Sadri Alışık’ın yüreğimdeki yeri başkadır. Canlandırdığı karakterler özeldir çünkü. Her biri kanlı-canlı, yaşayan, bizden insanlardır. Genellikle, kaybolmuş yaşamların insanını oynardı Sadri Bey… Cebi yoksul, gönlü zengin (Gönlü bol Arif adı, ne güzel tanımlar bu karakteri), hep kaybetmeye mahkum gibi yaşar, filmin sonunda yitirmediği insani değerlerinden yana asıl kazananın o olduğunu anlardık, hem gözyaşlarımızla hem de kahkahalarla uğurlardık filmin bitiminde.
Ofsayt Osman’ın mahkeme sahnesi, örneğin: “Bu da mı gol değil, hâkim bey?!” repliğiyle anılır Sadri Beyin canlandırdığı o kahraman, hep… Turist Ömer canlandırmaları, tek başına efsane değil midir sizce de? Giyime kuşama önem vermeden anı, günü yaşamayı yeğleyen, elindeki ufacık bir mutluluğu ya da parayı başka insanlarla bölüşen, bir şişe şarapla akşamını güzelleştiren, içinden geldiği gibi şarkı söyleyen, dış görüntüyle değil iç güzellikle ilgilenen, eğitimli nice insanı cebinden çıkaracak bilgelikteki halk insanını ne güzel ete kemiğe büründürürdü…
Arada sırada da aşk acısı çeken aile babası oluverirdi. “Gelinlik Kızlar“ filminde olduğu gibi… Yıllar önce, yolları ayrılan eşinin onu aldattığı yanlış anlamasıyla iç dünyası özlem ve yara dolu, yalnız kaldığında ölmeyen aşkı ve derin sevgisini şarkılara yükleyen babaydı o filmde ve o güzel sesiyle ne içli şarkılar söylemişti… Özellikle, özleminin yüreğini en çok yaktığı gecede söylediği “Ben seni unutmak için sevmedim…” O şarkıyı ne zaman ve kimden dinlersem dinleyeyim, şarkıyı içimde Sadri Bey söyler hep…
Sadri Beyin canlandırdığı karakterler, gerçek yaşamdaki Sadri Alışık’la ne derece örtüşürdü? Canlandırdığı insan tipleri gibi alçakgönüllü görünürdü bana. Şiirlerini, duyarlılığını severdim. Ama sanırım, bu yüzyılda insan olmanın, insan kalabilmenin acısını çekiyordu O da bazı kişiler gibi… Hani bazen, görünürde sahip olduğu, normal şartlar altında bir insanı mutlu etmesi olağan kabul edilen çok şeye sahip olmakla birlikte, içi sürekli acıyan insanlar vardır, o da onlardan biri miydi? diye düşünmüşümdür ara sıra… Belki de canlandırdığı insanlarla gerçek Sadri Beyi ayırmakta zorlandığım içindir bu düşünce…Bir tür yanılsamadır, kim bilir?
Bazı filmler vardır, aradan geçen zamanla bir çok sahne ve cümleyle kalır aklımızda… “Ah güzel İstanbul” da onlardan biri benim için…Hatta, “Muhsin Bey” adlı filmle birlikte ilk sıradadır yüreğimde… Bugün, rastlantı eseri yakaladım “Ah güzel İstanbul” u televizyonun yerli film kanalında. Henüz başlamıştı, nasıl mutlu olduğumu anlatamam, bu rastlantıdan dolayı… Çok uzun yıllar önce izlemiştim. Belleğimde kalan sahnelerin yanı sıra, unuttuklarımı hatırlamaktan yana çok mutlu oldum… Sadri Beyin en güzel filmidir benim açımdan… Canlandırdığı “Haşmet İbriktaroğlu” karakteri unutulmazdır… Haşmet Bey, paşazadedir ve döneminin pek çok örneği gibi, aileden kalan her şeyi tüketmiştir. Fabrika ve yalı satılmış, yalının dibindeki küçük harap kulübede yaşamaktadır. Yıkık evdeki geçmişten kalan en güzel anı, elden çıkarmaya kıyamadığı küçük piyanodur.
Çalışmayı hiçbir zaman sevmemiş, parayı da önemsememiştir. Yaşamak için sokak fotoğrafçılığı yapmaktadır. Akşamları, semtin güzelim meyhanesinde kadim dostlarıyla birkaç kadeh içer. (Dostlarını, güzel şiirleri de bulunan İhsan Yüce, genellikle kötü adam rolleri ile tanınan ve bu filmde belki de ilk ve tek iyi adam tiplemesinde olan Danyal Topatan ve monşer karakteriyle bilinen Feridun Çölgeçen canlandırmakta. Hepsi de gökte yıldız şimdi.) Haşmet Bey, hiç evlenmemiştir. Arkadaşlarının, mahallenin varlıklı aile kızları ya da zengin dulu ile evlenmesi konusundaki ısrarına ayak diremektedir. Bir gün Haşmet’in yolu, İzmir’deki çok çocuklu yoksul evinden film yıldızı olma hayaliyle İstanbul’a gelen eğitimsiz, yeteneksiz, duyguca fazla gelişmemiş, gözü yükselmekte ve parada olan gencecik Ayşe Goncagül’le (Ayla Algan) kesişir. Dış dünyanın renkli ve sahte hallerinden haberi olmayan saf Ayşe’yi esirgemeye çalışır kötülüklerden ama her seferinde Ayşe onu yanıltarak parlak ve gösterişli olanı seçer. İlerleyen zamanda, Ayşe, Haşmet’in sevgisini karşılıksız bırakmaz ve birlikte bir yaşam kurmaya karar verirlerse de, bu gerçekleşmez. Çünkü Haşmet, bir akşam Şehnaz Longa’yı modernize ederek çalar ona ve kendi deyimiyle saçma sapan sözler yazarak Ayşe’nın yıldız(!) olmaya adım atmasını sağlar…
Oysa Haşmet, hep yozlaşan dünya hallerine ne kadar yabancı olduğunu ve gelecekteki yaşamın ne denli kirlenerek yaşamı çekilmez hale getireceğine dair endişesini vurgulamaktadır film boyunca… (Burada bir parantez daha açarak, bugünkü dünya halleri ile o zamanın en kötü halini karşılaştırmak istiyorum. O yılların aşınmışlıklarının (1966) günümüze göre hayli masum sayılabileceğini üzülerek düşündüğümü belirtmeliyim.) Haşmet’in evine konuk olduğu ilk akşam söylediği “Ben bir küçük cezveyim” şarkısının dışında şarkı söylemeyi bilmeyen Ayşe, Haşmet sayesinde parlar ve başka, gözlerini kamaştıran bol paralı bir dünyaya geçiş yaparak Haşmet’i terk eder. Haşmet’e göre bu durum; “Şehnaz Longa’nın kendisinden intikamıdır.”
Ayşe’nin yüreğine açtığı onulmaz yara, Haşmet’i mahallenin zengin duluyla evlilik kararına doğru iter isteksizce… Balıkçı dostuyla denize açılır bir gün… Denizin orta yerinde Ayşe belirir bir motorun üzerinde. Ümitlenir Haşmet… Ayşe’nin sevgisinin ağır basarak kendisine döndüğünü sanır. Gerçek çok farklıdır oysa… Saçma sapan sözler yazılacak ve berbat edilecek yeni Şehnaz Longa’lar yaratmasını istemeye gelmiştir Ayşe… Tam bir hayal kırıklığıdır Haşmet için…Oysa o, gelenin sahne adı Aylin olan kadın değil Ayşe kız olmasını dilemiştir içinden. Ayşe’yi kovar elbette. O da gider, intihar etmeyi dener. Onu da başaramaz ama ölmeye değil Haşmet’i kaybetmeye dayanamayacağını anlar bu başarısız girişimiyle…
Sahte olan her şeyle yüzleşerek Haşmet’le eve dönmeye karar verir. Ve finalde vapurda, Ayşe Haşmet’e sorar: “Şimdi ne yapacağız?” Haşmet’in cevabı: “Korkma, dünyada daima inanılacak iyi bir şeyler vardır.” Fonda, benim için bu filmle özdeşleşmiş, güzelim şarkı çalarken film biter… “Al sazını sevdiceğim, şen hevesinle. Çal söyle o şarkıyı sevdalı sesinle…” Sadri Bey, benim için Haşmet İbriktaroğlu’dur filmle bana ulaştırdığı sureti yüzünden…
Öznur Eren KANARYA
Merak eden olursa diye:
Yönetmen: Atıf Yılmaz / Senaryo: Safa Önal-Ayşe Şasa / Yapım yılı: 1966
Son Yorumlar