The Name Is Mamdani

New York’un yeni seçilen çiçeği burnunda başkanı Zohran Mamdani, Hint asıllı bir Müslüman; Uganda doğumlu. Babası Mahmud Mamdani akademisyen, annesi Mira Nair ise uluslararası ödülleri olan yönetmen ve yapımcı…  Uganda’nın başkenti Kampala’da başlayan hayatı, 5 yaşında Güney Afrika ve 7 yaşında iken de Amerika’ya göç ile devam etmiş. Annesinden tevarüs ettiği sanat baskın gelmiş olacak ki müzikle meşgul olmuş; besteler ve yapımcılık yapmış. Dünya genelinde göçmenlerin tipik tepkisel hareketinde olduğu gibi toplumda dezavantajlı gruplarla yakından ilgilenmiş.

Seçim çalışmaları için sosyal medyada paylaştığı videolarda ve müzikte bir Amerika, diğeri Hint yapımı olan iki filmin izleri açıkça görülmekte. İlki 2001 yapımı I AM SAM adlı film. Başrollerini Sean Penn ve Michelle Pfeiffer’in paylaştığı filmi, Jessia Nelson yönetmiş. Down sondromlu bir babanın, kızını elinden almak isteyen Amerika hukuk sistemine karşı verdiği mücadele… 7 yaşındaki kızı ile aynı zekâ seviyesinde olan Sam’in artık babalık görevini yerine getiremeyeceğine kanaat getiren sosyal hizmet uzmanları çocuğun koruyucu aileye verilmesine kararlaştırır… Ardından başlayan hukuk mücadelesi… Engelli bir adamın duygusal zekâsı (EQ) ile Amerikan hukuk sisteminin entelektüel zekâsı (IQ) arasındaki zorlu savaş…Sonuç mu? IQ karşısında EQ’nun zaferi…

MY NAME IS KHAN ismini taşıyan ikinci film, Hint yapım. ‘İyilik ya da kötülüğün ölçütünü sadece dinler belirleyemez.’ iddiasında olan film, bu iddiayı Hint asıllı engelli bir Müslüman delikanlı üzerinden anlatır.

2010 yapımı olan filmin başrollerini Hintli oyuncular Shahrukh Khan ve Kajol paylaşmış; Yönetmen ise Karan Johar.  Amerika’da Hindu bir kadınla evlenen Khan, eşine ve üvey oğluna soyadını verir. Yazık ki bu Müslüman soyadı, 11 Eylül sonrasında üvey oğlunun faşistler tarafından öldürülmesine sebep olur. Üvey oğlu için hukuk mücadelesi başlatan Khan’ın Amerika Başkanına söylediği sözler filmin özetidir: Sayın Başkan ‘Benim Khan ve ben bir terörist değilim.’ Bu replik gibi, filmin birçok yerinde geçen sözleri, Mamdani’nin seçim propagandasında ve zafer konuşmasında bulmak mümkün… THE NAME IS MAMDANİ… Bütün New Yorkluların gönlünü kazandığı kulağa hoş gelen şarkısının adı bile büyük bir olasılıkla MY NAME IS KHAN filminden etkisiyle ortaya çıkmıştır.

Benim gibi, muhafazakâr bir çevrede büyüyenler iyi hatırlayacaktır, eskiden bilimden sanata, siyasetten ekonomiye kadar Batı’da Müslüman birinin gösterdiği en küçük bir başarı, gündemi abartılı biçimde meşgul ederdi. Özellikle muhafazakâr medya eliyle yürütülen bu haberler, bir tür ‘Ben de varım!’ deme ve kendini modern dünyaya kabul ettirme çabasıydı…

Mamdani’nin zaferi, o eski heyecanla karşılanmadı, ülkemizde, özellikle siyasi gücü elinde bulunduran dindar kitleler, pek iltifat etmedi, bu beklenmedik zafere. Oysa adam milyonlarca gayr-i müslim taraftarına açık açık ‘Ben, Müslüman ve demokratik sosyalistim. Daha da önemlisi bunlar için özür dilmeyi reddediyorum.’ dedi. Eskiden olsa din faktörünü siyasi mücadelenin merkezine alanlar, Müslüman olduğu için özür dilemeyi ve bedel ödemeyi reddeden birini kayıtsız şartsız destekler hatta bunun için gösteriler düzenlerlerdi… Bırakın milyonların desteğini arkasına almış bir başkanı sıradan biri için bile haberler yapılır, sloganlar atılırdı… Sanırım, bu cümlede geçen ‘demokratik sosyalist’ ifadesi, dindar / muhafazakâr cephenin pek hoşlanacağı türden değil. Demokrasiyi pek de içselleştirememiş, hele hele duyanların tüylerini diken diken eden ‘sosyalist’ söylemi, iktidarı ve parayı bulunca zaman kaybetmeden kapitalizme eklemlenmiş olan kitlelerin kolay kabul edeceği şeyler değil.

Sadece toplumsal açıdan dezavantajlı azınlık gruplar değil New York’ta yaşayan Siyonizm karşıtı Yahudiler ve Hristiyanların da desteklediği Mamdani, Gazze konusunda da oldukça net; Gazzeli Müslümanların iki yıldır bütün dünyanın göz önünde hatta canlı yayınlarda maruz kaldığı zulmün savaş suçu olduğunu ve bu suça bulaşanların cezalandırması gerektiğini söylüyor… Gazze, Kudüs, Siyonizm karşıtlığı… Daha ne olsun, bütün bunlar, dindarların kırmızı çizgisi değil miydi? Peki, bu ilgisizlik neden? Siyaseti din üzerinden yürütenler, ellerindeki önemli bir argümanı ya da kozu solcu bir Müslümana kaptırmaktan mı korkuyor yoksa? Trump tarafından meşruiyet verilmiş iyi giden ilişkilerin, ne dediği belli olmayan bu zıpçıktı delikanlı yüzünden bozulmasını kim ister(!)… Üstüne mezhep faktörünü, LGBT gibi destek verdiği marjinal grupları da ekleyin, siz de hak verirsiniz bu suskunluğa…

Seçim propagandasını hazırlanırken etkisinde kaldığı filmlere dönersek, gerçek hayatın filmlerdeki gibi olmadığını, gerçek hayatta Down sendromlu Sam’ın kızının velayetini asla alamayacağını ya da engelli ve Müslüman olan Khan’ın Amerika başkanına ders veremeyeceğini eminim Mamdani de biliyordur. Umarım, kendini bekleyen onlarca sorunu çözmek için verdiği sözleri tutabilir; bekleyip göreceğiz. Ancak siyaseten hasım olduğu ‘beyaz’ güçlerin olası saldırıları bir tarafa, uluslararası siyasi konjonktür, Mamdani’nin Müslümanlar tarafından da yalnız bırakılacağına işaret etmektedir.

Günün sonunda mamdani, büyük bir olasılıkla çok farklı dini, etnik ya da sosyal gruba mensup taraftarları ile baş başa kalacak…  Farklı sebep ve saiklerle de olsa Siyonizm karşıtı New Yorklu bir Yahudi ya da Hristiyan ile Gazze (belki biraz da Hamas) destekçisi Müslüman bir New Yorkluyu aynı paydada toplamayı başaran Mamdani’nin bu uzun maratonda nefesinin nereye kadar yeteceğini zaman gösterecek.

Filmle başladığım yazıyı, ancak filmlerde görebileceğimiz romantik bir beklenti ile bitireyim. Umarım, Hristiyan, Müslüman ya da Hindu fark etmez iyilik ve doğruluğun kaynağının kendi tekellerinde ve sadece kendi dinlerinde olduğuna inananlar kaybeder…

Mustafa SARI

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *