ikinci kitabı ‘Hevesi Kirpiğinde’ Notabene Yayınları’ndan çıktı.
    • 2019’da ‘Peri Kızı Af Buyrun’ kitabı Can Yayınları’ndan çıktı.
    • 2021’de Metis Yayınları’ndan çıkan Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle ‘Erkekler Yalnızlıklar’ seçkisinde ‘Evde Bekleyen Biri’ öyküsüyle yer aldı.
    • 2022’de İthaki Yayınları’ndan ‘Annem, Kovboylar Ve Sarhoş Atlar’ adlı kitabı yayınlanmıştır. Kitap 2022’de 7. Antalya Edebiyat Günleri ‘Yılın En İyi Öykü Kitabı’ ödülüne ve 2023 Fakir Baykurt Öykü Ödülü’ne layık görülmüştür.
    • 2025’de son kitabı “Kalbin Durduğu Bütün Zamanlar” İthaki Yayınları tarafından yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir