Yazarımız Emre Bozkuş, ülkemizin bilimkurgu/polisiye edebiyatının değerli ismi Sadık Yemni ile söyleşti. Bu fevkalade önemli söyleşiyi dikkatlerine sunuyoruz. Yoğun gündemine rağmen bize vakit ayıran Sadık Bey’e teşekkür ediyoruz.
Lisede fizik, matematik, kimya gibi derslerde gösterdiğiniz başarılar ve bu alanda dersler verip, yaptığınız kimya mühendisliği tahsili mâlum. Bilim, hayatınızın içinde her daim yer edinen ve sizi tatmin eden bir uğraş olarak görülüyor. Bu bağlamda bilime dair elde ettiğiniz hatırı sayılır birikimin ortaya koyduğunuz edebi metinlerdeki yansıması hakkında bize neler söylersiniz?
On altı yaşındayken evimde inorganik kimya deneyleri yaptığım bir laboratuvarım vardı. Lise sıralarında suya atılınca yanan taşlar, kendi kendine tutuşan mendiller cinsinden kimya şakalarımla, ama en çok da roketlerimle ünlüydüm. Daha sonra bildiğim dillerde teknik dergiler okumakla geçti ömrüm. Bu birikim edebi metinler aracılığıyla olağanüstü ortamları, yakın geleceğin bilimsel seviyelerini anlatırken tutarlı kalabilmeyi ve henüz bilinmeyenin ufkunu işaret edebilmeyi kolaylaştırıyor diye düşünmekteyim.
İşin bir de kurgu tarafı var. Çok karakterli bir romanda serüven akışının getirdiği bir zorunluluk var. Her karakter kendiyle ve eylemiyle, toplamda bütün kendi içinde matematiksel bir ahenk içerisinde olmalıdır. Tutarlılıkta şaşırtıcı, ama organik, karakterler ve olay örgüsüyle çelişmeyen bir kurgu olmalıdır. Bunu yapabilmek için gayret ederim daima.
Amsterdam’da yaşadığınız çetrefilli yaşamı internet sayfanızda bizlerle detaylıca paylaşıyorsunuz. Jack London’ın hikâyelerini anımsatan bu günler yazar olarak size neler kattı?
Hayatın çeşitli veçhelerini tanımayı karakter gelişiminde çok önemli buluyorum. Garsonluk, temizlikçilik, konfeksiyonculuk, demiryollarında işçilik, ardından dergi ve kitap yazarlığı, televizyonculuk, çevirmenlik vb. gibi işleri yaparken tanıdığım, birlikte çalıştığım kimseler ve dünyanın dört bucağına yaptığım seyahatler haliyle bir birikim sağlıyor. Önce kendinizi, sonra da insanları biraz tanımaya başlıyorsunuz. Bu tecrübe daha sonra bir karakter canlandırırken işinize yarıyor. Herkes kendi gibi, olması gerektiği gibi davranıp konuşuyor.
Sizin bir de sözlüğünüz var. Sadık Yemni Sözlüğü… Bu sözlük fikri nasıl ortaya çıktı acaba?
Kırk yıla yakın Amsterdam’da yaşadım mâlum. Yabancı dillerle ilişki ben de yeni kelimeler, deyimler bulmayı kışkırtmış olmalı. Bir sözcük bulayım diye gayretim olmaz. Yeni laflar kendi kendine ve ansızın zihnimin ekranında belirir. Sözlüğün ilk sayfası şöyle:
Tirildeme: Türkçe’de İngilizce’deki Thriller kelimesinin karşılığı 1996 yılına kadar yoktu. Gerilim, korku, polisiye tanımları yetersiz kalmaktaydı. Bizde tiril tiril gömlek, pantolon denir ya. Bu dikkatimi çekti. Thril ve Tiril kelimeleri arasında ses benzerliğinin yanı sıra anlam benzerliği olduğunu da keşfettim. Tirildeme kelimesi sözlükte hazırdı yani. Kendini tedavüle sokacak birini bekliyordu.
Tirildetir şeklinde de kullanılabilir.
Cümbüşlü Tirildeme: Action thriller için önerdiğim bir deyimdir.
TÖHAF: Tam Özerk HAyal Film. Bütün araştırmalara, antidepresan yıpratmalarına rağmen beynimizde henüz özerkliğini koruyan bölgeler olduğu biliniyor. Tam Özerk HAyal Film şirketi. Bir kitabı okurken ya da bir öyküyü dinlerken beynimizde bu bölgenin yarattığı sadece bize has filmlere verdiğim isimdir. 2008 yılı mamulâtı.
İdeaot:
İdeaot’u 2003’te otomatize edilmiş idealar, düşünceler, tasavvurlar ve hatta biraz da soyutun güzelliğinin doğurduğu aşk anlamına türettim. İdeaot’a giden yolun iki öncül basamağı vardı. Robot ve Biot.
Robot: Robot kelimesi ilk kez Çek yazar Karel Čapek tarafından 1920’de yazdığı Rossum’s Universal Robots adlı tiyatro oyununda kullanıldı. Çekçe robota kelimesinden yararlanmıştı. 1933 yılında Karel Čapek bir arkadaşına yolladığı mektupta robot kelimesini kardeşi Josef’in uydurduğunu yazmıştır. Asimow’un yazdığı öyküden yapılan I Robot, Robocop ve A.I, Artificial Intelligence, Star Wars filmleri en tanınmış robot filmleri olarak tarihe geçti. Ben nedense en çok I Robot’u severim.
Biot: A.C. Clarke, 1973’de yayımladığı Rama’yla Randevu adlı kitabında biyolojik robot olan biotlardan söz eder. Bunlar organik malzeme dolu bir denizden türüyorlar, tamirat, yedek parça temini, teknik bakım, temizlik vb. gibi görevleri yerine getirdikten sonra bu mini denizde çözülüp gidiyorlardı.
Oysa bütün sonsuz değişkeleriyle yaşam Rama’ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı.
‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, şef Biot gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe bazı davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.
(Arthur C. Clarke, Rama’yla Buluşma, İthaki yayınları, 1999)
İdeaot: Tasavvurlardan yapılmış, düşüncelerden örülmüş robotvari sistemler, simülasyonlar için bir sözcük ararken parmaklarım 2003 Şubatında ansızın İdeaot yazdı. Sezildemliğim, İdeaot’un bir kez kurulduğunda tüm evreni, evrenlerin tümünü birbirine bağlayan mana köprüleriyle eklemlendiğini fısıldıyor.
Evren denen matrix’in içinde olmak, bu tür bir tasavvurhanenin, düşomatın, hayalmatiğin azası, bileşeni, parça buçuğu kesilmek çok katmerli bir gerçekliğe açılan sayısız eşiklere de yakın durmaktır o halde.
İnanılmaz derecede muhteşem bir bütünün bitmez tükenmez tünelleri, salkım saçaklı kabul salonları ve de en önemlisi sayısız farkındalık düzeyleriyle tanışmaya davetliyiz.
Dünyada ilk kez 2003’de yayımlanan Çözücü adlı kitabımda kullanılmıştır.
Gelelim bilimkurguya. Polisiye türünde verdiğiniz eserlerle tanınıyor olmanıza rağmen bilimkurgu türünde eserleriniz de mevcut. Türe olan ilginizi neye borçlusunuz?
Daha altı yaşındayken kafayı robotlara takmış biriydim. Çocukluğumdan itibaren başka âlemlere, farklı boyutlara belki ziyaretlerde bulunurdum. Dünyanın bu gördüğümüzden ibaret olmadığının fiziki kanıtları her saniye elimin altındaydı yani. Buna fizik, kimya katınca ve teknik gelişmeleri takip edince bilimkurgunun tam göbeğinde duruyorsunuz demektir.
Bilimkurgu eserlerinin yazımı için fen bilimlerinin kaynaklık etmesi ve bu alanlarda bilgi sahibi olunması gerektiği kanısı yaygın. Oysa Ursula K. Le Guin gibi yazarlar sosyal bilimlere de yer vererek bu kanıyı değiştirdi. Sizin bu hususta yorumunuz nedir?
Sosyal bilimler ve teknik gelişmeler birlikte yürümelidir bence de. Benim öykülerimde paranormal ile bilimin birlikteliği kolkoladır mesela. Bizler şu anda robotlar, cyborglar, yapay zekâ ile bağlı organik bedenler, transhuman aşamasının çok yakınındayız. Bu bizim psikolojimizi, sosyolojimizi derinden etkileyecek. Geleceği anlatan bir roman işin bu tarafını da irdelemelidir. Hatta işin içerisine siyasi duruşlar da katılabilir. Bu çok normaldir. Le Guin Dünyaya Orman Denir adlı eserinde Vietnam savaşına göndermeler yapar malum.
Bildiğiniz üzere hız çağında yaşıyoruz. Bu durum insanların okumalarını da etkiliyor haliyle. PDF ve EPub gibi elektronik kitaplar okuyucuların gözdesi haline geldi. Siz durumu nasıl görüyorsunuz? Neler söylersiniz?
Ben ait olduğum kuşak itibarıyla kâğıt üzerinden okuyanlardanım. Yalnız zamanımızda artık ekrandan okumamak mümkün değil. Bu nedenle elektronik kitapları çok yararlı buluyorum. Büyük kolaylık da aynı zamanda. Geleceğin trendi.
Hazır çağa değinmişken sorayım. Teknolojik gelişmelerle bilimkurgu edebiyatı-sinemasının gelişiminin analojik bir ilgiye sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
Fikir ve ilham teknolojinin önünden yürür. Önce hayal edilir sonra da gerçek kullanım ortaya çıkar. Bilimkurgu edebiyatı ve sineması bize yakın gelecekteki muhtemel hayatları anlatır ve bizi gelecek şoka hazırlar. Hatta o geleceği sevmemizi bile sağlar. Modalaştırır. Analoji bu şekildedir dün yapılmış kayıt yarın fiziki gerçekliğe bürünecektir.
Bahsettiğimiz gelişmeler ana akım edebiyatın aslında birer bilimkurgu eseri haline gelmesine de sebep oldu. Düne kadar imkânsız denilen şeyler bugün gündelik hayatın birer parçası artık. Bu açıdan bakıldığında “Çağrılan” adlı romanınınız ve benzeri polisiye-bilimkurgu eserlerin ileride ana akım edebiyata dâhil olacağını düşünüyor musunuz?
Çağrılan Polisiye-Bilimkurgu türünde bir eser olarak bence şu anda bile ana akım edebiyatın en önemli meselesini konu almış olması nedeniyle onun tam göbeğinde yer almaktadır. Ela (2016 – Erdem Yayınları) adlı eserim ve Çağrılan Türkiye’de ve dünyada bir ilki anlatmaktadır. Metafizik ve bilimi bize ait değerlerle bir arada kullandım. Müslüman olmuş bir yapay zekâ ve bu tercihi yapış nedenleri bahsi orijinaldir. Spoiler vermemek için burada söylemiyorum.
“Çözücü” adlı romanınızda son dönemlerin popüler eserlerinin aksine ütopyayı anlatmayı tercih ediyorsunuz. Üstüne üstlük felsefe ile tasavvufu da bir araya getiriyor ve okura sorgulayacağı bir alan sunuyorsunuz. Sizce bu okurda karşılığını bulabildi mi?
Çözücü’de ütopya güç bela elde edilse de stabil olmayan, bozulan, çözülen bir yapı şeklinde takdim edilir. Bence bilim ve felsefe insan zihnine ve sezgilerine ait bir küreciğin dış yüzeyindeki karalar ve okyanuslar gibidir. Bu küreciğin çekirdeği de tasavvuftur. Okur bu küreciğin yapısının ne denli bilincinde olursa bu tür eserlerin ona hitap gücü artacaktır. Kitlesel karşılık bulmasını beklemek şimdilik ütopyadır.
Türkiye ve Dünya edebiyatında bilimkurgunun yükselişinden bahsettik. Yapay Zekâ ve Transhümanizm gibi kavramlar artık gündemin ana hatlarını oluşturur hale geldi ayrıca. Sizce gelecekte bu tür nasıl bir öneme ve göreve sahip olacak?
Daha önceki cevaplarımda parça parça bu sorunun cevabına biraz değindim. Cevabım kısa ve net. Yakın gelecekten itibaren hayatta kalabilmek için yapay zekâ ile insan zekâsı ve ruhunun işbirliği kaçınılmaz olacak. Bunun için ne gerekliyse o yapılacak. Et ve kemikten yapılma bedenler 22. Yüzyılı görebilir, ama İnsanat Bahçeleri ve müzeler dışında 23. ya da 24. Yüzyılda kullanımda olmayacağını düşünüyorum.
Teşekkürler Sadık Bey
Emre BOZKUŞ
Son Yorumlar