19. yüzyılda insan hayatına giren en büyük yenilik nedir? Bu ilginç soru, kısa bir zaman önce yapılan ankette İngilizlere sorulmuş. Bisiklet, telefon, dinamit, kibrit, makinalı tüfek ve elektrik lambası gibi onlarca seçenek içerisinde en popüler cevap, tuvalet kâğıdı çıkmış. Sizi bilmem ama ben hiç şaşırmadım, bu sonuca.
Batı dünyası modern anlamdaki tuvalet kâğıdıyla 19. yüzyılın ortalarında seri üretime geçen fabrikalar vasıtasıyla tanışmıştır. Ancak, Frank McCourt’un, ödüllü romanı Angela’nın Külleri’nde anlattıklarına bakılırsa İrlanda’nın yoksul bölgeleri 1960’larda bile mahrummuş tuvalet kâğıdından. Peşinen söyleyeyim, bu durumu yoksullukla açıklamak, kolaya kaçmaktır. Tuvalette temizlenmek için suyu zaten bilmeyen İngilizlerin insana komik gelen bu seçimi, esasında temel ihtiyaçlar listesindeki sıralamaya ilişkin de bilgiler verir.
Böyle bir soru, Toroslardan kopartılıp Çukurova cehenneminde çiftçiliğe mecbur edilen bizim yörüklere sorulmuş olsaydı, sizi temin ederim, buzdolabı’ndan başka bir seçeneği işaretleyen çıkmazdı. Sevgilinin kaşına, gözüne, saçına hatta benine varana kadar şiir yazan ozanlarımızın dehası, Çukurova’nın da sıcağına türküler yakmıştır:
Yandı, Çukurova yandı
Eli bazlı beyler indi
Keklik uçtu, dudu kondu.
Böylesi bir sıcak, Çukurova’da Torosların buz gibi sularından mahrum kalmış yörüklerin tercihinde etkili olmaz mı sizce de?
Bırakın klimayı buzdolabının bile olmadığı bir dünyada soğuk su, yörükler için her şeydi. Çukurova’da aziz olan, soğuk su’ydu… Asaf soğuk su ise Hz. Süleyman yörüktü… ‘Asaf’ın mikdârını bilmez Süleyman olmayan demiş.’ Ziya Paşa… Burada mikdar sözünün şimdiki gibi kemiyet değil ‘değer, kıymet’ anlamında keyfiyet bildirdiğini söylemek; soğuk suyun kıymetini de Çukurova’nın sıcağını yiyene sormak lazım…
Buzdolabı hayatımıza girmeden önce şükranlarımızı Toroslardan getirilen karlara sunardık, biz. Çocukluğumun soğuk suya ilişkin siyah beyaz karelerinde kalmış en belirgin fotoğraf, Toroslardan kar getiren çarkıtı çıkmış (çok eskimiş) kamyonlara ait. Sesinden tanırdık bu kamyonları; alışık olmadığımız yüksek oktavlı mekanik hırıltısını duyan herkes tencereyi kaptığı gibi dışarı fırlardı. Güneşin altında teri topuğundan çıkan şişman adamlar gibi, eriyen kar suları kamyonun her yerinden şıpır şıpır damlardı. Geçen dakikaların aleyhine işlediğini çok iyi bilen satıcı, eriyen karları bir an önce paraya çevirebilmek için hiç pazarlık yapmaz, verilen her kuruşa razı olurdu. Yirmi beş ya da elli kuruşa alınan tencere dolusu kar bazen pekmez katılarak tatlandırılır bazen de ayranı soğutmak için kullanılırdı. Ramazan aylarında iftara yakın vakitte kamyonla kar getirenler, soğuk suya teşne Müslümanlarından çok hayır duası almıştır…
Bu itibarla Toroslar, her daim evladını düşünen ve onlar için yaşayan fedakâr bir ana gibi gelir yörüklere; iki sokak ötedeki kızına bir kap yemek vermeden sofraya oturmayan ya da başka şehirde okuyan oğluna her ay yiyecek kolisi göndermeden içi rahat etmeyen bir ana… Toroslar, sıcakta yaylaya çıkamayıp sehilde (Çukurova) gurbette kalan evlatlarına, bütün kış göğsünde biriktirdiği kardan her yaz kamyon kamyon göndermeyi ihmal etmezdi.
Kasabadaki evlere tek tük buzdolabı girmeye başlayınca külüstür kar kamyonları da canını kurtarmak için direksiyonu daha ücra ve elektriksiz köylere kırmak zorunda kaldı. Buzdolabı sayesinde soğuk su her daim elimizin altındaydı artık; canımız her istediğinde buz kalıplarını poşet içinde ezip yapay bir kar oluşturuyor ve pekmezle yiyebiliyorduk…
Buzdolabı devrimi kasabadaki sosyal hayata da yenilik getirmişti. Eskiden beri köy evlerindeki tulumbayı ortak kullanmaya alışkın olan yörükler, buzdolabı için de bir tür ortaklık geliştirmişti. Komşular bazen buz için kap getiriyor bazen de artan yemekleri sıcakta bozulup kokmasın diye tenceresiyle bırakıyorlardı anneme. Konu komşunun sabah almak üzere koyduğu yemeklerin bir kaza kurşununa gitmesinden korkan annem, sık sık üst raftaki fasulye falancanın, alt raftaki patlıcan filancanın, sakın ellemeyin diye uyarıyordu bizi. Günlük kap getirmeyi unutan ya da her gün aynı istekle kapı aşındırmaktan utanan komşularımız için annem ihtiyaten kap kacağa su doldurarak akşamdan dolaba koyuyor; sabah buz halinde bu unutkan ya da utangaç komşularımıza gönderiyordu.
Bir akşam babam ‘Dolaba bol su koyun, buz olsun; kimseye de dağıtmayın; yarın Kıbrıs’a asker sevkiyatı olacakmış. Siz de yiyecek bir şeyler hazırlayın, askere vermek için.’ dedi, anneme. Zaten kasabada haftalardır geceleri lambaların yakılmasına izin verilmiyor, karartma yapılıyordu. Belediyede görevli babam geceleri sokak sokak gezip kasabada karartma kuralına uymayanları uyarıyordu. Herkesin kulağı radyodaydı; Kıbrıslı Türklerin maruz kaldığı saldırılar, Rumların yaptığı katliam haberleri geliyordu sürekli…
Karatma geceleri, sıcak havada içerden çok dışarda yaşamaya alışkın kasabalı yörükler için ayrı bir maceraydı… Sokak aralarında öbek öbek oturan kadınlar bazen sureler okuyup dualar ediyor bazen de duydukları bir Rum vahşetine her seferinde korkunç ayrıntılar ekleyerek lanet okuyorlardı. Sabahlara kadar süren bu oturmalar ancak kocalarının gelmesiyle sona ererdi. Karartma geceleri, işin ciddiyetini yeterince anlayamayan biz çocuklar içinse daha çok eğlence, daha çok oyun demekti… Nasıl olsa annelerimiz de sokaktaydı… Bizi eve çağıracak biri olmadığına göre karanlıkta istediğimiz kadar oynar, yorulsak da uyumamaya çalışırdık…
Sabah erkenden neredeyse kasabadaki her evde bir hazırlık telaşı başladı. Kimi hamur yoğurup sac böreği yapıyor; kimi dolma hazırlıyor, kimi sarma sarıyor kimi de helva karıyordu… Her tarafta yemek kokusu… Yufka ekmekler sulanıyor; hazırlanan dolmalar ve sarmalar yufkaların içine konup üçer dörder kişilik paket haline getiriliyordu… Babam da iki karton sigara alması için abimi bakkala gönderdi. Abimin ‘Birinci mi alayım?’ sorusuna babam: ‘Herhalde yani… Gelincik alacak halimiz yok!’ diye kızarak cevap verdi. Babamın bu kızgın herhalde’si aslında başka bir hakikati vurguluyordu… Birinci gibi ucuz bir sigara varken çikolata kutusuna benzer, kapaklı bir pakette satılan ve pahalı olan Gelincik sigarası alacak halimiz yoktu… Üstelik vatan ve millet uğrunda ölümü göze almış bu er oğlu erlere, ince ince sarıldığı için köylünün avrat sigarası dediği Gelincik ikram etmek yakışık almazdı.
Babam belediyede memur olduğundan sevkiyata ilişkin en doğru haberler bizdeydi. Bu yüzden hazırlığını bitiren komşu kadınlar ikide bir çocuk gönderip konvoyun geçiş saatini öğrenmek istiyordu. Nihayet abim nefes nefese getirdi haberi… Çor çocuk, kadın kız bütün komşular kasabanın hemen dışında Mersin limanına giden karayoluna çıktı… Yol kenarında ucu bucağı görünmeyen bir insan zinciri vardı… Yüzlerce insan ellerinde paketlerle askerleri bekliyordu… Delikanlılar, gavura vurur gibi tokmakla dövülen davul ve bas bas bağıran zurna eşliğinde halay çekiyor; kadınlar yüksek sesle çalan radyo ya da teyiplerde Mersinli İsmail’in Kıbrıs Türkleri için söylediği şarkıyı dinliyordu:
Kahpe Yunan bizi gör de insan ol
Bugün Girne’deyiz yarın Limasol
Savaş bizim için çiçekli bir yol
Yunanistan bağla köpeklerini
Fransızlar bağla köpeklerini
Bağlamazsan kırarız çenenizi.
Vakit ikindiye yaklaşmıştı ancak konvoy bir türlü gelmiyordu… Çeken bilir; temmuz ayında, ikindi vaktinde bile güneşin canı kesilmez Akdeniz’de… Annemin akşamdan dondurduğu buz kalıplarını ben taşıyorum. Poşet içindeki buzlar yakıcı güneşin etkisiyle yavaş yavaş suya dönüşüyor… İçimden ‘İnşallah, buzlar erimeden gelir konvoy.’ diye dua etmeye başladım…
Bir müddet sonra davulu döven tokmağın sesi attı, Mersinli İsmail daha yüksek sesle söylemeye başladı şarkısını ve konvoy kasabaya ulaştı… Yüzlerce insan elindeki paketi, yavaşlayan araçlardaki askerlere vermek için yola atılıyor… Annem dolmaları, ablam börekleri, babam ve abim sigara paketlerini birkaç askere dağıttı… Ben de iyice küçülen buz kalıplarıyla dolu poşeti bir araca uzattım… Poşeti alan asker, buz gibi suyu çığlık çığlığa arkadaşlarının üzerine saçaladı… Erimiş buz parçaları, Akdeniz güneşi altında son nefesini verirken, ağzı dolusu kocaman bir kahkahaya dönüştü. Beni de güldürdü… Bu güle oynaya gidiş, ölüme değil miydi, yoksa?

Karsambaç
Mustafa SARI
Son Yorumlar