Tarla Kuşu Üzerinden Erkekler İçin Bir Aşk Okuması

Bilindiği üzere, klasik şiirimizde aşk, yüzlerce yıl gül ve bülbül mazmunlarıyla anlatılmıştır. Süleyman Çobanoğlu, yüz yıllara dayanan bu mazmunlardan bıkmış olacak ki tarla kuşunu seçmiş, ilk aşkını anlatmak için. Uzunca bir şiir, 21 dörtlükten oluşuyor; biraz masalımsı.

Alanın uzmanları Çobanoğlu’nu ‘Modern Hece’ ya da ‘Yeni Hece’ adını verdikleri, son otuz yılda ortaya çıkmış ve gelişmiş bir şiir anlayışının iyi kalemleri arasında sayıyor. Yeni Hece, halk şiirinin ya da klasik hece şiirimizin ölçü ve uyak gibi kaidelerinden nispeten azade; mecaz, metafor ve söz oyunları bakımından büsbütün serazat bir anlayış… Konunun teknik detayları hem bu yazının hem de yazarının takatinin üzerindedir. Bu yüzden ayrıntıları erbabına havale ediyorum. Ama Tarla Kuşu şiirinin özellikle biçim bakımından, Yeni Hece’den ziyade geleneksel kaidelere bağlı hece şiirine daha yakın olduğunu söylemeliyim.

Süleyman Çobanoğlu, daha on bir on iki yaşlarında aşk olduğunu sandığımız şeyin erkeği ne tür maceralara sürükleyebileceğini anlatır, Tarla Kuşu şiirinde. Son derece sade sözcüklerle ama akıcı bir üslupla. Peki, neden bir başka kuş değil de tarla kuşu? Tarla kuşu yüzden fazla kuşun sesini taklit edebilen aldatıcı bir kuştur. Dişisini elde etmek için halden hale girer, hileli yollara başvurur. Koca Kanuni’yi (Muhibbi)  bile âleme rüsva etmemiş midir aşk:

Aşk mıdır boynuma takup belâ zencîrini
Gezdirüp Mecnûnleyin âlemde rüsvâ eyleyen

Şiir, esasında erkeğin aşk arayışının önsözü gibidir. Daha şirin başında itiraf eder Çobanoğlu, tarla kuşuyla akraba olduğunu:

Tarla kuşu ben senin
Amucanın oğluyum
Gel de dinle bir lahza
Kurşun gibi doluyum

Çobanoğlu’nun ilk göz ağrısını anlattığı aşk hikâyesini tarla kuşunun kulağıyla dinleriz. Onulmaz yarayı sarmak için anası koşar, yardımına:

Kurşun döktürdüm, anam
Hocalara okuttu:
Kör olası şu sevi
Kuzucuğu kudurttu.

Tabi her aşk hikâyesinin bir de kız tarafı vardır:

İlendi yaşın yaşın
Köpürdü kız anası:
Boyuna da bakmaz hiç
Teneşirde yunası.

Ne var ki ne hocalar çare olur, ne de beddualar döndürür ergen aşığı yolundan:

Kız bir çatıp kaşını
Baksa yüzüm yanıyor
Saçım bile, hey saçım
Su serpince yatıyor

Üç canavar öldürsem
Bakıp bana güler mi
Koşumlu atım olsa
Benle bile gelir mi

Gelincik sever diye
Dizlerimi kanattım
Görsem diye keşikte
Üç gece damda yattım

Masalımsı bir anlatımla devam eder şiir. Daha yolun başında erkeği maymuna çeviren bu onulmaz aşkın sonu nereye çıkar? ‘Bir lügat gördüm cünun isminde ben/anda hep cevr ü cefanın adı aşk’ dememiş mi Şeyh Galip? Cevr ü cefanın olgunlaştırdığı aşk, tarla kuşunu bülbüle dönüştürebilir mi?

Tarla kuşuyla kuzen söyleyen Çobanoğlu’nun başında kavak yelleri eserken Macar Yahudisi Eprahim Kishon’ın kaleme aldığı ‘Tarla Kuşuydu Juliet’ oyununu hatırlatmak ne kadar işe yarar bilmiyorum ama benden söylemesi aşk dediğimiz şey de yerinde durmuyor. Kishon, adı geçen oyununda İngiliz yazar Shakespeare ile fena halde dalga geçer.

Romeo ve Juliet’in trajik sonuna gönlü razı olmayan Kishon, ölüm sahnesini oyundan çıkarıp iki aşığı evlendirmekle başlar işe. Bu mutlu evlilik zaman içinde trajikomik bir hal alır. Evliliğin ileriki yıllarında o dillere destan aşktan eser kalmamıştır, artık; yokluk ve sefalete sürüklenen iki âşık, her gün kedi köpek gibi kavga etmektedir. Üstelik, birbirine hiç tahammül edemeyen karı koca, son derece sorunlu bir kız çocuğuna sahiptir. Romeo’nun ‘Yaşasaydın da görseydin halimizi!’ diye sitem ettiği Shakespear’ın ruhu sahneye girer ama iş işten çoktan geçmiştir. Yeniden sevmenin imkânı yoktur. Hem Romeo hem de Jüliet baş edemedikleri sorunlar karşısında o kadar çok söylenmektedirler ki bırakın Shakespeare’i, Tanrı’yı bile dinleyecek durumda değildir. Birkaç yıl önce Konya Devlet Tiyatrosu’nun sergilediği oyundan çıkarken ‘Al birini, vur ötekine… İyi ki Shakespeare ikisini de öldürmüş, bunların.’ demiştim, içimden.

Çobanoğlu kızı etkilemek için ergen saçlarını suyla düzeltmeye çalışadursun Kishon’un Shakespeare’i eze eze dalga geçtiği durumu, Behçet Necatigil naif ve kırılgan bir dille anlatır ‘Solgun Bir Gül Dokununca’ şiirinde:

Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
En çok güz ayları ve yağmur yağınca
Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
Uzanıp alıyorum kimse olmuyor
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.

Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.

Yokluğuyla yanıp kavrulduğumuz aşk, dokunma şansı yakalayınca neden o eski büyüsünü yitirip soluyor? Peki, erkek için dokununca hazin ve solgun bir güle dönüşen aşk, durduğu yerde kalır mı? Bundan sonraki aşama hayal ve vehimdir ki erkeğin içine düştüğü bu hali de yaklaşık üç yüz yıl önce Nedim itiraf etmiştir:

Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm
Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana

Onca sene sonra açık yürekli itirafçılar kervanına Attila İlhan da katılır ‘Böyle Bir Sevmek’ şiiriyle:

ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir
……
yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kim bilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.

Yazıyı okuyan tasavvufa gönül vermiş dostlarımın ‘Bir surete takılıp aşk-ı mecaziden aşkı-ı hakikiye geçemezsen olacağı bu, oyalan dur bakalım, yalan sevgilerle, nereye kadar kandıracaksın kendini…’  dediğini duyar gibiyim.

Peki kadınlar? Erkeğin, muhayyel hatta varlığı bile şüpheli olan bir dünyaya ittiği kadınların cevap hakkı yok mu, bu konuda? Tabi ki var ama öyle sanıyorum ki kendilerini gerçek dünyaya çağırıp duran kadınların cevabını duymak istemeyecektir, erkek milleti.

Mustafa SARI

Dipnotlar
1- Kim demiş gerçek âşıkların şairler arasından çıktığını. Söylemek başka yaşamak başka değil mi? Hem Fuzuli’nin kendisi itiraf etmiyor mu şairlerin yalancı olduğunu:
Ger derse ki Fuzuli güzellerde vefa var
Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.
2- Mesela nenemin sık kullandığı ancak erkek milletinin duymaktan hoşlanmadığı cevaplardan birini ben hatırlatayım: Erkeğin iki kaşığı varsa birini kıracaksın.

3 Comments

  1. Erkut Örs Reply

    Bir matematikçi olarak, şiire edebiyata hep ilgi duymuşumdur. Insanın düşüncesine, sözlerine estetik katıyor şiir ve edebiyat. Sizde de fazlasıyla var, şu yoğun günlerde severek okuyorum yazılarınızı, tebrikler 👏👏👏

  2. Ahmet Çetin Kavak Reply

    ” Vuslat, aşkı bitirir. ” demişti biri.
    Bir ulaşılmaz hülya olmalı ki, sürsün bu yolculuk.
    Şehrazâd ‘ in Bin Bir Gece Masalları gibi..
    Hiç bitmemeli.
    ” Solgun bir güle dönüyor dokununca ..” ifadesini çok sevdim. Atiyye olarak alıyorum izninizle.
    Çobanoglu , edebiyatta ve fikirde arayış içinde. Yeni bir soluk olma peşinde. Lakin, nefesi ne kadar güçlü, tartışılır. Tarla Kuşu, Bülbül ile ilk çeyreğe kadar yarışır. Sonra, pervane gelir geçer,aşk nihayetinde , kendisi için öleni seçer. Kaleminize, yüreğinize sağlık.

  3. Alaattin Diker Reply

    Kishon iyi adamdır. 80 ve 90lı yillarda Almanya-da çok okunurdu. Almancası da var. Türklere ve müslümanlığa toz kondurmazdı mülakatlarında.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *