Gün Batımına Karşı

Çocukluğum, bacası tüten evlerin arasında geçti. O evler, her sabah dumanıyla gökyüzüne haber salan, her akşam sessizliğiyle köyün yüreğini ısıtan evlerdi. Yaz akşamlarında köy, güneşin son ışıklarıyla birlikte yavaşça susardı. O saatlerde, rahmetli dedem küçük teybine Ali Dıre’nin kasetini takar, dış kapının önündeki siyah taşın üzerine otururdu. Yüzünü gün batımına çevirir, sigarasını yakmadan, sadece dinlerdi.

Şalvarının cebinde her zaman bir avuç siyah kuru üzümle birkaç fıstık olurdu. Yanına gittiğimde, sanki hep beni bekliyormuş gibi elini cebine atar, gülümseyerek pay ederdi. O üzümün tadı, çocukluğumun kendisiydi; buruk, tatlı ve geçip giden zamanın rengine bulanmış.

Köyün sokakları o vakitlerde sessizleşirdi. Bacalardan çıkan duman, zikzak çizerek göğe yükselir; tezek kokusu havaya karışır, burnumun direğini sızlatırdı. Geceleri, evlerin pencerelerinde yanan gaz lambaları, gökteki yıldızlarla konuşurdu. Anneler, yüzlerine sinen yorgunluğu önemsemeden, esmer tenli çocuklarını dengbejlerin sesine emanet ederdi. O an, kuşların bile yuvalarına dönüp sustuğu andı.

Şimdi ne o köyün taşları kaldı yerinde, ne de o bacaların dumanı. Fakat her hatırlayışımda, dedemin gün batımına karşı oturduğu o siyah taş gözümün önünde belirir. Güneş yine batarken, içimde aynı türkü çalar:

Zaman geçer, ama dumanı tüten evlerin hatırası hiç sönmez.

Aysel ÖZDEMİR

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *