Münür

Çocukken Cumartesi sabahları erkenden kalkar, televizyonun karşısına geçerdim. TRT’de Açıköğretim dersleri bittikten sonra çizgi filme bakardım. Günün geri kalanını arkadaşlarla sokakta geçirir, top peşinde koşardım. Şimdilerde televizyonda çocukları çeken pek bir şey yok. Benim için hafta sonları eğlence olmaktan çıktı. Zaten bir süre sonra evde çeşitli işlere yardım etmeye başladım. Bunlar; çarşıdan öteberi taşımak, pazar arabası sürmek gibi alelade şeylerdir. Yılda bir-iki sefer yapılan tadilatlar babamın eline bakardı, ben karışmazdım. Boya-badana planı varsa, hırdavatçıya gidip ne alınacaksa yüklenir getirirdim. Benim elime fırça yakışmazdı. Hem yakışsa ne çıkar? Boya işini sevmezdim. Çalışanların başında durur, işçiye ustaya «çavuşluk» ederdim.

O gün kafam yerinde değildi. Başım çok ağrımıştı ama akşam saatlerinde ferahlamıştım. İlaç ilk defa kâr etmişti. Cumartesi kalabalığı yeni dağılmıştı. Bilgisayarın başına oturacağım sıra dükkâna biri geldi. Adres aramaktan yorulmuş. Kendisini babam göndermiş, elektrik ustasıymış. “Tesisatı değiştireceğiz. Sen otur, dinlenmene bak” dedi. Ardından gençten bir oğlan, elinde takım çantasıyla dükkândan içeri girdi. Olduğu yere çöktü ve ayakkabılarını bağladıktan sonra çıktı. Demeye kalmadan, kucağında içi led dolu iri bir kutuyla tekrar geldi. Kapının kenarına bir de merdiven dayadı. Bilgisayarın karşısına oturmuş haber bakıyordum. Usta, “Yerinden bile kalkmana lüzum yok, elektriği kesmeden çalışacağız” dedikten sonra işe koyuldular. Genç oğlan, sırtından çıkardığı gocuğu kapı koluna astı, gömleğinin kollarını sıvadı. Alçıpan delmek için kullanacağı aletin elmas uçlarını, takım çantasının küçük bölmesinden alarak ilgili yere itina ile vidalamaya başladı. Ardından kireç lekeli bir örtüyü vitrinin üzerine serdi. Usta, cebinden sigara paketini çıkardı. Ben de ne yapayım, haberden vazgeçip radyoyu açtım:

“TRT stüdyolarında hazırladığımız «Gönülden Nağmeler» programından tüm dinleyenlerimize merhaba. Yaklaşık bir saat boyunca Türk müziğinin sevilen eserleriyle sesleneceğiz sizlere.  Sevgili dinleyicilerimiz, programda ilk olarak…”

Usta, sigarasını yaktıktan sonra genç oğlana işi tarif etti. Genç oğlan, kapının kenarına dayalı vaziyette bekleyen merdiveni omuzladığı gibi içeri getirdi. Sigarasından yeni bir nefes çekmişti ki ustanın cep telefonu çaldı. Merdivenin pergel gibi iki ucunu açarak yere iyice sabitleyen genç oğlan, elinde aletle beraber iki basamak çıkarak dükkânın tavanına ulaştı. Usta, telefonu cebinden çıkardı ve artistik bir hareketle düğmesine dokunduktan sonra muhatabıyla konuşmaya başladı:

-Evet benim…

-Halil değil birader, Ali.

-Bunları telefonda konuşmak âdetim değil!

-Ne münasebet efendim!

Karşı taraf takıldığı bir konu hakkında Ali ustadan yardım istiyor sanmıştım ama anlaşılan iş başkaydı. Ali usta kızmıştı, telefonda sesini alamayan muhatabı için kelimeleri üzerine basa basa tekrar ediyordu. Rahat konuşmaları için radyonun sesini kıstım fakat Ali usta lafı uzatmadı. Birazdan kendisine döneceğini söyleyerek telefonu kapadığında, genç oğlan aletin yuvarlak ucunu alçıpan üzerine bastırarak dikkatlice sabitlemişti. Ali usta ile göz teması sağladıktan sonra makineyi gürültüyle çalıştırdı. İşine iştahla sarılan genç oğlanı bir süre takip ettim. Babam “delme, takma işleri dışarıdan göründüğü gibi kolay değildir. Aksini iddia eden varsa konuşsun” derdi. Aynı fikirdeyim. İşçilik bir sanattır…

Uçuşan kireç parçacıkları arasında siluet gibi görünen usta, elinde cep telefonu ile az önce konuştuğu muhatabına mesaj yazmaya karar verdi. Böylelikle her şeyi teker teker izah edecekti. Genç oğlanın alçıpan keserken zorlandığını gördü. Bir süre kayıtsız kaldıktan sonra külü uzayan sigarasını söndürmek için dışarı çıktı. Kestiği yuvarlak alçı dilimini çıkaramayan oğlana seslenmeden, eliyle yumruk işareti yaparak yol gösterdi.

Bilgisayar ekranını kapatıp masa başından kalktım. Gerçi benim payıma düşen, olan biteni seyretmekten ibaretti. Genç oğlan yuvarlak parçayı yumruklayarak un ufak ettikten sonra merdivenden aşağı indi. Getirdiği led kutusunun içinden boşluğa monte edeceği lambayı seçerek ambalajından çıkardı. Nasıl karar verdi anlayamadım. Lambanın çalışacağından emin olamadı ve bir yenisini aldıktan sonra tekrar merdivene yöneldi. Birinci basamağı çıkarken dengesini kaybedecek gibi oldu ise de toparladı. İkinci basamağı çıkıp tavana ulaştığında kendi kendine gülümsedi. Bu esnada Ali usta telefonun ekranını kararttı. Genç oğlanın yanına gelerek yerine bıraktığı ledi sordu:

-Münür, bu çalışmak yok?

-Yok.

Başımın ağrısının geçtiğine inanamıyordum. Üstelik çocuk gibi içten içe seviniyordum. Ali usta, bir taraftan işi takip ederken bir taraftan da benimle konuşuyordu. Alçıpan tesisatının eski olmasından şikâyet ediyordu, aksi halde işleri kolaydı. Nihayet led yerine monte edildikten sonra yüzümüz aydınlandı. Haliyle biraz kırıp döktüler. Sağlık olsun. O değil de, Ali usta Münür’le neden bir turistle anlaşmaya çalışır gibi konuşuyordu? Genç oğlanın adını böylelikle öğrenmiş oldum. Ona hitap eder gibi, kendi kendime şöyle dedim:

-Evet, Münür. Şimdi sıra diğer delikte!

Meğer bizim Münür Efendi, Halep’liymiş. Turist olmasa da misafir sayılır dedi, Ali usta. Münür, Halep’te elektrik işi ile uğraşırmış. Bir de ağabeyi varmış, o da öyle. Ali usta adımı sordu, muhabbeti koyulaştırdık:

-Bu Suriyeli çocuklar iyi çalışıyorlar fakat yaptıkları işte nizam yok. Mesela istikamet tayini bilmiyorlar. Daha doğrusu düşünemiyorlar. Elektrikçiliği bırakacaktım ben. Münür’le ağabeyi gelince iş değişti.

-Münür, çay?

-Yok.

-Münür yemek?

-Yok.

-İşler nasıl Ali usta?

-Vallahi inanır mısın Can, çok iş var. Gece-gündüz demeden çalışıyoruz. Sabahlara kadar led döşediğimiz oluyor. Heveslisi çok. Aydınlatma, ışık, insanları cezbediyor fakat kimsede para yok. Kazanmak zor…

Ali usta ile dışarı çıktık, yeniden sigara yaktı. Okumamış Ali usta, lisede iken bıçkınmış. Okuldan sonra sağda solda çalışmış, başka başka işlerle vakit geçirmiş. Münür tesisatı döşerken tanıdık bir sima, yanımıza gelip muhabbete katıldı. O ara dalmışım. Birinden bahsediyorlar ama kim bilmiyorum. Ali usta, tembeldir o diyor. Men dakka dukka! Bu esnada Münür kendi kendine şarkı mırıldanıyordu…

Biraz sonra Ali usta ile beraber dükkândan içeri giriyoruz. Led tesisatını aynı hizada döşemek için Münür’e yol göstereceğiz. Daha doğrusu onlar yapacak ben seyredeceğim. İş basit: Düz bir çizgi halinde tavana ip gerecek, tabancayla yapıştıracaklar.

-Kalem yok Münür. Tamam?

-Kalem yok.

Ali usta, tavana ip yapıştırmadan önce raf kenarlarına yapıştırdığım fotoğraflara bakarak soruyor:

-Uzun saçlı olan sen misin Can?

-Evet benim.

-Hani herkes led heveslisi demiştim ya, kimsenin parası yoktu… Para yok ama Türkiye’de elektrik tesisatları çok eski, sökülüp yenilerinin takılması lazım.

Ali usta öyle söyleyince bizim mahallenin elektrik direklerine tırmanıp kablo çalan hırsızları hatırlıyorum… Derken yeniden tavana çıkılıyor ve tabancayla Ali usta işi tarife koyuluyor. Bu sefer fazla uğraşmıyorlar. Kısa sürüyor ama Münür, iplere rağmen ledleri nasıl döşeyeceğini karıştırıyor.

Ali usta:

-İkiz diyor. Yan yana.

İkimize birden anlatıyor:

-Çocuk doğurmuş komşuları… Gelmiş bana aynı diyor, ikisi aynı. Münür, burada o çocuklara ikiz derler ikiz.

İş bitti, kapı önündeyim. Ali usta ile Münür gittiler. Dar sokakta sıkışan trafik. Dar sokakta eşya kamyonu, yük asansörü. Kafeler kapalı, tepetaklak edilmiş bütün sandalyeler…

Sokakta bir kız, elinde Murakami. Sevgilisini bekliyor. Arigato, sayanora size.

 

Cantürk COŞKUN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir